Darbe girişimini duyar duymaz ilk aradıklarımdandı Alp Altınörs
ile eşi, can dostum HDP Ankara İl Eşbaşkanı Birsen Kaya. Darbe
gerçekleşseydi ilk hedef alınacaklar listesinde olacaklarından
emindim. Onlar adına endişeliydim çünkü, Fethullahçı örgütlenme
azılı bir anti-komünistti, solcuların ve pek tabii Kürt siyasal
hareketinin can düşmanıydı. Biricik oğulları Tuncay'ın ve Alp'le
Birsen'in can güvenliğinden emin olmak için yaptığım o kısa telefon
görüşmesinde HDP'nin darbeye karşı net, kararlı bir açıklama
yapacağını da öğrendiğimde içimde beliren o umudu unutamam.
Alp Altınörs'ün gözaltında olması sadece onun özgürlüğünden
mahrum bırakılması anlamına gelmiyor. Genişlemeden sorumlu Eşbaşkan
Yardımcısı olarak görev yaptığı partisi HDP'nin hedef alındığı çok
açık.
AK Parti'nin bir genel başkan yardımcısı evinden gece yarısı
gözaltına alınsa, işkence görse bir AK Parti seçmeni ne düşünürdü
acaba? Alp'e bunlar yapıldı. Kendisine yapılmadığı sürece tüm
hukuksuzlukları görmezden gelen hatta alkışlayan siyasi anlayış bu
hukuksuzluğa da seyirci kalıyor bugün.
Alp, 7 Haziran 2015 genel seçiminde HDP'nin Samsun 1'inci sıra
milletvekili adayıydı. Seçim çalışmalarını yürütürken HDP heyeti
Samsun'da ırkçı faşist saldırıya uğradığında "öfkeli kalabalık
HDP'lilere tepki gösterdi" haberini yapan ana akım medya da bugün
onun gözaltına alınması karşısında da aynı tavrı sergiliyor.
40 yıllık ömürlerinin yarıdan fazlasını 'insanlığın, dünyanın
tüm nimetlerini eşit, kardeşçe bölüşmesi' için verdikleri o eşsiz
mücadeleyle geçirmiş bu iki vakur insanla tanıştığım ilk günden bu
yana onlardan çok şey öğrendim. "Devrimci" sıfatını sonuna kadar
hak eden Alp'le Birsen'den...
8 Eylül gecesi Alp ile Birsen'in Ankara'daki mütevazı evleri
gece yarısı polisler tarafından arandı. "Tam bir 12 Eylül
aramasıydı" diyor Birsen o geceyi anlatırken. "Evde ne kadar kitap
varsa aldılar. HDP'nin resmi Cizre Raporu'nu bile götürdüler.
Polisin elinde bulunan Tokat Başsavcısı'nın yazılı emrinde 'eşinin
ve çocuğunun da telefonuna ve bilgisayarına el konulması...'
yazıyordu. Hiçbir kopyasını almadan bilgisayara ve benim telefonuma
da el koydular. Neyse ki Tuncay uykusundan uyanmadı ve babasının
götürüldüğüne tanık olmadı."
Gezi sürecinde polisin başından yaraladığı babasını
tutukladıklarında Tuncay henüz 5 aylıktı. Tekirdağ 1 No'lu
Cezaevi'nde 8 ay kaldı Alp. Birsen, kucağında küçücük bebeğiyle
aylarca yollardaydı.
Alp Altınörs'ü birlikte mücadele ettiği yoldaşlarından benim
gözümde ayrıcalıklı kılan nedir biliyor musunuz? Varlıklı
denilebilecek bir ailede büyümüştü. Avukat bir anne babanın
çocuğuydu. TED Koleji'nde okumuştu. Bilkent Uluslararası İlişkiler
birinci sınıf öğrencisiyken hem de burslu falan değil, paralı
okurken tutuklanmıştı. En çok hocaları şaşırmıştı. 19 yaşında tüm
sınıfsal ayrıcalıklarını reddeden genç bir adam vardı karşılarında.
Ve o adam içine doğduğu sınıfın ona tanıdığı tek bir ayrıcalıktan
yararlandı bugüne kadar. Kolejde öğrendiği İngilizce sayesinde
yaşamını idame ettirebilmek için çevirmenlik yaptı. Güney Amerika
sosyalistlerini merak edip İspanyolca öğrenmesi de onun hayata
nasıl baktığının en güzel göstergesiydi. İki dilli devrimci bir
çevirmen...
Alp'i anlatırken ilk bunu söylerim gururla. Bu coğrafyada
dezavantajlı bir kimlikle doğup muhalif olmak zaten olmazsa olmaz.
Önemli olan ayrıcalıklı kimliğini reddederek ezilenlerden yana
tavır alabilmektir ve bu herkesin harcı değildir. Tıpkı Behice
Boran gibi. İşte o duruş çok saygıdeğerdir. Hele bir de bunu göze
sokmadan, mütevazılığı kimliğinin sıradan bir parçasıymış gibi
taşıyabiliyorsa. Alp böyle bir komünisttir. Entelektüeldir. Ufku
sadece bu coğrafyayla sınırlı değildir. İspanyol iç savaşını da
aynı iştahla konuşur Venezuella'yı da... Kendi sesine âşık, dediğim
dedik erkek solcu tiplemelerine tahammül edemeyenler için Alp gibi
dinlemeyi bilen bir devrimciyle sohbet etmek olağanüstü
keyiflidir.
Ankara'da gözaltına alınarak Tokat'a götürülen Alp, günlerdir
avukatlarıyla görüştürülmüyor. Eşi Birsen Kaya onu görmek için
gittiği Tokat'tan, Alp'in açlık grevinde olduğu haberini getirdi
bize. Ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Twitter
hesabından kamuoyuna verdiği o bilgi... Alp Altınörs işkence gördü!
Dilim varmadı sormaya Birsen'e. O da anlatmadı. Anlatmaz Birsen.
Ancak yazmak istiyorum, ne yaşamış Alp dediğimde şunları söyledi,
"Gözaltına aldıktan sonra Ankara'da Fethullahçılar'ın da tutulduğu
spor salonuna götürmüşler Alp'i. Polis onlara çok kötü
davranıyormuş. Dizlerinizin üzerinde bir saat bekleyeceksiniz,
sonra otur kalk yapacaksınız diyormuş. Tam bir 12 Eylül muamelesi!
Alp, 'Ben devrimciyim. Bunları asla yapmam!' demiş. Bunun üzerine
polisler Alp'i darp etmişler. Sonra Tokat'a götürmek üzere
bindirdikleri polis arabasında ters kelepçe yapmışlar. 'Bunu
yapmaya hakkınız yok. Ters kelepçe işkencedir' demiş. Ankara
çıkışına kadar ters kelepçeli götürmüşler. Tüm bu şiddeti doktor
kontrolünde anlatmış Alp. Gözaltına alındığından bu yana açlık
grevinde. Kendisine şekerli tuzlu su veriyorlar."
Birsen Kaya'ya göre Alp Altınörs'ün gözaltına alınması HDP'ye
yönelik bir kumpas. Alp'e yönelik suçlama, 10 Ekim katliamında
yaşamını yitiren HDP Tokat İl Saymanı Zakir Karabulut'un cenaze
törenine katılmak. Bunun akılla, mantıkla açıklanacak bir yanı yok
elbette ama mantığın yerle bir edildiği öyle çok olaya tanık olduk,
oluyoruz ki!
Alp gencecik yaşında safını seçmişti. O ezilenden yanaydı.
Kürdün, Ezidi'nin, işçinin, köylünün, Suriyeli'nin, yoksulun,
LGBTİ'lerin, parasız eğitim isteyen öğrencilerin, parasız sağlık
hakkını arayan halkın yanındaydı. Dayanışmaya inandı. Bu nedenle
Özgür Gündem yazarıydı.
Suruç'ta gencecik yoldaşlarını paramparça eden bombalar
karşısında bile vakur duruşunu bozmadı. Birgün bu zulmün, acının
sona ereceğine olan inancıyla, umuduyla, dayanışma duygusuyla hep
çalıştı, çalıştı.
Bütün bu yapılanların Kürt siyasal hareketiyle Türkiye
sosyalistlerinin bağını koparmayı amaçladığını, hedeflenenin
Kürtleri yalnızlaştırmak olduğunu söylerdi. O bu oyuna hiç gelmedi.
Yılmadı. Ezilenden yana olmayı, doğru bildiğini savunmayı sürdürdü.
Bunun için genç yaşında ödediği bedellerle bir gün dahi övünmedi.
Bu, zaten yapılması gerekendi. Tıpkı Nazım'ın şiirindeki gibi
yaşadı, yaşamaya devam ediyor ve gözaltından bile bize umut
mesajları gönderiyor.
"...
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor"
diyor.