Aşağı yukarı her film türünde olduğu gibi 'aksiyon filmi' tarzında adlandırabileceğimiz yapımlarda da filmi 'yaratanlarla' seyirciler arasında adeta bir 'gizli' kontrat, sözleşme vardır. Bu 'kontrat', aksiyon türüne meraklı sinemaseverlere bu tarz yapımlarda yer alan bazı şaşmaz öğeleri vaat eder, hatta garantiler: Ciddi bir tempo taşıyan bir senaryo, göz doldurucu kavga ve çarpışma sekansları, belli bir şiddet ve kan dozu ve tabii ki filmi layığıyla sırtlayabilecek bir yıldız oyuncu… Hatta bilindiği üzere bazı isimler adeta bu 'görev' için doğmuştur!
Saydığımız görevleri yerine getirmek bile bizce hiç de küçümsemeyecek bir başarıdır. Film, en azından 'dürüsttür' ve beklentileri karşılamaya çalışmıştır. Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan "The Contractor", bahsettiğimiz türün 'safkan' bir örneği, hatta bazı açılardan farklılıklar yaratmaya çalışan, inceden bir politik söylemi de olan ama son kertede seyircilere 'hoşça vakit geçirmekten' başka ciddi bir amaç taşımayan bir yapım.
Hikâyeye değinecek olursak: Amerika ordusunun özel kuvvetlerinde yer almış James Harper, sağlam bir askeri kariyere sahip ancak dizindeki sakatlıktan dolayı ordudaki yeri 'sallantıda' olan bir çavuştur. Sakatlığını kullandığı ilaçlar ve sıkı bir şekilde izlediği antrenmanlara rağmen saklayamayan Harper, ordudan biraz sert bir şekilde ihraç edilir. Maddi açıdan zorluklar yaşayan ailesine bakmak için 'özel sektöre' geçmeyi düşünen Harper, eski bir meslektaşı ve arkadaşı olan Mike’ın aracılığıyla, biraz 'özerk' çalışan, askeri operasyonlar düzenleyen bir gizli serviste yer bulur. Rusty Jennnigs tarafından yönetilen servisteki bu ilk görevinde Harper ve ekibi, Berlin’de bir 'adam kaçırma' rolü üstlenir ama operasyon hiç beklenen şekilde geçmeyecektir.
SÜPER KAHRAMANSIZ SÜPER KAHRAMAN FİLMİ
"The Contactor"da asıl kahraman görevini üstlenen Chris Pine, en azından kağıt üstünde hiç de kötü bir tercih gibi durmuyor. Pine, özellikle "Wonder Woman" ve (yeni) "Star Trek" serilerindeki rolleriyle hafızamızda yer alan, belli bir kariyere sahip ve hem fiziksel hem de oyunculuk kapasitesi açısından bu tür görevi üstlenebilecek bir isim. Üstelik yönetmen Tarik Saleh oyuncusuna 'klasik' sarsılamaz, süper kahramandan daha farklı bir yere geçebilecek 'kapılar' da açıyor. Harper karakteri John Wick veya James Bond karakteri gibi her seferinde bir 'orduyla' çarpışan, en ağır yaraları pek umursamayan neredeyse yenilmez bir kahraman değil… Aslında bu açıdan en benzeştiği karakter Jason Bourne olabilir. (gerçi Bourne’un da inanılmaz bir acı eşiği vardır!)
Üstelik hikâye, Harper’ın bu 'insani' gücüne belki de biraz fazla zaman kaybederek hassas bir psikoloji de ekliyor. Chris Pine’ın canlandırdığı çavuş karakteri, 'şanlı' askeri geçmişine rağmen hayatını sorgulayan, o zamana kadarki eylemlerinin haklılığından emin olmayan ve aradığı huzuru çoğu zaman ayrı kaldığı ailesinin yanında bulmaya çalışan sorunlu bir karakter. Ne yazık ki yönetmen Harper’ın ailesinde 'bulamadığı' bu huzuru (Harper’ın evinin çatısını onarması, oğlunun yaptığı resimler gibi) sembolik olmak isterken biraz basit duran sekanslarla önümüze getiriyor. Kahramanın savaştığı ve kahramanlık gösterdiği (!) yerlerin Irak ve Afganistan olması ise ayrı bir konu…
AKSİYON FİLMİNİN POLİTİK TARAFI
Aslında film, Amerika’nın bu işgallerinin haklılığını sorgulamıyor gibi duruyor. Hatta Harper’ın savaştığı yerlerin adlarını, kısa bir konuşma sahnesinde 'geçiştirilmiş' olarak duyuyoruz. Ancak kısaca kulağımıza 'çalınan' bu bilgi, başkarakter hakkında çok ciddi soru işaretlerini de beraberinde getiriyor: Harper’ın kendini kötü hissetmesinin nedeni acaba Irak ve Afganistan’da yaşadığı şeyler mi yoksa savaştan genel anlamda kötü etkilenmesi mi? Savaşta yaptığı eylemlerin hakkaniyetinden ne kadar emin? Yoksa bu kadar fedakarlık yaptığı ve bir dönem alkışlandığı (hatta Amerika başkanı tarafından elinin sıkıldığını da öğreniyoruz) ordudan biraz yakışıksızca gönderilmesi yaşadığı travmaların asıl sebebi mi?
Bunun gibi sorular film boyunca 'havada uçuşuyor' ve asla tam olarak cevap bulmuyor. Ya da filmin finaline doğru cevaplar için bazı ipuçları buluyoruz ama hikâye artık öyle bir noktaya gelmiş oluyor ki açıkça pek ilgilenmiyoruz bile…
Aslında başta oyuncu Chris Pine olmak üzere bütün oyuncular rollerini ellerinden geldiğince iyi oynamaya çalışıyorlar hatta çok özel performanslar çıkartmasalar da (konuk oyuncu gibi görünen Kiefer Sutherland da dahil) özellikle çarpışma sekanslarında inandırıcı olabiliyorlar. Ancak filmdeki asıl sorun senaryosunun sıradanlığından, şaşırtmayı amaçlasa da beklendik 'kokan' finalinden ve değindiğimiz gibi aksiyon sahneleri açısından başarılı olan ama duygu aktarımı bazında kapasiteleri sınırlı kalan oyunculardan kaynaklanıyor.
Ortalama bir aksiyon filminde kabul edebileceğimiz çok derin olmayan bir entrika, gerekliliği tartışılır sekanslar ve gerçekçiliğin sınırını zorlayan olaylar gibi zayıflıklar, burada daha çok gözümüze batmaya başlıyor. Sonuçta "The Conractor", 'imzasını attığı' kontratı tamamen boşlamasa da türünde yeni bir şeyler sunmaktan uzak, kendi halinde, uslu bir aksiyon yapımı…
İzlerken pek sıkıldığımız söylenemez ama Jason Bourne gibi serileri özlemle aradığımızı da itiraf etmemiz gerekir!