İzmir Tabip Odası Başkanı Çamlı: Kontrollü normalleşme süreci iflas etti; Hasta seçmek zorunda kalabiliriz

İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Çamlı, mevcut Covid 19 servis ve yoğun bakımlarının dolduğuna dikkat çekerek “Olgu artışının böyle devam etmesi durumunda, hasta seçmek zorunda kalabiliriz” dedi.

Abone ol

İZMİR- Türkiye'de son verilere göre günlük vaka sayısı 50 bini aştı. Sağlık Bakanlığı'nın açıkladığı verilere göre, son 24 saatte vaka sayısı 54 bin 562, hasta sayısı 2 bin 548, vefat sayısı ise 243 oldu.

Artan vaka sayıları yeni kısıtlamaların sinyalini de veriyor. Peki, ne tür tedbirler alınmalı? Gelecek gün ve haftalarda salgının boyutu nasıl olacak? İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Çamlı sorularımızı cevapladı.

‘ÜLKEYİ YÖNETENLERİN BÜTÜNLÜKLÜ STRATEJİLERİ YOK’

'Kontrollü normalleşme' sürecinin başlamasının ardından rakamlar gidişatın iyi olmadığını söylüyor. Ne dersiniz?

'Kontrollü normalleşme' süreci başlatılmadan önce Şubat ayının ikinci yarısından itibaren olgu sayılarında artışlar başlamış ve bilim insanları Mart ayı sonlarında yaşanabilecek 3. pik için uyarılar yapmıştı. Yani böyle bir ortamda kontrollü normalleşme süreci başlatıldı. Gelinen noktada salgında günlük olgu ve vefat sayıları katlanarak artarken, maalesef rekorlar kırıldı. Nüfusa göre yeni olgu çıkışı açısından dünyada ilk üçte yer alıyoruz. Dolayısıyla 'kontrollü normalleşme' sürecinin iflas ettiğini söyleyebiliriz. Bu pikte baskın hale geçen, çok daha hızlı bulaşan, aşıların ne kadar etkili olduğunu kesin olarak bilemediğimiz İngiliz varyantı göz önüne alındığında önümüzdeki günlerin çok daha zor olacağını düşünüyorum. Bütün bu verilere karşın ülkeyi yönetenlerin salgınla mücadele konusunda güven veren bütünlüklü bir stratejilerinin olmadığını görüyoruz.

İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Çamlı

‘PANDEMİ BULAŞ ZİNCİRİ KIRILARAK KONTROL ALTINA ALINABİLİR’

Geçen yıl Kasım ve Aralık aylarında hastanelerdeki yoğun bakım ünitelerinde doluluk yaşanmış ve ihtiyacı karşılayamamıştı. Şu anda ihtiyaca cevap veriyor mu? Vaka sayılarındaki artış böyle devam ederse önümüzdeki süreçte bizi neler bekliyor?

Pandemi yönetiminde en başından beri yapılan yanlışlardan biri de salgının hastanelerde karşılanmaya çalışılmasıdır. Covid olgularını hastanelerde, yoğun bakımlarda tedavi etmeye çalışarak pandemiyi kontrol altına almak mümkün değil. Pandemi birinci basamakta etkin bir koruyucu hekimlik çalışmasıyla, salgında bulaş zinciri kırılarak yani yaygın test, bilimsel ve etkin bir filyasyon takibi, izolasyon, karantina süreçlerinin sıkı takibi, hızlı bir aşılama ile kontrol altına alınabilir. Bulaş zincirine engel olunmadığı takdirde sağlık sistemi katlanarak artan olgulara bir zaman sonra cevap veremeyecektir. Şu anda mevcut Covid 19 servis ve yoğun bakımları doldu. Yeni Covid 19 servisleri, yoğun bakımlar açılmaya çalışılarak talebe cevap verilmeye çalışılsa da olgu artışının böyle devam etmesi durumunda, yoğun bakıma alma konusunda, hasta seçmek zorunda kalabiliriz.

‘İL PANDEMİ KURULU’NA ALINMADIK’

Defalarca dile getirildiği halde sağlık örgütleri, salgın kararlarının verildiği kurullara alınmadı. Son olarak bir polis memuru, acil serviste sağlık çalışanlarına şiddet vakasına müdahale ederken yakın temas kurmak zorunda kaldığı kişi sebebiyle virüs kaptı ve vefat etti. Aşı öncelikleri neye göre belirleniyor? Sizce öncelikli gruplar doğru bir şekilde saptandı mı? Sağlık örgütleri kurullarda olsaydı bu tip önlenebilir ölümler yaşanır mıydı?

Ülkemizde salgın en başından bu yana şeffaf olmayan, epidemiyolojik verileri kamuoyu ve bilim insanları ile paylaşmayan bir anlayışla yönetildi. Salgınla mücadelede toplumun diğer kesimleri sağlık meslek ve emek örgütleri, yerel yönetimler süreç dışında tutulmaya çalışıldı. Örneğin İzmir Tabip Odası olarak İl Pandemi Kurulu’na alınmadık. Yıllardır içinde bulunduğumuz İl Hıfzıssıhha Kurulu’ndan ise alınan kararlara düştüğümüz şerhler sonrasında çıkarıldık. Pandemi yönetiminde “Ben bilirim!” anlayışının egemen olduğunu görüyoruz. Süreçte bütün itirazlarımıza karşın, ekonomik kaygıların toplum sağlığının önüne geçebildiği kararlar uygulandı. Bilim kurulunun aldığı kararların, ne ölçüde göz önüne alındığını bilemiyoruz. Ancak bir bilim kurulu üyesinin “Süreç bilim kurulu kararlarına göre yönetilseydi, bu duruma gelinmezdi" şeklinde açıklaması oldu. Pandemide gelinen noktanın sorumluluğu kimdedir? Bunun açıklanması gerekiyor.

Ücretsiz, güvenli ve etkili aşı, siyasi iktidarın bir lütfu değil her yurttaşın doğal hakkıdır. Aşılamada risk gruplarına göre bir aşılama takviminin oluşturulması ilkesel olarak doğru bir yaklaşım. Ancak gerek dünyada neoliberal politikaların sebep olduğu ahlaki çöküş, gerek ülkeyi yönetenlerin aşı üreticileriyle anlaşmalar konusunda geç kalmaları sonucu aşı temininde sıkıntılar yaşanıyor. Aşılama süreçlerinin şeffaf yönetilmemesi, kamuoyu ile gerçeklerin paylaşılmaması, aşı temini konusunda yetersizliklere bağlı aşılama hızının düşük olmasının yanı sıra, aşıya erişimde yaşanan sorunlar, önceliklerde yaşanan değişimler bu konuda da yöneticilere olan güveni azalttı. Öğretmenler ya da kargo elemanları gibi meslek grupları varken, futbolcuların aşılanması kamu vicdanında rahatsızlık yarattı.

‘HİÇBİR ‘ULUSAL ÇIKAR’ TOPLUM SAĞLIĞININ ÖNÜNE GEÇEMEZ’

Mevcut durumda hafta sonu kısıtlamalarının vaka sayılarının azalmasında etkili olması pek mümkün görünmüyor. Peki, sizce ne tür tedbirler alınmalı?

Pandemide katlanarak artan vaka sayılarına karşı çalışanlar, sosyal ve ekonomik hiçbir kayba uğratılmadan; AVM, fabrika, lokanta, atölye, şantiye gibi kalabalık ve kapalı alanlar derhal kapatılmalı. En az 14 gün tercihen 28 gün zorunlu üretim alanları dışında çalışanlar hiçbir şekilde mağdur edilmeden çarklar durdurulmalıdır. Zorunlu üretim alanlarında çalışanlar için işyerine ulaşmada ve iş yerlerinde fiziksel önlemler alınmalı, dönüşümlü çalışma modelleri ile çalışma ortamlarında bulunan sayısı azaltılmalıdır.

Bu süreçte kapanmadan kaçınılmasının temel nedeni ekonomik kaygılar oldu. Türkiye, dünyada salgın nedeniyle vatandaşlarına en az ekonomik destek sağlayan ülkelerden biri. Sosyoekonomik destek sağlanmadan uygulanacak bir kapanma kişileri açlık ve hastalık arasında tercih yapmaya zorluyor. Bu açıdan sosyal ve ekonomik destek paketleri ile birlikte uygulanması gerekiyor. Ancak böyle bir kapanmayı pandemi mücadelesinde sihirli bir çözüm gibi görmek de doğru değil.

Sağlığa bütüncül bakan toplum ve sağlık örgütlerinin katılımıyla dayanışma içerisinde yeni bir sağlık sistemi kurulmalıdır. Pandemi ile mücadele, geniş katılımlı yerel pandemi kurullarına devredilmelidir. Bu kurullara yerel yönetimler, sağlık emek ve meslek örgütleri ve toplum dahil edilmelidir. Testler yaygınlaştırılmalı, bilimsel kriterlere uygun filyasyon çalışmalarına hızla başlanıp salgının ilk kaynağına ulaşılmalı, bireyler hastalanmadan veya hastaneye gelmeden gerekli adımlar atılmalı. Etkili bir aşılama programı uygulanmalı. Aşı temini ile ilgili süreç şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşılmalı, toplumun önüne net bir aşı takvimi konulmalıdır. Mevcut durumda hızlı aşılama salgınla mücadelenin en önemli parçası.

Peki, tam kapanmayla beraber salgının kontrol altına alınması ekonominin sürdürülebilirliğini de göz önüne alarak sizce ne kadar mümkün olabilir?

Kapanma ile salgın tamamen bitmeyecek. Salgın hızının düşmesi ve sonrasında kontrollü açılım içinde hızlı bir aşılama ile toplumsal bağışıklığın sağlanması için zaman kazanılacağı, bu yolla pandeminin kontrol altına alınabileceğini düşünüyorum. Bu kapanma ve kısıtlamaların ekonomi ve diğer alanlarda sıkıntılara yol açacağını kabul etmekle beraber hiçbir “ulusal çıkarın” toplum sağlığı önüne geçmemesi gerektiğini unutmamalıyız.

‘İSRAİL, CEZAEVİNDEKİ FİLİSTİNLİLERİ AŞILAMADI’

Dünyada ve Türkiye’deki aşılama uygulamalarını ne kadar başarılı buluyorsunuz?

Ülkemiz aşılama hızında diğer ülkelerin çok gerisinde durmasa da aşılama konusunda insanlık iyi bir sınav vermedi. Dünya Sağlık Örgütü Başkanı’na göre ahlaki bir çöküş yaşandı. Aşıya erişemeyen ülkeler varken, nüfusunu 5 kere aşılayacak kadar aşı siparişi vermiş ülkeler var. Örneğin, İsrail kendi nüfusunun %60’ını aşılarken, cezaevindeki Filistinlileri aşılamadı. Oysa küresel sorunda, çözümün de küresel olduğu kabul edilmelidir. Kimseyi geride ve yalnız bırakmayan uluslararası koordinasyon acilen kurularak, aşıda patenti ortadan kaldıracak uluslararası adımlar atılmalıdır.

‘TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ TERÖR ÖRGÜTÜ GİBİ GÖSTERİLDİ’

Son olarak; Başta TTB olmak üzere hükümetin sağlık meslek örgütlerini “karşısında” görme anlayışı ve baskı altına almaya çalışmasına yönelik politikaları konusunda neler söylemek istersiniz?

İktidar sahipleri giderek derinleşen “yönetememe” krizi yaşarken giderek demokrasiden uzaklaşan bir politika sergiliyor. Farklı seslere tahammülleri kalmadı. Pandemi sürecinde krizleri fırsata çevirme anlayışıyla muhalefeti susturma çabalarını yoğunlaştırdılar. Yaşanan sıkıntılar gerekçe gösterilerek ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirildi. Pandemi gerekçesiyle muhalif gösteri ve etkinlikler büyük ölçüde sınırlandırıldı ya da yasaklandı.

Sürecin şeffaf yönetilmesi, toplumun doğru bilgilendirilmesi için mücadele eden, pandemiye ait gerçekleri kamuoyu ile paylaşan Türk Tabipleri Birliği üzerinde baskılar arttı. Terör örgütü gibi gösterilmek istenilip, kapatılması gündeme getirildi. Bütün bu baskı ve yasaklamalara karşın toplum sağlığı konusunda doğruları söylemeye, sağlık hakkı mücadelemize devam edeceğiz.