“Çağ Geçitleri”, hem Murathan Mungan şiirinde hem de Türk şiirinde çok önemli bir metin. Kitap, “Bir şiiri” ile bitiyor; kitap bitiyor ama şiir bitmiyor, virgüllü bir dize ile sonlanıyor. “Konuşarak” sonlanıyor kitap, ama konuşan kişi bir konuşmanın dinleyicisi olarak süren söyleşiye bir ara isteğini dile getiriyor, üstelik konuşmaktan çok dinlemek kararında bir ara isteği.
Şiir çarptı beni. Ne iyi. İyi ki. Politika, strateji, şiddet, güç, hukuk, çatışma, savaş, gerilim, tehdit, tehlike… dünya hali böyle. Bıktırıcı. Bereket şiir var. Bereket şairler var. Bereket Murathan Mungan var.
Osmanlıya Dair Hikayat, Murathan Mungan’ın ilk şiir kitabı çıktığında toy bir okurdum. Şimdi 38 yıl sonra sanki yine bir ilk kitapla karşı karşıyaymışım gibi mutlu ve şaşkınım. Aşağıda okuyacağınız cümleler, şiirin şaşırtıcı etkisiyle ne iyi ki bir daha karşılaşmış birinin, karşılaştığı şeyi anlama çabasının ürünleri. Eksiği çoktur yazılanların, demek ki hakkında yazıldığı kitabın fazlası çoktur. Ben kendi payıma, kitabın bendeki etkilerini kaleme almaya çalıştım. Buyurun, beraber olsun.
DAİMA PROTEST
“Çağ Geçitleri”, geçmek fiiline yaslanıyor. Fiil, üç dizelik, dokuz kelimelik açılış şiirinde üç defa tekrarlanıyor; ikisi fiil, biri isim olarak. Geçit. Beş ayrı bölümde doksan şiir var.
İlk bölüm, “Girişe yazılanlar”, Sitem’le başlıyor: Çağ ve ben arasında bir diyalog olarak. Şairler çağ-zaman-dönem eleştirisini sever. Melih Cevdet’in “Yağmurun Altında”sı, o müthiş 20’inci yüzyıl şiiri bu tavrın başyapıtlarından biridir. Mungan’ın velut şiirinde daima yer tutan bir temadır çağ eleştirisi, toplum ve siyaset eleştirisi ile beraber. Mungan’ın, bu kitaba kadar sayabileceğimiz hasletlerinin arasında bir eleştiri şairi, eleştirel şair olarak tarif edilse yanlış olmaz, eksik olsa bile. Eksik, çünkü eleştiriyi aşan protest yanı da daima diridir Murathan Mungan’ın.
Bu kez, ben’in sitemi olarak daha ilk şiirinde beliriyor eleştiri; eleştiri ama sitem ile beraber, sitemkar eleştiri. Demek ki beklentisi varmış şairin geldiği çağdan hem, hem de gelmeden öncesine özlemi, gelmeden önce olup da artık olmayan bir kaybı söz konusu. Çocukluk? Muhakkak ama salt bir çocukluk masumiyeti değil, gücenen ben’in “aklı” çünkü ve bu çocuk aklı değil. Gücenen akıl: Demek duygu ile düşüncenin karşıtlığı değil, iç içeliği söz konusu. Akıl, duyguya sahip bir akıl, gücenebilen bir akıl.
Hemen ardından “Yaprağın uzun öyküsü” ile çocukluğu buluyoruz, oraya geçiyoruz, gelmeden önceki hallerden bir hal olarak çocukluk. Ayrılıkla bağlantılı bir çocukluk, hatta daldan kopma isteğine bakarsak, yapraklı dallı ağaç bütünlüğü, gücenmiş benliğin övgüsüne mazhar olan bir hal de değil.
KONUŞKANLIKTAN SESSİZLİK EŞİĞİNE
“Demirbaş”, çok aşina olduğumuz Murathan Mungan konuşkanlığı ile bu kitaba özgü sözcük ekonomisine yaslanan, susmanın eşiğine doğru ilerleyen yeni bir Murathan Mungan tavrının ara yerinde duruyor. Belki de bir tür “geçiş” şiiri, “geçit” şiir bu haliyle ki kitaptaki diğer şiirlere göre hayli eski tarihli.
“Tuz direk”te “İlk defa taş oldum” diyor şair; bu katılık şairin önceki şiirlerindeki benliklerinin yoğun hareketliliğine hayli zıt bir benin ağzından dile geliyor. Konuşkanlığın sessizlik sayılabilecek sözcük ekonomisi ile dönüşmesi söz konusu iken beden de jest, mimik, hareket bolluğundan taşsı katılığa, katatonik çağırışımlı bir durgunlaşmaya yöneliyor, eşlik ediyor sessizliğe yönelme tercihine. Üstelik katılık, bakma-taş kesilme bağının bildik hali değil, yani gördüklerinden taş kesilmiyor: Kendi birikiminin getirdiği, içten içen biriken, gözyaşlarının tuz katmanlarından gelen bir katılık. Olgunlaşma? Evet, aklın algılayabileceği dünya ile duyguların algılayabileceği dünya arasında zorlu bir geçit, bir bağ arayışı da aynı zamanda “Çağ Geçitleri”, bir olgunlaşma çabası. Kendi benliğini sürekli koruma ve yeniden kurma çabası Murathan Mungan’ın belki ilk kitaptan ama en geç Sahtiyan’dan beri daina göze çarpan bir yanı değil mi?
“Güvence, paha”, yine konuşkanlığın yarı sessizlik eşiğine yönelişi söz konusu: Çağ eleştirisi, kısa, katı, net:
“Güneş ağzımı arıyor, yok sayıyor
Bende ışığı kalmış günleri.”
ANLATAN ŞAİR, DİZE KURAN ŞAİR
“Taptuk’a yazılanlar.”
Taptuk, kitaptaki eski tarihli şiirlerden (2011) bir tür haberci şiir belki de inşa sürecinde. İkili bir evren tasavvuruyla kurulmuş şiir: “Bir yanda kalbimden yaptığım dergah” ve “Bir yanda eğri odunların yandığı dünya”; “Görene sayda, görmeyene her yanım/dişbudak.”
Anlatımcı, tasvire dayalı şiir ile dizeyi temel birim olarak gören inşacı (Necmiye Alpay, “dizesellik” demişti buna, eski bir kitabını okurken Mungan’ın) diyebileceğimiz şiir iç içe geçiyor. “Anlatımcı” yanı hep güçlü olan ve anlatımını bir tür yoğun konuşkanlık haline yaslayarak sürdüren Murathan Mungan şiiri bu kitapta tamamen yer değiştiriyor: Dizeye, bazen tek kelimenin dize işlevi gördüğü eksiltmeli ifade tarzına yaslanan şiir, anlatımcı, konuşkan şiirle yer değiştiriyor. En düz söyleyişle bu kitaba kadar daha çok “konuşkan” bir Murathan Mungan ile tanıştık, bu kitapta ise susmaya, sessizliğe yönelen bir Murathan Mungan öne çıkıyor.
“Kül sessizliği,
Bir yerlerde dünyanın teli koptu”
“Konuşkanlık”, şairin politik tutumlayla ilgilidir esasen ve kitapta da bazı şiirlerde yine çıkıyor. Saf şiire değil, dünyalı, yaşayan şiire kapı açmanın yolu “konuşma”ya yaslanmak. Şiirden, söz lehine, politik tutumu dermeyan eden söz lehine feragat. Bu daima bir risktir, şiirin politik lehine daralması riski. Buna rağmen Murathan Mungan şiiri daima şiirdir, elbette, fakat politikasız bir poetik tutuma razı gelmemenin bedeli olarak şiirselliğini seyreltmeye karar vermiş bir şiir. Ki kitaptaki “Muasır medeniyet seviyesi” şiiri, bu tercihin en kuvvetli örneklerinden biri.
“Erken” şiiri, sitemkar failin öyküsünü çocukluktan değil, toyluktan başlatıyor: “Kelimeler arardım içimdekilere çok erken.”
Bu arayış, konuşkan Murathan Mungan’ı üreten tarihtir de bir bakıma: ilk iki kitabı kelime arayışının bir tür arkaizme vardığı, okuru değil şairin bile güncel dünyasına uzak kelime ve söyleyiş arayışının ürünüdür örneğin. Çağ Geçitleri bu bakımdan “başlangıç”ta hayli uzağa düşer gibi: Kelime aramak yerine güncel hayatın sıradan nesne ve kelimeleri işe koşuluyor bu sefer. “Bıçaktaki kan” olarak temizleniyor dilden, kelimeler.
ENTELEKTÜEL ŞAİR
“Açığa yazılanlar”, entelektüel hamlelerin, düşünsel çıkışların lirizmi muhafaza etme çabasıyla eşliğinde bir tür gösteriye dönüştüğü bölümü kitabın. Entelektüel eğilimler tıpkı politik eğilimler gibi, şiirde risk alma anlamına gelir. Murathan Mungan şiiri, daima risk alan bir şiirdir esasen.
“Öznesizliğin belirsizliği” veya “Varoluştan özneye” gibi şiiri değil, herhangi bir düz yazı metnini de değil, akademik ya da düşünsel metinlerle karşı karşıya olduğuuzu düşündürecek ifadeler şiir adı ya da başlangıcı olabiliyor mesela; hatta, “Oksijen” gibi fizik ya da kimyaya gönderen bir sözcük ya da “teorem” gibi matematiğe veya düşünsel işlere gönderen bir sözcük tercih edilebiliyor aynı şekilde. Murathan Mungan’ın “deneysel” yanının girdiği ve şiir için daima risk oluşturan bu oyun, “Buz, buzul” şiirindeki müthiş lirik zirveyle bitebiliyor:
“Buradayız ama bize daha çok var.”
Deneycilik, bölümün sonundaki “Varoluş ısrarı bu” şiirinin son dizesinde üstü çizili sözcüklerin kullanılması ucuna kadar varabiliyor; sanki bir Derrida ya da Agamben metni ile karşı karşıyayız:
“henüz akıl yetmiyor orada olanları burada açıklamaya”
İKİ FAİLLİ ŞİİR
Kitapta en az iki fail var, biri sitem eden itiraz eden, protesto eden, tanımlayan, sıfatlayan, sanki teorik bir meseleden bahsediyor gibi duran konuşkan bir fail. Biri anımsayan, içlenen, duygulanan ve duyuran fail. Epik ile lirik, politik ile lirik, düşünsel (yani teorik, yani nazari) ile lirik, iç içe geçiyor. Belki de bu yüzden, bakmak, geçmekten sonra şiirin en çok göze çarpan fiillerinden.
Kitabın entelektüel göndermeleri, “Prodüksiyon” şiirini Zizek’in “nesnel şiddet/öznel şiddet” ayrını eşliğinde okumaya davet edebilir, mesela. Bir çağ-devlet ve ideoloji eleştirisi olan “Muasır medeniyet seviyesi”, Mungan’ın politik lehine poetik tavizler verme riskini göze aldığı şiirlerden biri: Bir yanıyla tüm politik metinler gibi konuşkan, bir yanıyla aynı konuşkanlığın şiirden götürebileceklerine razı gelmeyen lirik ısrarla kuruluyor. Türkçede (çevirileri düşünerek “Türkçe” dedim, yoksa “Türk şiiri” dememenin ne şiire ne politikaya bir faydası var) okuyabilceğimiz az sayıdaki politik şiir başyapıtı niteliğinde bana göre. Sadece şiirsel, sadece politik bir olgunmlaşma değil, “varoluşsal” bir olgunlaşma da hakim kitaba. “Bulunduğumuz yaka”, hem riskli ikili karşıtlıklara hem de kitaba sıfat olabilecek “olgunlaşma”nın yaşlılık ve ölüme hazırlanma bilgeliği eşliğinde belirdiği şiir:
“Madem geldim
benim de adımı bir yaprağa yazın
adım düşsün toprağa
ben kalırken uzaklaşsın adım
adım.”
İNCE İŞLER, NEYDİ?
“…
hem ağır işçilik hem ince iş
kâğıdın beyazını yontmak”
Gülten Akın denilince, “Ah, kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya” dizelerini anımsamak otomatiğe bağlanmış gibidir; Gülten Akın göçtüğünde “inceliklerin şairi” sıfatı çokça anılmıştı hatırasını yad etmek için. Murathan Mungan ince şeylerin, ince işlerin ne anlama geldiği şerh ediyor böylece: “Kağıdın beyazını yontmak.”
Ki bu ifade, “konuşan” ve “anlatan” şairin, susmaya, sessizliğe yönelişinin en iyi ifadesi belki de: Kağıdın beyazını yontuyor sessizce, kelimelerden bir heykel olarak çıkıyor karşımıza.
Kitap, bu türden göndermeler açısından da hayli zengin, kimi açık kimi örtük bir göndermeler ağı aynı zamanda bütün metin: İlhan Berk, Ece Ayhan, Fazıl Hünü Dağlarca, Yahya Kemal, Sait Faik, Lorca, Nazı Hikmet, Ritsos-Seferis-Elitis üçlüsü…
Kimi zaman adlı adınca, kimi zaman ad olmasa da açık, kimi zaman da örtük göndermelerle okura eşlik ediyor kitap boyunca.
Kitap, “Bir şiiri” ile bitiyor; kitap bitiyor ama şiir bitmiyor, virgüllü bir dize ile sonlanıyor. “Konuşarak” bitiyor kitap, ama konuşan kişi bir konuşmanın dinleyicisi olarak süren söyleşiye bir ara isteğini dile getiriyor, üstelik konuşmaktan çok dinlemek kararında bir ara isteği: