Kooperatiflerin sorunları yasa değişikliğiyle çözülür mü?
Bu hafta yapılan yasa değişikliğini olumlu bir adım olarak görmek mümkün. Fakat bu adımın gerçek anlamda bir dönüşüm yaratması için ek düzenlemeler kaçınılmaz.
Aslıhan Aykaç Yanardağ*
Kooperatif kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi bu hafta meclis gündemine alınarak yasalaştı. Kanundaki değişikliklerin büyük bir kısmı kooperatiflerin yasal sorumlulukları, bürokratik işlemler ve idari süreçlerini kapsıyor. Genel kurul toplantılarının elektronik ortamda yapılması, ortakların bilanço ve denetçi raporlarını elektronik ortamda inceleyebilmesi, ortakların genel kurula katılım bilgilerine kooperatif bilgi sistemi üzerinden ulaşabilmesi idari süreçleri kolaylaştıran bazı yenilikler. Kadın ve engelli bireylerin kurduğu kooperatiflerin tescil ve ilan ücretlerin muaf tutulması da bu kesimlerin içerilmesine yönelik olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Bunun yanı sıra, yönetim kurulu üyeleri ve yedeklerine eğitim zorunluluğu, belirlenecek kooperatifler ve üst birliklere dış denetim zorunluluğu, kooperatif ve üst birliklerin genel kuruluna Bakanlıktan temsilci talep etme zorunluluğunun gelmesi de kooperatiflerin işleyişinde daha fazla denetim ve kurumsallaşma beklentisine yönelik düzenlemeler olarak yorumlanabilir. Bütün bunlar gerekli, fakat kooperatiflerin gelişimi için yetersiz düzenlemelerdir. Özellikle, kooperatif yasasının yürürlüğe girdiği 1969 yılından bu yana dünyada ve Türkiye’de kooperatifçiliğin ne kadar değiştiği göz önüne alındığında bu tür yüzeysel iyileştirmelerin Türkiye’deki kooperatif girişimlerinin gelişimi, ekonomiye katkısı, istihdam yaratma ve sosyal güçlendirme potansiyeline ne derece etki edeceği tartışılır. Yeni düzenlemede yer alan Kooperatif Bilgi Sistemi ise zaten kurulmuş durumdadır, ancak henüz verimli olarak kullanıldığını söylemek mümkün değildir.
KOOPERATİFÇİLİĞİN YEDİ TEMEL İLKESİ VE KOOPERATİFÇİLİK KANUNU
Yasalar belli toplumsal ihtiyaçları karşılamak, toplumsal düzenin sağlanmasında belli bir amaca hizmet etmek için inşa edilirler. Toplumsal değişime paralel olarak yasaların da yeniden düzenlenmesi gerekir. Bu hafta gerçekleşen yasal düzenlemelerle ilgili iki unsurun dikkat çekmek gerekir. Mevcut kooperatif kanunu ve yapılan yeni düzenlemeler kooperatifçiliğin evrensel temellerini –gönüllü ve herkese açık ortaklık, ortaklar tarafından gerçekleştirilen demokratik yönetim, ortakların ekonomik katılımı, özerklik ve bağımsızlık, eğitim, öğrenim ve bilgilendirme, kooperatifler arasında işbirliği, topluma karşı sorumlu olma- ne derece karşılamaktadır? İkinci bir soru ise, yeni düzenlemeler yeni kooperatifçilik yaklaşımında öne çıkan sosyal kooperatifçilik, platform kooperatifçiliği, yenilenebilir enerji ya da hizmet kooperatiflerinin taleplerini ne derece karşılıyor? Yasal düzenlemelerin toplumsal dinamikler ve ekonomik yapıdaki değişikleri yakalaması beklenir, yeni kooperatifçiliğin faaliyet alanlarına yönelik yasal düzenlemelerin eksikliği kaynakların etkin kullanımına engel olur, özellikle insan kaynağının atalete itilmesine neden olur.
BİR İŞLETME OLARAK KOOPERATİF
Kooperatifler gerek üretim gerekse tüketimi ve bölüşümü örgütleyen ve ortak fayda sağlamayı hedefleyen birer ekonomik işletmedir. Bu genel haliyle kooperatifler kapitalist bir sistemde ya da sosyalist bir sistemde varlık gösterebilirler. Kooperatiflerin kuruluşu ortakların katkı payıyla başlar, yürütülen ekonomik faaliyetin getirileriyle devam eder. Bu işleyişte önemli olan, kooperatifin uzun soluklu olması, yani sürdürülebilirliğidir. Bunun için de evrensel kooperatifçilik ilkelerine de uygun bir biçimde üretimin, bölüşümün ve bunların düzenlenmesindeki karar alma süreçlerinin kapsayıcı, şeffaf ve demokratik bir biçimde yürütülmesi gerekir. Örneğin bir kooperatifin gelirlerini değerlendirirken risturn dağıtmak ya da sermaye artırımına gitmek konusundaki kararının ortaklar tarafından kolektif bir biçimde karara bağlanması gerekir.
Ne yazık ki Türkiye’de başarısız kooperatiflerin sayısı görmezden gelinmeyecek kadar çok. Bu başarısızlıkların en önemli nedeni kısa vadeli maddi getirilere verilen önceliğin uzun vadeli ve kalıcı kalkınma hedeflerine tercih edilmesi. Ekonomik getiri kısa zamanda beklenen düzeye gelmediğinde üyeler kurulum aşamasındaki heyecanını yitiriyor, hayal kırıklığına uğruyor. İkinci bir sorun sıklıkla yönetim kurulu ve/veya kooperatif liderinin eşitlikçi bölüşüm anlayışından yoksun bir paylaşıma yönelmesi. Bunun en yakın örneği Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürü Fahrettin Poyraz’ın 180.000 TL yerine 62.500 TL maaş aldığını beyan etmesi oldu. Kuşkusuz Fahrettin Poyraz, bu bölüşüm sorununun tek örneği değil. Özellikle Tarım Kredi Kooperatifleri, Pankobirlik gibi üst birlik olan ve aşırı finansallaşmış örneklerde bu türü bölüşüm sorunları yaygın. Kooperatiflerin üst kuruluşların çatısı altında birleşmesi ve bunun şirketleşme ve finansallaşmayla tamamlanması kooperatifçiliğin demokratik ve eşitlikçi yapısına gölge düşüren bir hiyerarşi yaratıyor. Gerçek bir yasal reform, hiyerarşik yapıların neden olduğu sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri engellemeyi hedeflemeli.
Kooperatiflerin karşı karşıya kaldığı bir başka sorun da piyasada rekabet gücünün sınırlı olması, bu nedenle sıklıkla dış kaynaklardan destek almaya ihtiyaç duymaları. Kooperatiflerin kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için ve beklenen ekonomik katkı, istihdam yaratma gibi hedefleri karşılayabilmeleri için piyasa aktörlerine karşı daha dirençli olmaları gerek. Yapılacak yasal düzenlemelerin kooperatiflerin rekabet gücünü doğrudan olmasa da dolaylı olarak artırması, örneğin maliyetlerini düşürmesi, kooperatiflere uygun vergi düzenlemesine imkân tanıması, kamu ihalelerinde yer almaları için alan açması beklenebilir.
BİR SOSYAL GÜÇLENDİRME ARACI OLARAK KOOPERATİF
Kooperatifler yalnızca ekonomik işletmeler olarak değerlendirilemez. Kooperatifler aynı zamanda, ekonomiye katılım imkânı bulamayan, ayrımcılığa ve sosyal dışlanmaya maruz kalmış, toplumun belli kesimlerinin sahip olduğu imtiyazlardan yoksun, sistemin dışına itilmiş dezavantajlı kesimlerin sisteme dahil edilmesi için hayati bir önem taşır. Uzun dönem işsizlikle karşı karşıya kalanlar, eski hükümlüler, göçmenler ve mülteciler, kadınlar, ne eğitimde ne de istihdamda yer alan gençler hem ekonomik hem de sosyal açıdan kırılgan grupların başında gelir. Kooperatifler tabandan gelen, yerel dinamikler üzerinde inşa edilen ve katılımcı yapılarıyla bu kesimlerin ekonomiye dahil olmasına ve sosyal açıdan güçlenmesine destek olur. Kooperatifçiliği sosyal korumaya yönelik sosyal güvenlik ağlarından ya da geleneksel hayırseverlik etkinliklerinden ayıran temel unsur, ortakların aktif olması, üretim sürecine katılması ve karar alma süreçlerinde de yer alması. Kırılgan kesimleri pasif faydalanıcılar olarak görmek yerine aktif yurttaşlar olarak sosyal ve ekonomik süreçlerin içine dahil etmek çok yönlü kazanım sağlar.
Son yapılan yasa değişikliğinde kadınlar ve engellilerin kuracağı kooperatiflerle ilgili bir iyileştirme olsa da kırılgan kesimlerle yalnızca bu iki grupla sınırlı değil. Yasa değişikliğinin hangi gerekçeyle yalnızca bu iki gruba odaklandığı ve ekonomik olarak aktif olmayan, ayrımcılığa maruz kalan diğer kesimlere aynı kolaylığı göstermediği de belirgin değil. Burada önemli olan toplumun tamamını kapsayan, farklı kooperatif türlerinin yine farklı faaliyet alanlarında örgütlenmesine destek olacak genel değişiklikler ve iyileştirmeler yapılması. Örneğin tiyatro kooperatifleri, enerji kooperatifleri, sosyal kooperatifler de gelişme potansiyeli olan, geliştikçe ülke ekonomisine sosyal ve ekonomik katkı sağlayacak alanlar olmasına rağmen doğrudan desteklenmeyen kategoriler.
BİR SİYASİ PROPAGANDA ARACI OLARAK KOOPERATİF
Neoliberal ekonomi politikalarının neden olduğu eşitsizlik, sosyal güvenlik ağlarının zayıflamasından kaynaklanan yoksullaşma ve kronik işsizlik, düşük işgücüne katılım oranları gibi yapısal sorunlar göz önüne alındığında alternatif ekonomik arayışların, dayanışma ekonomilerinin ve kooperatiflerin bir çare olarak görülmesi şaşırtıcı değil. Ancak şaşırtıcı olan, bu girişimlerin önemli bir kesiminin yerel dinamikler ve vatandaş inisiyatifleri yerine belediyeler, sivil toplum örgütleri ya da düşünce kuruluşlarının öncülüğünde kurulması. Kooperatiflerin dış kaynaklardan destek alması ve dış paydaşlarla iş birliği yapması anlaşılır bir şey ama doğrudan dış kaynaklar tarafından kurulması, evrensel kooperatifçiliğin katılımcı ve demokratik yönetişim anlayışıyla bağdaşmıyor. Dışarıdan desteklenen kooperatiflerin bağımsız ve kendi ayakları üzerinde duran ekonomik yapılar olma motivasyonları sınırlı oluyor, çünkü hali hazırda verili kabul ettikleri bir destekle yola çıkıyorlar.
Sivil toplum örgütleri ve düşünce kuruluşlarının desteğiyle kurulan kooperatiflerde sıklıkla yabancı fonlar kullanılıyor, gelen fonun önemli bir kısmı bu kuruluşlar için kullanılırken geri kalanı da kooperatif kurulumunda kullanılıyor. Ancak bazı durumlarda, kooperatifin kurulması amaç değil, yabancı fonlardan faydalanmak için araç oluyor. Bu nedenle birçok kooperatif de fon ve kurumsal destek tükendiğinde kendi başına ayakta kalacak kapasiteden yoksun kalıyor.
Kooperatifin dış paydaşlarla yapacakları iş birliklerinin evrensel kooperatifçilik anlayışıyla uyumlu olması bir zorunluluk, bu zorunluluk yasal düzenlemeyle garanti altına alınabilir. Kooperatifçiliğin ekonomik ve sosyal hedeflerini bu evrensel ilkelerden sapmadan ve başka aktörlerin aracı olmadan gerçekleştirmeleri yasal, kurumsal ve sosyal desteklerle sağlanabilir. Bu sayede kooperatifçilik ilkelerini hayata geçirememiş, ölü doğmuş yapılar yerine ortaklarına fayda sağlayan ve paydaşlarıyla dengeli ilişkiler yürüten uzun soluklu kooperatifler kurmak mümkün olabilir.
Bu hafta yapılan yasa değişikliğini olumlu bir adım olarak görmek mümkün. Fakat bu adımın gerçek anlamda bir dönüşüm yaratması ve kooperatiflerin sosyal ve ekonomik kalkınmaya katkısını en üst düzeye taşıyabilmesi için ek düzenlemeler kaçınılmaz. Bu düzenlemelerin ancak ve ancak kooperatiflerin ve ortaklarının, üst birliklerin, ilgili sivil toplum kuruluşlarının, bakanlık temsilcilerinin ve katkı sunacak tüm paydaşların katılımıyla yapılması gerektiği, kapsayıcı, demokratik ve şeffaf bir biçimde yürütülmesiyle gerçekleşeceği ise gözden kaçırılmamalıdır.
*Prof. Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü