Kamu-özel işbirliği modeliyle yapılan 1915 Çanakkale Köprüsü,
sayılara yansıyan cesameti ve maliyeti ile, beklendiği gibi,
tartışma konusu oldu.
Köprü, “en”lerin projesi olarak anılıyor.
4 bin 608 metre uzunluğu ile dünyanın en uzun “orta açıklıklı”
köprüsü…
Kuleleri, 300 metre yüksekliğindeki Eyfel’i geçiyor…
Kablo sistemini oluşturan (162 bin kilometrelik) tel, dünyanın
çevresini 4 kez dönebilecek uzunlukta…
Yapımda kullanılan 227 bin metreküplük beton ile 100
metrekarelik 5 bin 900 adet dairenin yer aldığı 25 bin nüfuslu bir
ilçe kurulabiliyor…
Ve yatırım bedeli 2 milyar 545 milyon Euro.
İktidar cenahı sayılara yansıyan bu “en”lere vurgu yapsa da
muhalif kesimler köprünün kamu bütçesine yük olacağı endişesiyle
maliyetini öne çıkarıp, bunun da diğer “en”ler gibi, şehir
hastaneleri, duble otoyollar ve havaalanları gibi, devlete değil
müteahhitlere para kazandıracak yeni bir inşaat faaliyeti olduğu
üzerinde duruyorlar.
Basit aritmetik hesapları bu tezi doğrular gibi dursa da
bacakları çok da uzun olmayan zaman, kazananın kim olduğunu yakında
gösterecektir.
1915 Çanakkale Köprüsü, bir “hasılat ürünü” olması dışında,
aslında “en”lerin projesi olarak anılmasına sebep olan büyük
boyutlarıyla da dikkat çekici bir ürün.
İktidarın köprünün büyüklüğüne vurgu yapıp bunu öne çıkarması
boşuna değil. Kudretini gösterdiği yer orası. O 4 bin 608 metre
uzunluk, Eyfel’i aşan o yükseklik, iktidarın cesimidir.
Yani sadece maddi değil manevi yönüyle de kamuya abanan bir
yapıdır o.
Büyük boyutlu yapılar zaten her zaman manevi sorunlar
yaratmıştır.
Çünkü yapı, “en görsel sanat”dır, en görünür olandır.
Brunelleschi’nin Santa Maria del Fiore Katedrali’ne yaptığı o
devasa kubbe, Hristiyanlığın mukaddes simalarını donuk tasvirler
olmaktan çıkartıp ışıklı, capcanlı çizen Rönesans resminden daha
çok sorun yarattıysa tamamen bundandı.
En görünür olması, ideoloji yayıp hegemonya kurmak isteyenlerin
gözünden hiç kaçmadı; kudretlerini onunla görünür kıldılar.
Ninova’dan Paris’e, Babil’den New York’a, tarih boyunca kentleri
dolduran büyük yapılar, devlet ideolojilerinin taş, tuğla, demir ve
betonda cisimleşmiş ifadesi oldular.
Göğü tırmalaya tırmalaya semâyı işaret eden devasa yapılar,
semâvi özlemlerden ziyade dünyevi ihtirasların
işaretleriydiler.
Bunlar, binlerce yıldır toplumun efendilerini
yüceltmekteler.
Tarihin bütün efendileri yapıyı ve inşaatı bu şekilde
kullandı.
Firavunları, Sezarları hatırlatmaya gerek var mı?
Ama Firavunlar, Sezarlar, ya da kendisini Roma tanrısı Mars
olarak tasvir eden bir heykel bile yaptırmış olan Napolyon gibi
narsistik dürtülerin kontrolündeki önderler sadece uzak geçmişe ait
değiller.
Modern dünya da narsisizmden nasibini fazlasıyla aldı ve
alıyor.
Mussolini, “İtalyan mimarisini yozlaşmaktan kurtaran adam”dı. Ve
nihayet, “Şayet Almanya (Birinci) Dünya Savaşı’nı kaybetmeseydi,
ben bir politikacı değil, bir mimar, Michelangelo gibi bir şey
olurdum” diyen de Almanya’nın her şeydeki “en”i Hitler’di.
En görünür olma özelliğiyle yapılar, fiziki kullanım amaçları
yanında iktidarın kudretine ilişkin manevi sebeplerle de
yapılmıştı.
Tarihin gördüğü bütün büyük yapılar, Kelt ve Gal taş sütunları
ya da Empire State, Babil Kulesi ya da Burç Halife, Mısır
piramitleri ya da Burj Al Arab, yapılma sebeplerinin dolaysız
fiziki amaçlarından başka bu türden manevi sebeplere de bağlılık
gösterirler.
1915 Çanakkale Köprüsü de böyle bir bağlılığın emsalidir.
4 bin 608 metre uzunluğu ile “dünyanın en uzun orta açıklıklı
köprüsü” olan 1915 Çanakkale Köprüsü, şüphesiz, büyük liderin
yönetimindeki büyük Türkiye inancının simgelerindendir. Büyük
ihtimalle, en başından beri, kendisini görecekler için inanmayla
görme arasında irtibat sağlayacak bir “görsel sistem” olarak
düşünülmüştür; büyüklüğü ve cesametiyle, kudretin ve haşmetin
verebileceği bütün görsel etkiyi vereceği tasarlanmıştır.
Büyüklük, bir yapıya kendisini Erdoğan Türkiye’si imgeleminin
vazgeçilmezi kılacak görselliğe erişme imkânı vermektedir. Yapılan
hastanelerin, havaalanlarının, camilerin, yolların birer yapı
olarak özgün karakteri budur. Sayılara yansıyan heybeti, benzeri
bütün yapılar gibi bu köprüye de özgün karakterini vermiştir; o da
kendisini Erdoğan Türkiye’si imgeleminin vazgeçilmezi kılacak
görselliğe erişme imkânını böylece bulmuştur.
Bu köprü her şeyiyle Erdoğan Türkiye’sine aittir. Somut olarak
Erdoğan Türkiye’sinin toplumsal dünyası içinde var olmuş, bu yüzden
de Erdoğan Türkiye’sinin sabit unsuru haline gelmiştir.
Nasıl ki şatolar, burçlar ve gotik kiliseler kendi fiziki
amaçlarının yanında Ortaçağ imgelemine unutulmaz manzaralar
bağışlamış yapılarsa, 1915 Çanakkale Köprüsü de iki kıta arasını 6
dakikada geçmek gibi fiziki amacının yanında, Beştepe Külliyesi ya
da Büyük Çamlıca Camii gibi, Erdoğan Türkiye’si imgelemine
unutulmaz manzaralar bağışlamaya aday bir yapıdır.
1915 Çanakkale Köprüsü, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’ni
simgeleyen 318 metrelik kuleleri, Seyit Onbaşı'nın sırtında
taşıdığı top mermisini sembolize eden, 4 kulenin de tepesinde yer
alacak, her biri 75 ton ağırlığında ve 20,5 metre yüksekliğindeki 4
top mermisi figürleriyle kesinlikle kendisini görme arzusu
uyandıran ikonik bir yapı.
Böyle olmasaydı bile epeyce insanı çekeceğine yine de emin
olabilirdik.
Büyük olan her zaman güzel olmak zorunda değilse de her zaman
rehber kitapçıklarına girme şansı vardır.