Kördüğüm ilişkiler
Brüksel’de politikacılar 15 Temmuz sonrası Erdoğan’ın kendi otokrasisini kurmaya çalıştığında hemfikir. Eğer AB, Türkiye’nin İslamlaşmasını ve otokratikleşmesini gerçekten engellemek istiyorsa, bunu ancak siyasi ve ekonomik kararlarla yapabilir.
Ayşegül K. Duman
KÖLN- 15 Kasım’da Almanya Dışişleri Bakanı Franz W. Steinmeier ve mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu’nun yaptıkları ortak basın toplantısında, kameralar önünde Çavuşoğlu Almanya’yı açıkça “çifte standartlı ve iki yüzlü” olmakla suçladı. Bundan iki hafta önce Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Almanya ve Batı için benzer ifadeler kullanmıştı. Buna sebep, daha önce burada da yazdığım gibi, son dönemde Türkiye’den mülteci başvurusunda bulunan kişilerin isim listesini Almanya’nın vermeyi reddetmesiydi. Ama Çavuşoğlu’nun son basın toplantısında eleştiriyi aşan ve nezaket kurallarını zorlayan bir üslupla Almanya’yı suçlamasının en önemli sebebi büyük ihtimalle, Türkiye’de casuslukla suçlanan gazeteci Can Dündar’ın Federal Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck tarafından kabul edilmesiydi.
Basın açıklamasının yapıldığı gün aynı zamanda “15 Kasım Tutuklu Yazarlar Günü”ydü. O gün Türkiye’deki baskıyı anlatan, demokrasi, düşünce ve basın özgürlüğünde dünya kamuoyundan destek isteyen Cumhuriyet gazetesi yazarlarının ortak kaleme aldıkları mektup, aralarında Frankfurter Allgemeine Zeitung, Süddeutsche Zeitung, Der Spiegel gibi ülkenin önemli yayın organlarının da bulunduğu 30 farklı gazetede ortak yayınlandı.
Skandal sayılabilecek basın toplantısının etkileri devam ettiği sırada bu sefer de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Birliği’ne “Aralık ayı sonuna kadar Türkiye ile ilgili kararını versin, yoksa üyelik konusunu referanduma götürürüm” tehdidi gündeme düştü.
Son gelişmelerin yanı sıra, 16 Kasım'da AB Parlamentosu başkanı Martin Schulz'un AB delegasyonu ile Ankara’ya yapacağı ziyaret, Ankara’nın AB parlamentosu raportörü Kati Piri’yi heyette istememesi sebebiyle iptal edildi. Tüm bu ciddi gerginlik ve restleşmeler sonrasında küçük eleştiriler dışında Avrupa Birliği’nden beklenen yaptırımlar bir türlü gelmiyor.
18 Kasım'da Spigel Online’da Peter Müller Avrupa Parlementosu Sosyal Demokrat Grup Başkanı Gianni Pitella ile yaptığı röportajda Pitella, “Avrupa sosyal demokratlarının Türkiye’de gazetecilerin, parlamenterlerin, avukatların tutuklanmalarına sessiz kalamayacağını, Türkiye’de gidişat böyle devam ederse, AB müzakerelerinin durdurulması gerektiğini, önümüzdeki günlerde Strazburg’da bu talebi içeren bir önerge vereceklerini” açıkladı. Eğer Avrupa Parlementosu bu kararı alırsa, bu sadece politik bir uyarı niteliğinde olacaktır ve herhangi bir yaptırımı olmayacak. Asıl Aralık ayı ortasında toplanacak olan Avrupa Birliği üye ülkelerinin zirve toplantısında alınacak karar önemli. AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Johannes Hahn, üye ülkelerin artık Türkiye ile ilgili nasıl devam edecekleri konusunda kesin karar vermelerini talep edecek. Ama biliyoruz ki, bu konuda üye ülkeler fikirbirliği içerisinde değiller. Avusturya ilişkileri tamamen durdurmaktan yana, hatta Avusturya Dışişleri Bakanı Stephan Kurz, AB ile Ankara arasında yapılmış olan mülteci antlaşmasının bile iptalini isterken, Büyük Britanya bu konuda suskun ve çekimser bir tutum sergiliyor. Britanya Dışişleri Bakanı Boris Johnson, “Türkiye’yi köşeye sıkıştırmamalıyız, ortak çıkarlarımıza karşı olacak herhangi bir aşırı tepki vermemeliyiz” diye açıklama yaptı. Mülteci krizinden en çok etkilenen Yunanistan ve Bulgaristan da bu konunun onlara yük olmasından korktukları için, Ankara ile ilişkileri zorlaştırmaktan yana değil.
AB Parlamentosu Başkanı Schulz da, Brüksel’deki diğer politikacılar da, 15 Temmuz sonrası Erdoğan’ın kendi otokrasisini kurmaya çalıştığında hemfikir. Buna rağmen Schulz, AB görüşmelerini durdurmaktan yana değil. Mindener Tageblatt’a verdiği röportajda “Diyaloğu kesmek hiçbir zaman ilerletici birşey değildir, tersine görüşmeleri durdurmakla muhalefete ve tutuklulara yardım etme ihtimalimiz de kaybolur. Ancak Ankara hükümeti idam cezasını gerçekten yeniden yasallaştırırsa, görüşmeler zaten kendiliğinden durur” dedi.
Schulz’un yaptığı bu açıklamalar elbette önemli. Avrupa kültürü içerisinde sorunları konuşarak çözme geleneği güçlü. Ayrıca; hükümetler gelir geçer, devletlerarası ilişkiler kalıcıdır! Bu da Avrupa’nın önem verdiği değerleri gözardı etmeden, politika yapmaya, mantıklı ve sakin hareket etmeye zorluyor. Almanya’da 7 milyona yakın Türkiye kökenli bir nüfüs var: onları gözardı ederek, rencide edecek bir yaptırımdan da korkuluyor -bunların hepsi anlaşılır gerekçeler. Ama Steinmeier’in basın açıklamasında Almanya’yı savunurken, IŞİD ile PKK’yi, Erdoğan gibi, aynı cümlede geçirmesi ne kadar zorunluydu? Burada yaşayan 7 milyon Türkiye kökenli nüfüsun ciddi bir kısmını da, Türkiyeli Kürtler’in oluşturduğunu unutmuş olabilir mi gerçekten! Üstelik Türkiye’nin anti-demokratik gidişatından en çok ve en başta zarar görenler Kürtler ve politikacılarıyken. Oldukça tecrübeli bir siyasetçi olan Steinmeier, daha ince bir zekayla bu suçlamaları geri çevirebilirdi.
Yine Ekim ayından bu yana Almanya’ya Türkiye’den iltica etmek isteyenlerin sayısı ciddi bir yükselişte. Bunların arasında Almanya’da NATO içerisinde görevli olan subaylarında olduğu sır değil. Bu sorunlardan Almanya sadece Kürtler’i kriminalize ederek çıkabilecek mi, ayrı bir soru.
Avrupa Birliği’nin uygulayacağı ekonomik yaptırımlar olmaksızın, yapacağı herhangi bir uyarı, Ankara’da karşılık bulacak bir çözüm değil! AB’nin alacağı siyasi kararlar, iç siyasette Erdoğan gibi tek adam iktidarı isteyen yöneticilerin ekmeğine yağ sürüyor. Yıllar içerisinde Türkiye halkının en azından kendisine destek veren kısmını, AB’nin gereksizliğine zaten ikna etmiş durumda. “İlişkileri durdururuz” yönünde tüm uyarılar Erdoğan siyasetinin elini güçlendirmekten öteye geçmiyor. Avrupa Birliği’nde ise özellikle liberaller Türkiye ile tam üyelik yerine, Gümrük Birliği konumunu genişletmekten yana. Bu yılın sonunda Avrupa Birliği ile Türkiye arasında bu antlaşma sağlanabilir. Türkiye Gümrük Birliği’nde daha güçlü yetkiye sahip olursa, zayıflamış olan Türkiye ekonomisi yeniden güçlenecektir. Ekonomik sorunları ortadan kalkmış bir Erdoğan yönetiminin varacağı yer de, daha güçlü ve kalıcı bir Erdoğan iktidarı demek olur. Çünkü bu antlaşma Erdoğan’ı, AB üyeliğinde gelmek istediği noktaya taşıyacaktır. Böylelikle Erdoğan, AB’nin müzakereler ve tam üyelik için talep ettiği demokrasi ve insan hakları ile ilgili tüm reformları yapma sorumluluğundan kurtulmuş olur. AB içinse Türkiye’yi tam üyeliğe almak gibi büyük bir yük ortadan kalkmış olur. Bu senaryo gerçekleşirse AB, Türkiye muhalefetine ve demokrasi talep edenlere çok sert bir darbe vurmuş olur.
Eğer AB gerçekten, Türkiye’nin İslamlaşmasını ve otokratikleşmesini engellemek istiyorsa, bunu siyasi ve ekonomik kararlarları ortak alıp uygulamak zorunda.
Dün Yeşiller Partisi’nin dışişlerinden sorumlu politikacısı Jürgen Trittin, üye olduğu NATO parlamentosu toplantısında yaptığı “Almanya’nın Türkiye’yle silah ticaretini de durdurması gerekiyor” önerisi gerçekten uygulanmalı. Ancak tüm bu yaptırımların bir arada olması durumunda Türkiye demokrasisi yeniden işlemeye başlayacaktır.
AB’nin ve Almanya’nın tüm bu yaptırım kararlarını alması ve uygulaması en azından şu an için yüksek bir ihtimal değil. Bu durumda Türkiye ve Avrupa’daki, özellikle Almanya’daki muhalefetin ve muhaliflerin ortak mücadele etmek, birlikte doğru politikayı üreterek, toplumsal örgütlenmekten başka alternatifi yok. Bu durumdan çıkabilmenin asıl öznesi, hoşumuza gitsin veya gitmesin, bizleriz!