2019 yılı Türkiye’sinde 1993 yılında yaşanan olayın birçok yönden benzeri yaşandı. İlerleyememek gerilemek demek. Biz hiç yol kat edememişiz, evet. Olay gözlerimizin önünde cereyan etti ve ülkece dehşete düştük. Bir insanın yanarak can vermesini kendini paralarcasına isteyen bir kadının attığı “Yaksınlar o evi! Yakın!” çığlıkları gitmiyor kulağımızdan. Yanarak can vermesi istenen kişinin bu ülkenin ana muhalefet partisinin, aynı zamanda son yerel seçimlerde zinciri kırarak büyük başarılar elde eden bir partinin lideri olması ise ayrıca dehşet verici.
Aslında çok acılar çekmiş bir ülkenin metropolünde umutsuzluktan ruhu solmuş önemli bir çoğunluk için baharlı bir sabahtı. Bahar geri kalanları da kucaklamayı planlıyordu fakat kötülük geleceği düşünmez. Pat diye daldı kalabalığın ortasına. Canım bahar hepimizin kursağında kaldı. Kötülüğün amaçlarından biri de belli ki buydu. Her şeye rağmen Ekrem İmamoğlu muhteşem kalabalığı sevgiyle kucakladı. 31 Mart gecesinden itibaren bir kez daha “olsun yarın bahar tam olarak gelir” dedik. Olaysız dağıldık.
Hepimiz hemen hemen neyin, niçin olduğunu biliyoruz:
- Atatürk’ün kurduğu partiyi terörist gibi göstermek için yıllardır süregelen utanç verici stratejilerin bir parçası olduğunu,
- YSK’nın kararını bu yollarla etkilemeye çalıştıklarını,
- Kürtlerin oylarını alan CHP’nin cezalandırıldığını,
- Azmettiricileri,
- İktidarın birikmiş nefret dilinin buharlaşmadığını, ağzı salyalı katiller olarak geri döndüğünü,
- Şehit cenazelerinin yalnızca AKP-MHP ittifakının tekelinde olmadığını,
- Yapılanın en başta şehitlere saygısızlık olduğunu,
- Protesto değil linç girişimi olduğunu,
- Tüm vatandaşların güvenliğinden sorumlu bakanın olaydan sonra dahi çıkıp saldırıya mesaj diyerek ve ağzı salyalılara değer atfetmek suretiyle suçu meşrulaştırdığını,
- Herkes adına çıkıp çıkıp konuşan Cumhurbaşkanının bir ‘geçmiş olsun’u dahi çok gördüğünü,
- Akıllarınca aba altından şiddetle sopa gösterildiğini,
- Gerekenin bir an evvel yapılması gerektiğini, gereken yapılmadıkça suça onay verilmiş olacağı sebebiyle tehlikenin arşa çıkabileceğini,
- Paniklediklerini, bu sebeple daha da çirkinleşebileceklerini,
- Kazanılan belediyelerle uğraşacaklarını,
- AKP-MHP gerilimini,
- Konunun kendi kontrollerinden çıkabileceğini ve iç savaşa sürüklenebileceğimizi,
- Artan hukuki baskının daha da ezici hale geleceğini...
Ve daha nicesini konuşabiliriz.
Ama bu çirkin şeyleri zaten biliyoruz. Kafamıza vura vura öğrettiler. Biz biraz daha iyilik dolu konuşabiliriz bence. Çekilmek istenen girdapta boğulmayabiliriz.
Belli ki cezalandırılıyoruz. Biraz gözümüze fer geldi diye. Aklıma Külkedisi hikayesi geliyor böyle zamanlarda. Hak için, adalet için, özgürlük için çırpınanlar bu ülkede hep üvey evlat muamelesi görmüş bir şekilde. Evlerden, odalardan, ülkeden sürülmüş, kovulmuş. Çünkü iyilik kucaklayıcıdır, kovmayı dışlamayı düşünemez. Gelin görün ki dokuz köyden de kovulsa masalın esas kahramanı da onlardır. Kahramanlık iyiliğin üzerine inşa edilmiştir. Sırf bu sebepten bile sevinebiliriz.
Bir ihtimal değil gerçek olarak şunu söylemek mümkün: Yukarıda sayılan kötü sonların hiçbiri gerçekleşmeyecek. Niçin biliyor musunuz? O zincir bir kez kırıldı ve demir ökçe büküldü. Halk olanı biteni apaçık gördü. Zaten bütün öfke bu yüzden. Bunu hepimiz biliyoruz. Öfkenin kaynağı ise korkudur. Star Wars’ta Master Yoda’nın efsane sözlerine atıf yapmanın tam zamanıdır bence: “Korku, karanlık tarafa giden yoldur. Korku öfkeye; öfke nefrete, nefret ise acıya yol açar”. Dolayısıyla, öfke ve nefretle attıkları her adım kendi acılı sonlarını hazırlıyor aslında. Suçlu kendilerinden olmayanlar değil yani, kendileri.
Hep diyoruz ya “Sert olan kırılır” diye. İktidar kendi bekası için sertleştikçe halk güçlendi. Etki-tepki meselesi. Basit bir fizik kuralı. Bana sorarsanız ülkeyi yönetmeye niyetlenenlerin öncelikle bu kuralı öğrenmesi ve sindirmesi gerekiyor. Bu kuralı bir türlü kabul etmeyip, baskıyı artırmaya çalışanlar tarih sayfalarında utançla anılanlar. Bu kısım umurlarında olur mu, bilemeyiz.
Kahramanlık iyiliğin üzerine inşa edilmiştir diyoruz ya; Ekrem İmamoğlu’nun başarısının sırrı da burada gizli. Aslında gizli de değil, apaçık “sevgi”den bahsetti sürekli. Ayrıştırılmaktan bıkmış usanmış halka "Biz beraberiz" dedi, gülümsedi, sarıldı. Halk, soruşturma kağıdı değil, çiçek uzatan elleri özledi. Bir dostum dedi ki geçen; “Biliyor musun annem apolitiktir, ömrü boyunca siyasete ilişkin tek cümle kurmadı, okuma yazma da bilmez. Bizim orada önemli bir türbe vardır. Dün geldi dedi ki ‘Ekrem oğlum için mevlit okutacağım türbede, hazırlık yapmam lazım’. Bakakaldık öyle. Sevgi nelere kadir bak görüyor musun?”
Tüm o kadim kitaplardan beri anlatılan işte hep budur: Sevginin gücü. Nefretle yöneltilen yumruklar sevgiyle bükülüyor bir tek. En karanlık güçlerin bile sevgi dili karşısında eli ayağı birbirine dolanıyor, ne yapacaklarını bilemez halde kalıveriyorlar. Ekrem İmamoğlu'na teşekkürler, sayesinde koca bir ülke bir sırrı tekrar birlikte keşfetti. Bugünler geçer, geçmeye başladı bile, yeter ki sevgimiz, birliğimiz daim olsun.