Korkunun saltanat ve sefaleti

Seçim kampanyası süresince önümüze sunulan menüye baktığınızda, ikrah duygusuna kapılmamak elde değil. İsimler, sözcüler değişiyor ama korku hep başrolde. Kazandı, çünkü rakibi yok. Korku her şeyi tüketir, yok eder. Tarihin içindeyiz. Trajedinin ve komedinin. Korkunun doruğunda ve sonunda. Bizden öncekiler gördü, yaşadı, söyledi, yazdı. Onlara bakacağız ve ileri dönerek yaşayacağız, bilinçle, onun verdiği güven ve umutla.

Zeki Coşkun zekicoskun@gmail.com

14 Mayıs seçimlerinin tek bir kazananı var: Korku.

Korku kazandı ve kendi sınırlarını aştı. O nedenle peşin söyleyelim: Korku oyununun, saltanatının sonu geliyor. Çünkü, Attila İlhan’dan naklen, Yarın Artık Bugündür.

Sadece bu seçimlerde değil on yıllardır sahada, sahnede korku. Bu kez tartışmasız ve rakipsizdi. Herkesin zihninde, yüreğinde, dilindeydi. “Beka” üzerine inşa edilen şeflik - başkanlık  -anti demokrasi-  hareketi Cumhur İttifakı asli sermayesi korkuyu tepe tepe kullandı. Geceli gündüzlü boca etti herkesin üstüne. Yanındakilere, arkasındakilere de karşısındakilere de.

O hareket karşısında bir savunma hattı olarak kurulan Altılı Masa da “korku” üzerine kurulmuştu. Tartaklanan, dövülen, her türden tehdit ve saldırıya uğrayan profesyonel politikacılar, gidişatın iktidar bloğu dışındakilere varlık ve hayat hakkı tanımamaya uzanmakta olduğunu gördükleri için “parlamenter sistem”e sarıldılar, korkuyla. “Baharlar gelecek” söylemine, umutlu, görece güvenli, plan – program – proje ilanına karşın Millet İttifakı da korkuyla yola çıkmıştı, korkusunda boğuldu.

İnce’li Oğan’lı, Memleket’li Ata’lı faşizan protestçiler, naturaları – fıtratları, ideolojileri gereği korkudan başka bir şey bilmezler, söylemezler. Kahkahalarıyla bile şiddet, öfke saçan zevatın her yanda “düşman” gören dili, bakışı, bu iklimde Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda başrolde.

İsimler, sözcüler değişiyor ama korku hep başrolde. Kazandı, çünkü rakibi yok.

Korku her şeyi tüketir, yok eder.

Nitekim korku dışında siyaset neredeyse fiilen yasaklanırken tam anlamıyla “siyaset, siyasetçi” enflasyonu yaşanması bunun göstergesi. Oy pusulası bir metre (1 metre), daha ötesi var mı? Var: Seçime giren parti sayısı 24!

Siyaset siyasetsizleştirilerek maddi gerçekliğini, toplumsal meşruiyetini yitirdiği için ancak fiili koalisyonlarla yürütülebiliyor, yani ittifaklar sistemiyle, enflasyonuyla. 14 Mayıs seçimlerine giren 5 ittifakın her birinde en az 5 – 6 parti adı yer alıyordu. Onca parti, onca ittifak içinde kendine yer bulamayan ama vatana, millete hizmet aşkıyla yanıp tutuşan binlerce aday adayından hiçbir engel tanımayan 151 cesur yürek de “bağımsız aday” olarak girdi seçime.

Nereden baksanız siyasetsizlik ve siyaset/ siyasetçi enflasyonu sınır tanımadı, rekorlara doyamadı. Bollukla yokluk kol kola sona gelindi.

BAŞ TACİRLER, EŞLİKÇİLER, ÇIRAKLAR

Seçim kampanyası süresince önümüze sunulan menüye baktığınızda, ikrah duygusuna kapılmamak elde değil. Terör, Fetö, dış güçler, faiz lobisi, baronlar, hainler, tek parti zihniyeti, faşizmi vs kadim malzemeye yenileri de eklendi: Memleket - devlet bekasıyla eşdeğer hale gelen LGBT tehdidi… Hayvanlarla evliliğe varacak kadar! Seccadeyi ve şampanyayı da unutmamak lazım elbette.

Düşmanı kahretme hareketi, güç gösterileri var elbette, korkunun öteki yüzü: Silahlar, savaş makineleri vs.

Diğer yakada şimdi “çiçek – böcek kampanyası” diye çöpe atılan “Sana söz baharlar gelecek” müjdesinin anında karakış korkusunu göndere taşıması, korkunun rakipsizliğinden. Kaldı ki, baharlar gelecek vaadine “bu son seçim” korkusu eşlik ediyordu. Gerek Millet, gerek Emek ve Özgürlük ittifaklarının dillendirdiği Brezilya’dan ithal “cehennemin kapılarını kapatmak” slogan ve söylemi de beka sorununu, söylemini, korkusunu ifade ediyor.

***

Tüm bunlar bir hafta daha olanca gürültüsüyle önümüzde. Sonrasını düşünmeye gerek yok; Yarın Artık Bugündür: Hukukçular, bakanların bakanlıklarının düştüğünden ya da milletvekilliklerinin geçersizliğinden dem vuruyor. Bakanların görevlerinden istifa etmeksizin “bakan” olarak kampanya yürütmesi nasıl fiilen “meşru” olduysa, şimdiki durumu konuşmak, abes! Burada bir hukuk düzeni yok nicedir, korku rejimi, saltanatı var.

Sonuç: Seçim döneminde rakip siyasetçilere karşı ufak – tefek organize işler, şimdi kitlesel organik – “sivil” imha hareketi haline dönüşüyor. Kütahya’da broşür dağıtmaya kalkan CHP’li kadınların yaşadıkları bunun örneği.  

Ne yapmalı?

Korkunun kardeşini, Kaygı Kavramı’nı inceleyen Kierkegard’ı analım önce: “Hayatı geriye dönerek anlar, ileriye dönerek yaşarız.” Yaşanmışlara; tarihe bakacağız ve ileri dönerek yaşayacağız. Bertolt Brecht’i izleyerek durumun adını koyacağız.

KORKU VE SEFALET

III. Reich’ın Korku ve Sefaleti, Brecht’in başyapıtlarından. Belgesel çalışmaya dayanan oyunun ilk sahnelerini kaleme aldığında Brecht’in düşündüğü ad, Korku’ydu. Sonra bu Almanya – Bir Dehşet Masalı’na dönüştü. Hitler rejiminin asli iki öğesi: Korku ve dehşet, oyunun ana gövdesi. Derken, süreç ve rejimin icraatı Balzac’ın İnsanlık Komedyası’ndan bir sahneyi getirdi tarihin güncellenmiş seyrine: Dalkavukların İhtişam ve Sefaleti (bizdeki çeviri Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti).

Korku ve Sefalet, baki kaldı.

O korku ve sefalet rejiminin özgün, öncü aktörlerinden cumhuriyete son vererek kendini imparator ilan eden Louis Bonapart ve darbesini konu ettiği çalışmasında Karl Marx, Hegel’in saptamasını güncelleyerek düzeltir: “bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.”

***

Tarihin içindeyiz. Trajedinin ve komedinin. Korkunun doruğunda ve sonunda. Bizden öncekiler gördü, yaşadı, söyledi, yazdı. Onlara bakacağız ve ileri dönerek yaşayacağız, bilinçle, onun verdiği güven ve umutla.

Örneğin, 50 yıl öncesinden sesleniyor Edip Cansever:

Basaraktan geçeceğiz yeniden
Yeniden yeniden yeniden
Daha öfkeli
Yenikken bıraktığımız ayak izlerimize.

Hemen ardından şunları söylüyor:

Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de
Yılların, yüzyılların
Bitmeyen vahşetini ateşlemek için
Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından
Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var: utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz.

Şu da var:

Gelecekten utanarak dönen bir sevinçliyim

Ya sizler*

*Dizeler, Edip Cansever’in 12 Mart darbe dönemi ürünlerini topladığı Sonrası Kalır’dan (1974). İlk alıntı Ölü Kalmış Biri Yaşıyor Her İkisi de şiirinin son dizeleri, ikincisi onu izleyen Aşklar İçinde’den, son iki dize Günlerden’in sonu.

Tüm yazılarını göster