Korona kriziyle ilgili yazarken verilere dayalı saptamalar yapmak veya sayıları öne çıkartmak pek işe yaramıyor. Her türlü veri, olağanüstü bir hızla eskiyor. Yazılan her rakam daha birkaç saat geçmeden geçersiz hale geliyor. Covid 19 isimli virüs, her şeyden hızlı olduğuna inanmaya başlamış insanlara, teknolojiye ve sistemlere, hız neymiş bir güzel anlatıyor. Fakat virüsün yayılma hızına yakın bir sürat, bilgi dolaşımında da karşımıza geliyor. Güvenilirliği tartışmalı da olsa, manipülasyon yüklü de olsa, bilgiler ve veriler en az virüs kadar hızlı hareket ediyor. Bu hızlı bilgi hareketi bir taraftan doğru-yanlış süzgecini daha geçirgen hale getiriyor bir taraftan da fark etmeyi mümkün kılıyor. Çıkartılan sonuçlar çok sağlıklı olmasa bile, karşılaştırmalar yapılabiliyor, matematik modellerle daha ilerisini görme çabası biraz anlam kazanıyor. Öngörülen ile gerçekleşen arasındaki fark belirginleşiyor.
Mesela Türkiye’de iktidara yakın çevreler durumun pek iyi olmadığı hakkındaki bilgi dolaşımına çok sert tepki veriyorlar ama kullanmayı pek sevdikleri “Avrupa çöktü” haberlerini de yine aynı kaynaklardan almakta ve kullanmakta bir sakınca görmüyorlar. Kendi ülkeleri için bozgunculuk olarak gördükleri bağımsız medyanın, başka ülkelerden geçtiği bilgileri büyük bir iştahla tüketiyorlar.
Böylesi derin krizlerin tam göbeğindeyken, bilgiyi üreten (kontrol eden) kaynaklar ve onun dolaşımını sağlayanların (denetleyenlerin) etkisi çok daha belirgin hale geliyor. Krizin ortaya çıkmasının, algılanmasının/algılatılmasının, soruna karşılık üretilmesinin ve meselenin yönetilmesinin her bir adımının, nasıl derin siyasi bir içerikle biçimlendiği çıplak halde karşımıza geliyor. “Çarklar durmaz” diyerek ekonomik hareketliliği önceleyen sonra da “evinizde durun” diyerek sorumluluğu üzerinden atan yöneticileri izledik. Konu kısa boylu Çinlilerin meselesi diyen bilim insanlarını, siyasetçileri seyrettik. “Abartacak bir şey yok, karşımızdaki biraz daha kuvvetli bir grip, kayıp sınırlı olacak” diyen “hesap adamlarını” dinledik. Ellerinde yeterli maske stoku bulunmayan yönetimlerin “maske kullanmak aslında faydasız”, test yaygınlaştırması becerilene kadar “çok test lüzumsuz” iddialarını yaydıklarına tanık olduk. Bunları taşıyan, köpürten medya organlarını gördük. Bugün salgınla ilgili kıyaslamalarda kullanılacak ölçülerin belirlenmesi, en önemli iletişim meselesi haline gelmiş gibi görünüyor. Başarılıyız, durumumuz fena değil veya herkes aynı durumda iddiaları için elverişli ölçütler üretiliyor. “Bardağın dolu tarafı” sınırını aşan zorlamalar görülüyor.
Geçtiğimiz günlerde bir kısmı açıklanan Metropoll Araştırma’nın anket sonuçları, krizin “başarı ölçütleri” açısından bir tartışma yarattı. Erdoğan’ın görev onayının korona krizi sürecinde 41’den 55’e çıkarak 14 puan yükselmiş görünmesine, özellikle muhalefet çevrelerinin tepkisine yol açtı. Hem bir şaşkınlık hem de bir itiraz dalgası oluştu. Elbette iktidara yakın kesimlerin de, aceleci övünmelerine neden oldu. Ancak söz konusu ölçümün, birinin başarılı bulunup bulunmamasıyla ilgili olmaktan çok, onun içinde bulunulan dönemdeki rolüne ilişkin olduğu dikkatten kaçıyor. Çünkü aynı şekilde dünyanın en kötü performanslarından birini sergileyen Trump’ın görev onayı da 6 puan kadar artmış durumda. (Belki bir kıyaslama imkanı verir diye Merkel’in görev onayının yüzde 80 civarına tırmandığını ekleyelim. Bilindiği gibi partisinin oy oranı 20-25 bandında ve kendisi de siyaseti bırakmaya hazırlanıyor) Sonuçta sert krizlerin ortasında yapılan bu ölçümler, siyasal destek veya memnuniyet terazisi özelliği taşımıyor, daha çok yüzlerin kime dönük olduğunun, dikkatin kimin üzerinde toplandığının düzeyini gösteriyor. Her “olumsuz durumda” “bazı fanilerin” neden olduğunu anlamadığı biçimde birden yükselen borsa sıçramaları gibi, hızla dalgalanan grafikler izlenebiliyor. Hesap kapatma zamanı geldiğinde ise başka resimler ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin salgınla mücadelede başarı ölçüsü, toplam ölüm sayısının düşük olması ve tedavi edilen sayılarındaki düzenli artış olarak gösteriliyor. Sağlık Bakanı her açıklamasında bu rakamların altını çiziyor. Daha önce de ölüm rakamları verilirken yaşlı olduklarının altının çizilmesinde olduğu gibi. Ancak aynı rakamlara başka türlü bakınca durum değişiyor. Mesela kapanan vaka sayılarında Türkiye’nin ölüm oranları pek çok ülkeden daha yüksek. Ayrıca genç ölüm oranlarında da sıralamada iyi bir yerde görünmüyor. Her meselede olduğu gibi korona krizinde de kriterleri belirleme imkanı, yönetme kapasitesiyle ilgili kanaatleri biçimlendiriyor. Örneğin, zorunlu hale getirilen maske kullanımı için herkese maske ulaştırmadaki karmaşa, dünyanın her ülkesine gönderilen forslu paketlerin gölgesinde kalıyor. Bu tarihten 45 gün sonra yapılacak sahra hastanesi “hazırlıklı olmanın” göstergesi gibi sunulabiliyor. En azından böyle kabul ettirilebileceği hesaplanıyor. Böyle zamanlarda artık pek etkisi kalmamış olan “ana akım” medya organları da eve sıkışmış insanların mecburiyetleri yüzünden beklenenden daha etkili hale geliyor. Dolayısıyla iktidarlar, “bakılması gereken” bilgileri, “bakılma mecburiyeti” artan organlarda daha kolay kontrol edebiliyor. İşte bu yüzden alternatif bilgi dolaşımı hem bazı soruşturmalarla hem de kısıtlamalarla engellenmek isteniyor.
Meclise getirilen torba yasadaki sosyal medya kontrolüne dair hazırlık çok dikkat çekici. Önlem paketine medya kontrolünün hayli ön sıralardan giriyor olması, fırsatlar ve rakamlar aleminin yakın gelecek için fazla iyimser yorumlanmadığının işareti sayılabilir. Prof. Yaman Akdeniz, getirilmek istenen düzenlemeyle, “Pandemi sonrasındaki Türkiye'de muhalifler daha çok yargılanacak ve ciddi bir dondurucu etki yaratılacak. Birçok kullanıcı susmayı tercih edecek ve oto sansür artacak” diyor. Ancak Akdeniz’in dikkat çektiği ilginç bir nokta daha var: “Tasarı bu platformları vatandaşla muhatap ediyor ve kişilik hakları ihlalleri ile ilgili taleplerini 72 saat içinde cevaplama zorunluluğu getiriyor.” Salgının yayılması konusunda “evde kal”, ekonomik sorunlar konusunda “biz bize yeteriz” kampanyalarıyla milleti sorumlu ve görevli yapan iktidar, kendi destekçilerine de “ne pahasına olursa olsun kendisini savunma” yanında, yeni bir işlev daha kazandırma niyetinde: Hoşlarına gitmeyen her paylaşımı “Emniyet Genel Müdürlüğü’nü” etiketleyerek şikayet eden taraftarlar, artık sosyal medya platformlarının belalısı haline gelecek. Rakamlar ve beklenen fırsatlar hakkında ne söylenirse söylesin, “hiçbir şey aynı olmayacak” dönemine ilişkin tedirginlik, her zaman daha fazla şey anlatıyor.