Korona günlerinde yaşlı olmak!
Yaşlılığın kronolojik bir olgu olmadığı, inşa edilen sosyal bir olgu olduğunun toplumlarca bilinmesi gerekir kanımca. Matcha, yaşlanmanın sorun olarak toplumda kabul ediliyor olmasının nedenini yaşlılığın sosyal bir inşa olduğuna, bu kesimin özgün durumlarının ve sorunlarının anlaşılmasında gözetilecek çözümün yaşlıları dışlamakta değil sosyal bir olgu olarak değerlendirilmesinde yattığını belirtir.
Hatice Özhan*
Küresel salgın felaketinin dünya dengelerini alt üst ettiği tarihi bir dönemden geçiyoruz. Gücünü bilimsellikten ve bilhassa da modern tıptan alan günümüz dünyasının Covid-19 virüsü karşısındaki kriz yönetimsizliğinden de ileri gelen çaresizliği, haliyle insanların da psikolojik durumunu olumsuz etkiledi. Çarenin şimdilik izolasyonda mahreme çekilmekte arandığı, insanların reel hayattan çekilmesini gerektiren bu süreç, teneffüs bağımlısı günümüz insanı için pek de kolay atlatılacak gibi durmuyor. Ancak yine de dünyanın büyük çoğunluğunca uyulan “kapanma” eyleminin, insansızlaşmanın asgari düzeyde de olsa salgının yayılma hızını düşürdüğü görülüyor.
Dünyanın, ikinci bir emre kadarki, insansızlaşması mümkünmüş meğerse! Görünürdeki kısmi insansızlaşma tablosu bir fantezi ürünü gibi dursa da gerçeğin ta kendisi. Süresiz bir yoğun insan trafiğine ve sirkülâsyona sahne olan dünyanın büyük şehirlerinde bile salgın nedeniyle oluşan insansızlaşma bir fantazya değil tabii ki de. Dünyanın boşalan sokaklarında oluşan sessizliği, bu başarılan insansızlaşmayı ‘insanlıktan çıkma’ şeklinde yorumlayanlarımız da yok değil maalesef. Bilhassa da 65 yaş ve üstü yaştakilerin bu salgın döneminde uğradıkları ayrımcılık ve toplumsal yaptırımlardan bahsetmek istiyorum. İnsanlıktan çıkmak ile anca izahı mümkün olan bu ayrımcılığın sadece bu döneme özgü davranış setlerinden ileri geldiğine inanmak sadece saflık olur. Virüsün kendisi, salgının asıl kaynağı ve hatta tüm kötülüklerin anası muamelesi gören yaşlı insanların uğradıkları ayrımcılık ve mobbing salgın döneminde peydah olmuş bir sorun değildir. Makro dönüşümlerle beraber anlaşılması gereken bu sorun, yaş ayrımcılığının bir parçasıdır. Cinsel ayrımcılık ve ırk ayrımcılığı ile aynı kefede gördüğüm yaş ayrımcılığı bu salgın günlerinde farklı boyutlarıyla yaşanıyor. Tepişirken en önce ezilenlerdendir yaşlı insanlar.
'ALTIN ÇAĞ' ROMANTİK BİR SÖYLEMDEN İBARET
ABD’de Ulusal Yaşlılık Enstitüsü Başkanı Robert Butler tarafından ilk kez kullanılan ‘yaş ayrımcılığı’, bireylerin sınıflandırılmasını öngören ideolojik bir durumun ifadesidir. Özellikle de 65 yaş ve üzerindekilerin bu sınıflandırmada haksızlıklara uğradıkları bu ideolojik durum, yaş haddi almış insanların ayrımcılığa uğrayarak ötekileştirilmelerine yol açar. Yaş ayrımcılığının sosyolojik boyutunun anlaşılması ve gerekli görülen kavramlaştırmalar yaşlı bireylerde bir süre sonra baş gösteren ancak toplumsal baskı ile daha da şiddetlenme ihtimali barındıran gerontofobinin (yaşlanma korkusu) hafifletilmesine ve önyargının önüne geçmekte faydalıdır. Çünkü her önyargı gibi yaşlılara yönelik önyargının da ayrımcılıkla sonuçlanmaması imkânsızdır. Teorik çalışmaların soruna tek başına çözüm sağlamadığı, fırsat eşitliğine dayalı bir sosyal devlet politikasının ve kamu düzeninin birincil etken olduğu muhakkaktır.
Refah devleti uygulamalarının yokluğu sosyal adaletsizliğin derinleşmesinin ve toplumsal tabakalar arası çatışmaların artmasının en önemli nedenidir çünkü. Demografik ve sosyal farklılıklardan kaynaklanan insanlar arası çatışmalarda yaşlılık için ifade edilen “altın çağ” söylemi böylelikle romantik bir söylem olmanın ötesine geçmeyerek yaşlıların doğal bir seleksiyona tabi tutulmalarına neden olur. Anthony Giddens açısından yeni olasılıklar sunan bir yaşlılık süreci, hayatın gerçeklerini birebir yaşayan yaşlılar için büyük zorlukların kapısını aralayan riskli bir gerçeklik demektir. Psikolojik, fiziksel, ekonomik ve sosyal sorunları kendilerine has bir şekilde yaşayan yaşlı insanların bunlarla baş etmesi, sosyal adaletsizliğin ve yaş ayrımcılığının söz konusu olduğu bir sosyal atmosfer içerisinde mümkün değildir. Küreselleşmenin insanlara eşit fırsatlar sunmaktan uzak yapısı ve etkilerinin dezavantajlı gruplarda meydana getirdiği yıkıcı sonuçlar yaşlılar için ayrımcılık demektir. Özellikle de küreselleşmenin etkilerinin ağır bir şekilde hissedildiği, sosyal devletin uygulanmadığı üçüncü dünya ülkelerinde, Doğu coğrafyasında yaşlı insanlar için hayat gittikçe zordur. Modern öncesi dönemlerde toplumsal, törel bir figür ya da değer addedilen bu kesimin, modern dönemin bilhassa da toplumsal buhran süreçlerinde uğradıkları ayrımcılıklar, 'en önce gözden çıkarılan' olmaları şeklindedir. Bu korona günlerinde tüm dünyada yaşanan buhranın ortaya çıkardığı manzara bu bağlamıyla kaygı vericidir. Bireylerin yaşa ilişkin, toplumdan topluma farklılıklar göstermekle birlikte, zihinlerinde oluşturdukları şemaların ekseriyeti zaten sorunlu ve ayrımcılık barındırıyorken buhran dönemlerinde ise bu olumsuz şemaların canlandırıldıklarına şahit olunur. Yaşlılar ile ilgili genel şema; hasta, üretim dışı, bağımlı, melankolik, tutucu, güçsüz ve hatta cinsiyetsiz olduğuna ilişkin bu şemalar yaşlıların kimlik bakımından ötekileştirilmesinin yolunu açar. Bir kriz döneminde ise ciddi düzeyde bir yaş ayrımcılığına tabi tutulurlar. Türkiye’de ise yaşlılara yönelik ki tutum ve davranışlar, ahlaki öğeler içermekten tamamıyla uzak. Dışarıda görüldüklerinde bir cüzamlı muamelesi görmeleri, tehditkâr bakışların ve öfkeli homurdanmaların hedefi olmak, toplu ulaşım araçlarına alınmamak, tüyü bitmemiş delikanlıların “evine geç amca!” nasihatlerine maruz kalınmak gibi üstenci davranışlar silsilesi yaşlı insanların uğradıkları ayrımcılığın sadece birkaçıdır. Virüsten etkilenmemek ya da virüsü yenmek adına yürütülen yaşam savaşında herkes bir diğerine karşı fazla acımasız ve de ayrımcı. Hâlbuki en kanlı savaşların dahi bazı etik kurallarının olabileceği gerçeği gözden çıkarılmış durumda. Çarpışırken, vuruşurken en aczinden, savunmasızdan başlanmayacağı ya da sadece onun haklarıyla bir “rehine” olduğu unutulmamalıdır, mesela.
Hâlbuki yaşlılığın kronolojik bir olgu olmadığı, inşa edilen sosyal bir olgu olduğunun toplumlarca bilinmesi gerekir kanımca. Matcha, yaşlanmanın sorun olarak toplumda kabul ediliyor olmasının nedenini yaşlılığın sosyal bir inşa olduğuna, bu kesimin özgün durumlarının ve sorunlarının anlaşılmasında gözetilecek çözümün yaşlıları dışlamakta değil sosyal bir olgu olarak değerlendirilmesinde yattığını belirtir. Toplum, yaşlıları sosyal bir sorunun atıl bir nesnesi olarak görür ki bu anlayışa zemin sunan ise yaşlılar ile ilgili politikaların bu kesimi dışlanmaya ve ayrımcılığa maruz bırakan niteliğidir. Biraz da bunların önüne geçmek ve toplumdaki egosantrik algının değişmesi adına akademinin alanına sosyal gerontoloji veyahut yaşlanma sosyolojisi etiketleri girdi neyse ki. 20. yüzyılın başlarından itibaren üzerinde daha özenle çalışılan yaşlılık konusu, yaşlılığın kişisel bir sorun olmayıp daha makro ölçekte anlaşılması gereken bir mesele olmasını sağlamıştır. Yaşlanma sosyolojisinin yaş ayrımcılığı ve özelde de yaşlı insanlara yönelik egosantrik muamelenin bir inşa sürecinin parçası olduğunun anlaşılmasında ve toplumdaki pejoratif bakış açısının değiştirilmesindeki temel hedefin daha sonuç alıcı olması için kamu politikalarına ekonomik, sosyal ve psikolojik sermayenin yönetenlerce aktarılması gerekir. Toplumda zihinsel bir dönüşümün sağlanılması, ilgili politikanın doğru işlerliliğiyle ilintilidir ki, buhran dönemlerinde karşılaştığımız bu olumsuz manzaralar bir daha yaşanmasın diye. Yaşlıların toplumdaki mahiyetlerinin ne denli olumsuz olduğunu bir turnusol kâğıdı gibi gözler önüne seren bu korona günlerinin hepimiz açısından az zayiatla atlatılması için ayrımcılıktan uzak, önyargısız geçecek ileri günlerin bizi bekliyor olduğunu hayal etmek sanırım öncelikli ihtiyaç. Herkes için sosyal adalet, herkes için sağlıklı günler!
*Sosyolog