Korona ile af ruleti

Toplum vicdanında ve söz konusu yasa tasarısında tartışılması gereken husus; otuzu aşkın tutuklu ve hükümlünün bir arada olduğu bir koğuş ortamında bulaşma ihtimali çok yüksek olan korona virüsünün etki edeceği insanların yaşam hakkı mı önemlidir yoksa geçici bir koruma tedbiri olan tutuklama veya daha sonra infazı mümkün olabilen bir hüküm mü?

Abone ol

Mehmet Sait Yaman*

Biliyorsunuz; şu an birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de korona virüsü, resmi adıyla Covid-19 virüsü, ana gündem maddesi haline gelmiştir. Bu kapsamda birtakım tedbirler alınmakta, insanlar olabildiğince izole edilmekte, sosyal mesafe kuralı her yerde dile getirilmekte ve uygulanmaktadır. Hatta bazı yaş aralıklarına Sokağa Çıkma Yasağı çıkarılmıştır. Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca'nın da belirttiği üzere dolaşan bir kişinin, ortalama on altı insana korona virüsü bulaştırma ihtimali bulunmaktadır. Dışarıda bazı yaş aralıkları için getirilen Sokağa Çıkma Yasağı ve diğer sınırlamalar iyi gelişmeler olsa da kapalı kurumlarda özellikle yaşlı bakım merkezlerinde, huzur evlerinde, sığınma evlerinde ve ceza infaz kurumlarında durum çok da iyi bir noktada değildir. Hukukçu kimliğimden ötürü bu kurumlardan sadece ceza infaz kurumlarını konuşacağım. Halihazırda bazı ceza infaz kurumlarında tek bir koğuşta otuz ila otuz beş aralığında tutuklu ve hükümlü kalmaktadır. Sağlık Bakanlığı verilerini göz önüne aldığımızda bu durum da gösteriyor ki bazı ceza infaz kurumları ciddi bir risk taşımaktadır. Gündemde olan ve çıkarılması planlanan “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yasa tasarısı maalesef meclis komisyonundan yeterince tartışılmadan kabul edilerek genel kurula gönderilmiştir. Bu yasa tasarısının bu olağanüstü dönemde talepleri karşılayıp karşılamadığını netleştirmek için birkaç soruyu sormak gerekir:

Birincisi, yasama ve yürütme erki için şuan öncelik nedir?

Yaşam hakkı mı, ıslah mı, beka mı?

Eğer öncelik Yaşam hakkı ise tutuklu ve hükümlü noktasında bir ayrıma gidilmiş mi ve yelpaze istenilen derecede genişletilmiş mi?

Eğer öncelik ıslah ise bazı adli makamlar neden bir önceki yargı paketine riayet etmemekte ve üç yılı aşkın tutukluluklar devam etmektedir?

Eğer öncelik beka ise neden bir alan daraltması yapılmamaktadır? Çeşitli hukuksal çemberler oluşturularak daha dar bir kesim dışındaki kesimlere neden bir esneklik sağlanmamaktadır? Şiddete bulaşıp bulaşmama noktasında bir ayrım var mıdır?

İkincisi, bu yasa tasarısı neyi öncelemektedir?

Söz konusu yasa tasarısı korona virüsü sebebiyle tutuklu ve hükümlü sağlığını mı öncelemekte yoksa rahmetle andığımız gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun da belirttiği üzere Nalıncı keseri yasası gibi belirli bir zümrenin çıkarını mı?

Tüm bu soru işaretleri ve daha da pekiştirebileceğimiz birçok soru işareti kafamızı kurcalamaktadır. Soruların düşüncemizde çoğalması korona virüsü kadar hızlı yayılmasa da eşdeğer ölçekte kaygı yaratmaktadır. Tarih, Prof. Yuval Noah Harari'yi haklı çıkarmaz ve insanı bekleyen bir bilişim çağı köleliği bizi beklemiyor ise, toplumun her kesiminin bu hastalıkla eşit şartlarda mücadele etmeye hakkı vardır.

Yaşam hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, Türkiye Cumhuriyeti 1961 Anayasası'nda ve 1982 Anayasası'nda temel ve hak hürriyetlerin başında gelmektedir. 1982 Anayasası her ne kadar 1961 Anayasası gibi “insan haklarına dayalı” değilse de “insan haklarına saygılı” bir anayasadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve mevcut anayasamız devlete yaşam hakkını koruması noktasında pozitif ve negatif yükümlülükler yüklemektedir. Devlet yaşam hakkını ihlal etmemekle yükümlü olduğu gibi bireyin bireye karşı yaşam hakkını ihlal etmemesiyle de yükümlüdür. Hatta bu yasal düzenlemelere göre devlet, bireyin kendisinin kendi varlığına karşı da yaşam hakkını korumakla yükümlüdür. Dolayısıyla toplum vicdanında ve söz konusu yasa tasarısında tartışılması gereken husus; otuzu aşkın tutuklu ve hükümlünün bir arada olduğu bir koğuş ortamında bulaşma ihtimali çok yüksek olan korona virüsünün etki edeceği insanların yaşam hakkı mı önemlidir yoksa geçici bir koruma tedbiri olan tutuklama veya daha sonra infazı mümkün olabilen bir hüküm mü? Hakların yarışması dediğimiz bu ve buna benzer durumlarda öncelik tabii ki uyulmadığında telafisi asla mümkün olmayacak yaşam hakkınındır. Yaşam hakkının kıymetini anlayabilmek için toplumun her kesiminin empati yapması gerekmektedir.

Cinsiyet eşitliğini anlatan Amerikan yapımı Eşitlik Savaşçısı adlı bir filmde mahkeme kürsünün arkasında "Sağduyu hukukun temelidir" şeklinde bir yazı yazılıydı. Bizde ise tüm mahkemelerde kürsünün arkasında “Adalet mülkün temelidir” şeklinde bir yazı yazılıdır. Evet bazı durumlar devlet veya iktidar için önemli olsa da her zaman sağduyulu olunması gerekir. Böylesi zor günlerde tüm konu başlıklarında önceliğin yaşam hakkı, dayanışma ve topyekûn mücadele olması gerekir.

Sonuç olarak, komisyondan geçen ve halihazırda genel kurulda görüşülecek olan “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yasa tasarısının komisyonda kabul edildiği haliyle toplumun taleplerini karşılamadığını, bireylere korona virüsü denilen hastalıkla eşit şartlarda mücadele imkanı vermediğini belirtmekte fayda var. Bu nedenle söz konusu yasanın genel kurulda derinlikli tartışılarak ve gerekçelendirmek suretiyle daha da kapsayıcı olacak şekilde düzenlenmesi faydalı olacaktır.

*Avukat