Korona krizi ve küresel sermayenin kazananları
Çinli ilaç firmaları şirketleri hissedarları korona salgını ile birlikte dolar milyarderleri kulübüne girme şansını elde etti. Korona virüsünün Türkiye’de de tek bir vaka ile görülmesiyle birlikte Borsa İstanbul’da bazı hisselerde hareketlenmeler görülmeye başlandı. İlaç, laboratuvar, hastane, gıda ve perakendecilik sektöründeki şirketlerin hisselerinde sert yükselişler meydana geldi.
Osman Sirkeci* - Kamuran Elbeyoğlu**
2019 Aralık ayından bu yana giderek artan şiddette yaşanmakta olan korona krizi adeta yapay zekalı dünyanın tipik bir salgın hastalığı olarak yaygınlaşmaktadır. Son bir hafta içinde nüfusu Çin’in dörtte biri kadar olan Amerika Birleşik Devletleri‘nde Çin’den üç ay sonra görülmesine rağmen korona vakaları sonucu ölüm sayısı bugün itibariyle Çin’deki ölü sayısını geçmiş bulunmaktadır.
Düne kadar klasik değerlendirmelere göre birisi az gelişmiş üçüncü dünya ülkesi ve otoriter bir Komünist Partisi yönetimi altında yönetilen 1,4 milyar nüfuslu Çin, diğeri ise dünyanın en liberal ülkesi olarak bilinen en gelişmiş sanayi ve refah ülkesi Amerika Birleşik Devletleri. Bilinen söylemlerle uyanmakta olan dev, Çin Halk Cumhuriyeti, gayrisafi milli hasıla miktarları bakımından son yıllarda dünyanın en büyük ülkesi Amerika Birleşik Devletleri’ne yetişmeye çalışıyor.
ULUS DEVLETLER VE KÜRESEL SERMAYE
Korona virüsü salgını ulus devletler ile küresel sermaye arasındaki bir savaşın ana silahı olarak görülebilir. Son 50 yılın, bilhassa son on yılın gündeminde küreselleşen sermayenin ulus devletlerle ilişkisi sıkça tartışma konusu edilmekteydi. Tartışmacıların bir grubu yeterli sayısal gösterge olmaması ve veri yoksunluğu nedeniyle ispatlayamadıkları öngörülerini bir hipotez düzeyinde kanıtsız bırakmaya mecbur kalıyorlardı. Son korona krizine kadar dünyanın küresel yönetimini ulus devletlere ve ulusal otoritelere, liderlere havale eden bu grup, küresel gelişmelerin mevcut sonuçlarının kaba görünümüne göre haklı çıkmaktaydılar. Hatta ABD Başkanı Trump, 25 Eylül 2018’de BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Küreselleşme doktrinini reddediyoruz” diyerek aslında küreselleşmenin iflasını ilan etmiş ve ABD’nin bile kendi evine kapanarak, dış dünya ile arasına mesafe koyacağını söylemişti. Ancak korona krizi üç dört ay içinde küresel görünümün gerçekliğini gözler önüne serdi.
Son elli yılda özelleştirmeler yolu ile ekonomilerin yönetimi, nispi olarak dahi olsa toplumsal fayda gözetilerek kullanılmasına tahammül edilemediğinden, ulus devletlerin elinden alındı. Ulus devletlerin gücü kırılırken piyasa ekonomisi üzerinden şirketlerin gücü artırılmış ve yeni dönemde dünya şirketler tarafından yönetilir bir duruma getirilmiştir. Tekelci şirketler küresel örgütlere dönüşmüş, büyük sermaye patronları da dünyanın yeni efendileri konumuna gelmişlerdir. Demokrasi görünümlü halk egemenliğinin yerini sermaye egemenliği, yani “kapitokrasi” (1) almıştır. Kapitokratik devletler aşırı zenginlerin küresel platformları tarafından yönetilmektedirler. Küreselleşme "geleneksel devlet egemenliğine dayalı ulus-devlet çerçeveli uluslararası ilişkiler anlayışını sarsarken güvenlik, barış ve demokrasi gibi ortak değerler, devletler arası ilişkileri aşarak küresel çapta önem kazanan olgular haline gelmiştir" (2).
Korona virüsü ilk günlerde Amerikalı yetkililer tarafından Çin virüsü olarak anıldı ve adeta bir ulusal savunma refleksi yaratmak kaygısıyla Çin’den dünyaya yayılan ve neredeyse Amerika’yı tehdit etmek üzere planlandığı söylendi. Ancak korona salgınının ulusal reflekslerle atlatılacak, basit bir kriz olmadığı anlaşılınca ulusal savunma refleksi terk edildi ve Batılı ülkeler 1,4 milyar nüfuslu tüm Çin’in korona virüsü salgınını sıkı tedbirlerle nispeten kısa sürede önlemeyi başarması üzerine ABD dahil olmak üzere Çin’den gelen gıda ve tıbbi malzeme yardımını kabul ettiler. Dünyanın en gelişmiş teknolojilerine, bilgi birikimine sahip Amerika Birleşik Devletleri 15 gün içinde ulus-devletin heybetine ve muazzam gücüne taviz vermeyen korona salgını karşısında duraksamaksızın ezeli rekabet içinde olma görüntüsü verdiği rakip ve düşman ülkeler olan Çin’den gıda, Rusya’dan da tıbbi malzeme yardımı kabul etmeye başladı.
Bir Avrupa birliği ülkesi ve NATO üyesi olan İtalya korona salgını karşısında disiplinli mücadele yöntemleri ve sağlık tedbirleri yetersiz kalınca ve yaşanan yüksek kayıplar sonucunda NATO’nun rakibi olan Rusya’dan askeri ve tıbbi destek almak zorunda kaldı. Bazı ülkeler ulusal kaygılarla korona virüsü sözcüğünü yasaklarken bazı ülkeler adeta bize dokunmaz hazırlıklıyız, gelir geçer sorumsuzluğuyla krize teslim olmak zorunda kaldı.
Yıllar öncesinden geleceğe dair felaket senaryolarını içeren raporları falcıların sözleri gibi algılayıp kayıtsız kalan yönetimlere karşın bu raporları dikkate alan yönetimler ve kurumlar korona salgını karşısında nispeten başarılı da oldular.
DİJİTAL TOPLUMA SIÇRAMALI GEÇİŞ
Geleneksel üretim biçimleri ve dağıtım kanalları üzerinden yürüyen ekonomik, sosyal ve yönetimsel faaliyetler milenyumun darbesini yemek zorunda kaldı. Korona virüslü bu milenyum darbesi geleneksel üretim ilişkilerini, dağıtım ve bölüşüm ilişkilerini demirci Kawa'nın balyozuyla ezdi. Geriye ne kaldı? Bakan gözün fiziki gücünün göremeyeceği, insanın dokunamayacağı sanal dünya, yapay zekalı dijital sanayi. Semt pazarları, AVM’ler kapandı. Dünyanın birçok ülkesinde sokaklar ülkelerin kendi vatandaşlarına yasaklandı. Ancak sanal medya ağları, medya kanalları, limanlar ve bankalar kapanmadı; dünyanın 45 ülkesinde faaliyet yürüten borsalara kimse dokunmadı.
Bu sessiz devrim, geçmiş dönemlerde olduğu gibi, geleneksel yaşam biçimlerinin üretim alışkanlıklarının dağıtım ve bölüşüm modellerinin kökünü kazımadı, neslini kurutmadı ama ciddi bir yol ayrımına gelindiğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Birkaç ay gibi çok kısa bir sürede adeta bir anda bütün dünyayı kaplayan iklim değişikliğinin bir yansıması gibi bir tsunami dalgasıyla serbest piyasa ekonomisini ve ona yakın tüm düzenleri altüst etti. İster sosyal devlet olsun ister kapitalist sistem olsun, isterse serbest piyasa ekonomisi, salgın önce savunmasız kitleleri vurdu, ancak kralları ve prensleri de pas geçmedi.
Milyarlarca insanın cep telefonlarına, kredi kartı asgari ödeme miktarlarının yüzde 20'ye düşürüldüğünü, gecikme faizlerinde indirime gidildiğini içeren milyonlarca mesaj yağdı. Küresel sermaye yüzeyi yağlı koruma tabakası ile kaplı korona virüsü ile adeta kendini korumaya aldı. Küresel sermayenin nakit dolaşım koridorlarından kurtularak neredeyse tamamen sanal kanallarda özgürce dolaşımda kalma imkânı buldu.
Korona krizi dünyanın sarsılmaz ulusal otoritelerini savunmasız ve çaresiz bıraktı, birbirlerine muhtaç etti. Kaynakların tükenmesi ile karşı karşıya kalan, kaybolan veya eksilen kârların kaygısını yaşayan tüm ulusal zenginlerin kâbusu oldu. Ama artık eskisi gibi ulusal sınırlara sığmayan ve sıkça söylendiği gibi rengi, ırkı, dini, dili olmadığı söylenen sanal para küresel egemenliğini ispat etti. Medyada milyonlarca defa yer aldığı gibi, yarın tarih yazılırken koronadan önce koronadan sonra diye anılacak ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
ULUS DEVLET Mİ ULUS ÜSTÜ SERVET Mİ?
Korona salgını ile birlikte tüm dünyayı altüst eden petrol ve benzeri gibi farklı iktisadi ve askeri çıkarlar için dünyanın onlarca yerinde sürdürülmekte olan silahlı savaşlar aniden güdümlü medyanın gündeminden uzaklaştırıldı. Savaş geleneksel yaşam düzeni ile dijital yaşam ve akıllı topluma geçiş süreci arasında ilan edilmemiş olma statüsünden çıkıp tüm çıplaklığıyla görünür ve yaşanır hale geldi.
Medya gündeminde, manşetlerde ve alt bantlarda hâlâ canlı döviz kurlarına dair bilgiler geçmeye devam ederken, haberlerin ilk saniyelerinde bütün ajanslarda borsalarla ilgili verilen grafiklerin ve tabloların yerini dünyanın bütün ülkelerinde koronalı vaka sayıları, ölüm grafikleri ve tabloları dakikalarca yer almaya başladı. Bu, gelişmiş kapitalist ülkeler veya gelişmekte olan ülkeler, demokratik veya totaliter ülkeler ayrımı yapılmaksızın her ülke için geçerlidir.
Korona dehşeti karşısında insanlar ister demokratik ister totaliter olsun bütün ülkelerde, bir sağlık güvensizliği kapanına sıkıştırılarak tüm temel haklarından neredeyse gönüllü olarak vazgeçmek zorunda bırakıldı. Birçok yorumcu, korona krizinin insanları tüm yaşamları boyunca otoriter rejimlere ve onların tek yanlı koyduğu kurallara uslu uslu uymaya zorladığını ve uyumlu yaşamaya alıştırmaya başladığını öne sürmektedirler.
Normal şartlar altında bireysel haklarından ve özgürlüklerinden zerrece taviz vermek istemediğini söyleyen bütün gelişmiş Batı ülkelerinin halkları sessiz sedasız sokakları terk ederek kendi dört duvarlarına kapandı ve artık onlar sosyalleşmeyi, iletişimi, dünyayla bağ kurmayı ellerindeki cep telefonundan veya dijital ekranlardan kendilerine sunulduğu kadarıyla sağlamaya mahkûm edildi ve alıştırma sürecine alındı.
Böylesi bir alıştırma sürecinin sonunda insanların tüm ülkelerde düdük çaldığında sessiz sedasız, usulca evlerine çekilip çekilmeyecekleri sorusunu bir başka yazıya bırakarak, bu mahkûmiyet ve bu mahrumiyet koşullarının ihtiyar dünyanın milyarlık nüfusunu, bilhassa Z kuşaklarını değişen yeni durumlara çözüm arayışına motive edeceğini söyleyebiliriz.
ULUSAL EGEMENLİK KÜRESEL YÖNETİM
Korona krizinin ekonomik etkilerine karşı medyaya yansıyan tartışmalarda bir devletin ulusal egemenliğinin en önemli göstergelerinden birinin para basmak olduğu dile getirilmektedir. Ancak bu krizden çıkış yolunun “devletin kendi egemenliğinin göstergesi olarak para basması” olduğu görüşüne hiçbir devlet yetkilisinin kulak asmadığı veya cesaret edemediği anlaşılmaktadır. Çünkü ekonomik küreselleşme ile ulus devletler ülke ekonomisini ve vatandaşlarını, finansal sermaye hareketlerinin sonuçlarından koruyamaz hale gelmişlerdir. Küresel gelişmeler, devlet yöneticilerine, bir ulus devlet olmanın göstergesi olarak bir devletin siyasi-coğrafi sınırlarının çizilmiş olmasının kendilerine dünyanın küresel ekonomik kurallarından bağımsız olarak makinanın başına geçip para basmasının mümkün olamayacağını çoktan öğretmiş bulunmaktadır.
Tüm şiddetiyle bütün dünyayı kasıp kavuran korona krizi günlerinde 9 Mart‘ta ABD NASDAQ borsası kapanmamış, çok hızlı düşüş gerekçesiyle sadece bir günlüğüne işlemlerini durdurmuştu. Yine korona krizi ayı olarak hatırlanacak olan 2020 Mart ayının 17’si ve 18’inde Filipinler borsası iki günlüğüne kapılarına kilit kurmakla yetinecekti. Krizin en yoğun yaşandığı ülkelerden Çin’de, İtalya’da, İspanya’da, Hindistan’da ve Türkiye’de borsalar hızlı düşüşler yaşamalarına rağmen kapanmamıştır.
KRİZ ZENGİNLERİ VE KÜRESEL SERMAYE BİRİKİMİ
Zenginler kulübündeki felaket çığlıkları ile birlikte her kriz döneminde olduğu gibi korona krizi de yeni zenginler üretmekte gecikmedi. Bu süreçte çok az sayıda kişi servetlerine servet kattı. Dünyanın en zengin on ismi 2020 yılının ilk üç ayında 163,3 milyar dolar kaybetti, ilk beş yüzdeki 54 milyarder ise servetlerini arttırdı. Çinli ilaç firmaları şirketleri hissedarları korona salgını ile birlikte dolar milyarderleri kulübüne girme şansını elde etti. Korona virüsünün Türkiye’de de tek bir vaka ile görülmesiyle birlikte Borsa İstanbul’da bazı hisselerde hareketlenmeler görülmeye başlandı. İlaç, laboratuvar, hastane, gıda ve perakendecilik sektöründeki şirketlerin hisselerinde sert yükselişler meydana geldi. Bazı şirketlerin ürünlerine talebin artacağı beklentisi hisselere alım getirdi. Özellikle ilaç ve hastane şirketlerinde prim yüzde 20’ye ulaştı.
Buna karşın, bütün dünyada günlerce uçuşlar durduruldu; şehirler arası otobüs yolculukları yasaklandı, tüm bu yasaklamalardan arta kalan sınırsız boşluklarda para ve diğer ödeme araçlarını kapsayan küresel finans sistemi hızla hacmini arttırdı ve hakimiyetini pekiştirmeye devam etti. Çünkü, küreselleşme sürecinde ulus devlet yönetiminin coğrafi boyutu giderek artan ekonomik ve sosyal bütünleşme sonucu değişime uğramıştır. Siyasi kararları hayata geçirenler için günün her dakikasında işlem yapan finans pazarları ve medya hem uluslararası örgütlere hem de devletlere karar alabilmek için çok az zaman ve fırsat tanımaktadır. Bürokrasi etkili ve geleceği belirleyebilecek vizyon içeren kararlar alabilecek donanımdan mahrum kalmıştır (3). Çok tipik bir örnek olarak, ulusal kaynakları sınırlı olan ülkeler yüksek kâr getiren yatırımlar için nispeten özgürce kullandıkları para kaynaklarını krizden etkilenen yoksulların tedavileri ve karınlarının duyurulması için aynı özgürlükte kullanamadılar. Ancak yine küresel sermayenin diliyle onlara daha düşük faizli krediler verdiler.
Kısacası yoksullar aç da kalsalar, hasta da olsalar, on binlerce can kaybına da uğrasalar, onlar için toplu mezarlar, küresel sermaye için tatlı kârlar getiren yeni kanallar açılacaktır.
*Dr.
**Prof. Dr.