Korona virüs günlerinde yaşam
Yaşamın kutsallığı ve el uzatılmaması gereken en değerli şeyin yaşam olduğunu anlamamız için bir eşik olsa gerek, korona virüsü. Bizler bu eşikten içeri adımlarımızı atabilecek miyiz?
Mehmet Ali Barış
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde diye başlayan masallarda anlatılan yaşam deneyimlerine konu olacak türden bir çağda yaşıyoruz. İnsanlık tarihinde belki de unutulmayacak bir dönemeçteyiz, çağ açıp çağ kapatacak denli önemli tarihsel, toplumsal, sınıfsal ve sosyal kırılmaların yaşandığı bir çağa tanıklık ediyoruz. Ne psikolojik alt yapımız bu çağın yarattığı yıkımın üstesinden gelebilecek bilgi ve birikime sahip, ne de maneviyatımız bu kırılmanın üstesinden gelebilecek derecede güçlü. Ne karşılıklı yardımlaşma düzeyimiz bu korona virüsü yenecek düzeyde ne içine battığımız bireyselliğimiz bu virüsü aşamamız için bizleri ayakta tutabilecek güçte. Adeta her yönüyle çözülen ve eriyen bir insanlık dramıyla karşı karşıyayız. Çürümeye yüz tutmuş dünyamız bu virüs karşısında öyle savunmasız ve öyle amansız bir salgına yakalanmışız ki türümüz yok olmanın eşiğinde olsa bu denli telaşa kapılmayız. Gündelik çıkar ilişkilerimiz, mülkiyet hırslarımız, birikimlerimiz, servetlerimiz, saray ve şatolarımızda gerçeküstü kurduğumuz bütün paradigmalarımız yok olmak ve yıkılmakla karşı karşıya kalmış bir vaziyettedir. Kâğıttan saltanatlarımız ve saraylarımız yıkıldı yıkılacak, hiçbir bağımızın olmadığı insanlık ailesinin bu denli yok olmakla karşı karşıya olması bizleri bu güne dek hiç bu kadar ilgilendirmemişti. Daha düne kadar, işgal ettiğimiz ulusların ve sınıfların can çekiştiği bir yeryüzünde bu gün ise bizlerin yarattığı bu zulümden medeniyetlerin yok olmakla karşı karşıya olmasını nasıl açıklayabiliriz? Eşitsiz, sömürüye dayanan ve iliklerine kadar zulme batmış uygarlığımız bir virüs salgınıyla sarsılmakta ve küresel ölçekte finans kapitalin içinde olduğu krizi derinleştirmektedir. Bu söz konusu olan kapitalist sömürgeci sınıfların içine düştüğü âcizane kriz durumu, kapitalist sistemin ömrünü kısaltmakta ve sınıflı toplumun sonuna doğru bizleri bir adım daha yaklaştırmaktadır.
Binlerce yıldır, emekçi sınıfların, inkâr edilen ulusların, farklı kimlik ve aidiyetlerin inkârı ve sömürüsü üzerinde kendini var eden egemen sınıfların yarattığı bu canavarı, modern dünyayı kemiren korona virüsü olarak karşımızda farklı bir formda vücut bulmaktadır. Bu virüs, binlerce yıllık sömürü ve inkâr düzenin vücut bulmuş halidir. Bu virüsü, inkâr ve imha edilen halkların ve azınlıkların yeryüzünde maruz kaldıkları alçaklıkların, sermaye ve egemen sınıfların nezdinde bir dışa vurumdur. Bu virüs, soykırımların, tehcirlerin, din savaşlarının bitmediği, inkâr ve imha siyasetinde ısrar eden zalim ulus devletlerin yarattığı bir canavardır. Bizler, defalarca sömürgeciliğin, doğanın ve ezilen ulusların üzerinde inşa edilen devletlerin sonlarının yakın olduğunu, zulümle kurulan saltanatların zulümle yıkılacaklarına tarih boyunca tanık olduk. İnkâr ve imhada ısrar eden egemen dünya güçlerinin gelişmemiş bölgelerde çıkardıkları savaşlar, milyonları yerinden ve yurdundan eden iç savaşlar, milyonları sınır boylarında ve denizlerde boğan mülteci akınları, minik bedenleri denizlerin kıyılarına vuran Aylan bebekler. Bodrum katlarında üst üste gömülen kimliksiz ve mezarsız ölüler, katledilen kadınlar, kaybolan çocuklar… Bütün bu yıkımlara susan bir insanlık vicdanı, yok olan ve çürüyen bir insanlık. İşte böylesi çürümüş bir insanlığın karşısına dikilen korona virüs salgınına karşı ne yapılabilir? Doğanın ve ezilenlerin intikamını alırcasına bütün dünyayı kasıp kavuran ve bütün dünyayı tecride alan korona virüsün çocukları öldürmeme mucizesini anlayabilecek idrak eşiğinden yoksun bir insanlık var karşımızda. Bütün masumiyetini ve insanlığını yitirmiş olan uygarlığımız, hala masumiyetini koruyan çocukların karşısında susan dilsiz bir şeytan konumundadır.
Korona günlerinde yaşam adına ne denilse az, yaşamın kutsallığı ve el uzatılmaması gereken en değerli şeyin yaşam olduğunu anlamamız için bir eşik olsa gerek, korona virüsü. Bizler bu eşikten içeri adımlarımızı atabilecek miyiz? Ve binlerce masum insanı mahpushanelerinde çürümeye bırakan bir uygarlığı bağışlayabilecek miyiz? Bağışlar mı korona virüs?
Söz konusu bağışlamaysa, bunu ancak insanlık adına bedel ödeyenlerin söz sahibi olduğu bir durum diye izah etmek güç olmasa gerek. İnsanlık, eğer kökleriyle böyle bir süreçte buluşmayacaksa ne zaman buluşmayı düşünecektir. Belki de kökleriyle buluşabilecek zamandan bile yoksunuz şu korona günlerinden sonra. Her şey için yarın geç olmadan, bu günden adım atmaya başlamalıyız uygarlığımız adına. Artık kökleriyle insanlığı buluşturmalıyız, bir arada yaşamanın ve insanlık ailesinin bir ferdi olmanın bilincini açığa çıkarmalıyız. Neolitik toplumun bütün değerleriyle, sınıfsız toplumların bütün değerleriyle, savaş öncesi ve mülkiyet öncesi toplumların bütün değerleriyle buluşmak zorundayız. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz, artık bu sömürü ve inkâr düzeni varlığını ezilen bütün halkların çığlıklarına rağmen sürdüremez. Artık her şey sermaye sınıflarının ve egemen sınıfların çıkarları uğruna heba edilmemeli ve inkârdan, imhadan vazgeçilmeli. Artık yeni bir çağın eşiğindeyiz ve bu çağı insanlık adına bir yüzleşme çağı olarak görmeliyiz. İnsanlık; doğa ve ezilenlerin üzerindeki yıkımına ve sömürüsüne son vermeli. İnsanlık, kendi zulmü ve yarattığı yıkımla, korona virüsle yüzleşmeli. Artık insanlık hesap vermeli.
Yüzleşme çağının kapıları ardına dek açılmışken, yeni kirli hesaplardan, yeni savaşlardan, yeni yıkımlardan medet uman bütün iktidarlar yıkılacaktır. Bu yıkım yüzleşme çağının parolası olacaktır. Zulme ve sömürüye bulaşan her ne varsa yıkılacaktır bu yeni korona virüs çağında. Korona virüs çağında, yaşama kimse istediği gibi yön veremeyecektir artık. Yaşam, kendi mecrasını bulacak kendi yatağında doğası gereği akacaktır. Buna hiçbir egemen sınıf ve güç mani olamayacaktır.