Korona virüsü kalıcı ve bunu kabullenmemiz gerek

Umutlarımızı hızlı bir iyileşme sürecine endekslemek yalnızca hayal kırıklığı getirir. Karşımızda duran gerçekleri popülist yaklaşımlarla küçümsemektense gerçeği görüp ona göre hazırlanmamız en iyi yol olacak.

Abone ol

Samuel Earle

Yaklaşık yedi ay önce, henüz salgının başlangıç aşamasındayken, büyük kısmımız tüm bunların sona ereceği günü hayal etmeyi kolay ve doğal buluyordu: Eğlence hayatının normale döndüğü, dostlarımızın ve ailemizin bizleri evlerinde sarılarak karşılığı, hepimizin heyecanlı ama buruk bir rahatlamayla bunların ne kadar zor olduğu ve virüsü ardımızda bıraktığımız için ne denli mutlu olduğumuz hakkında sohbet ettiğimiz biricik bir an...

Tıpkı başka yerlerde olduğu gibi, İngiltere’de de böylesi arzu dolu düşünceler zaman aşımına uğradı. Boris Johnson, eğer hepimiz bizlere söyleneni yaparsak, 'salgının gidişatını 12 hafta içinde tersine çevirebileceğimizi' açıkladı. Bu arada, her yerde gördüğümüz ve salgını bir savaşa benzeten yakıştırmalar, kendi 'kurtuluş günümüzü' yaşayacağımız fantezisini körükledi. Basının büyük bir kısmı bu duyguyu hevesle tekrarlarken, aynı zamanda eylül ayına kadar üretilecek bir aşıyla ilgili mantık dışı umutları da artırdı.

BOŞ VAATLERİ UNUTUN

Bu tür umutsuz zaman çizelgeleri çöker ve sosyal yaşamlarımız üzerindeki kısıtlamalar yeniden sıkılaşırken, katartik bir bitiş noktası hayalini sürdürmek gittikçe zorlaşıyor. Boris Johnson’ın Noel’e dek her şeyin bitebileceğine dair verdiği güvenceler her zamankinden daha da boş bir tınıya sahip. Virüsün önümüzdeki 12 ayını inceleyen modeller büyük oranda farklılaşıyor olsa da hepsi aslında bir konuda hemfikir: Korona virüsü ve klostrofobik mimarisinin bir versiyonu bizimle kalmaya devam edecek.

İnsanı uyanışa götüren bu farkındalık, büyük olasılıkla ikinci bir dalgayı ve başka bir karantinayı psikolojik açıdan ilkinden daha zor bir hale getirecek. Birçok insan açısından virüsle mücadele için alınan aşırı önlemleri cazip kılan şey, açık bir bitiş noktasına doğru birlikte çalıştığımız inancıydı. O zaman dahi, İngiltere’deki yetişkinler arasında bildirilen depresyon oranları iki katına çıkmıştı. Daha önce yaşamış olmak, ikinci seferi daha kolay hale getirmeyecek. Arizonalı bir adam, Washington Post’a ‘pandemi yorgunluğu’ hakkında yazdığı son makalesinde şunları söylüyor: “İleriye bakmak için tünelin diğer ucunda bir ışığın olduğunu düşünmek zaten zorken, aniden bunun bir tren olduğunu fark ediyorsunuz.”

Peki, başka bir dalgaya ve karantinaya dayanmak için gücü ve enerjiyi nasıl toplayabiliriz? Medya kuramcıları ve psikologlar uzun zamandan beridir toplumdaki 'kriz yorgunluğu' hakkında uyarılarda bulunuyorlar: Haber döngüsünde bir sel gibi akan felaket olaylarından kaynaklanan tükenme hissi, bazı insanların içe kapanmasına ve diğerlerinin nihilizme gömülmesine yol açıyor. Diğer yandan, pandeminin benzersiz yorucu gücü bundan da farklı. Diğer dramatik krizler geçip gidiyormuş gibi görünür -orman yangınları, seller, halk isyanları, daha da tuhaflaşan Brexit kararı vs- ama pandemi aralıksız biçimde ve her şeyin üzerinde devam ediyor.

Bu yüzden pandemi yorgunluğu daha genelleştirilmiş bir 'kriz yorgunluğundan' daha keskindir; zira bir son duygusu yoktur. (Korona virüsü krizi gerçekten de 'bir film' gibiyse, bu kesinlikle Batman olmalı: Ne zaman olayların arka planını gördüğümüzü düşünsek, yeni bir bölümle karşılaşıyoruz.) Halbuki krizleri geçiş anları -bizi daha yüksek bir düzleme taşıyan 'uyanış çağrıları' ya da 'dönüm noktaları'- olarak görmeyi severken, virüsün Avrupa genelinde ve diğer bölgelerde yeniden canlanması bu geleneksel hikayeyle çelişiyor: Başladığımız yere geri dönüyormuşuz gibi geliyor ve sadece daha yorgun hissediyoruz.

BİR SONA ULAŞMAK ZAMAN İSTER

Frank Kermode, 1967’de yayınlanan ‘The Sense of An Ending’ adlı kitabında, bu ‘geçiş kurgusunun’ artık modern durumun merkezine yerleştiğini savunuyordu. Yazar, “Bu his, bir sonuca ulaşmaya ilişkin güven eksikliğimizi yansıtıyor” diyerek, tarihin sadece başka çağlarda yaşandığına dair korkumuzu da (bir tür ‘fomo’) yansıttığını söylüyordu. Kermode, ayrıca bu geçiş hissinin gittikçe daha fazla kendi içinde bir sonuç olarak yaşandığını ileri sürüyordu. “Kişinin kendi yaşının iki ana dönem arasında bir geçiş (dönemi/ç.n.) olduğu inancı, geçişin bizzat kendisinin bir çağ haline geldiği inancına dönüşür.” Zaman zaman, korona virüsü de aynen böyle hissettiriyor; ebedi bir geçiş hali. Kasvetli anlarda, daha da umutsuz görünür: Geçiş kurgusu kaybolur ve daha yüksek bir amacı olmayan sürekli bir krize dönüşür.

Geçiş vaadi, açık bir teselli taşır ama aynı zamanda siyaseti biçimlendiren bir hayal kırıklığı ve hareketsizlik kaynağıdır. Huzursuz ve umutsuz bir şekilde yolumuza devam etmeden önce sadece bu kadar bekleyebiliriz. Çağımızın popülizmi, sabırsızlığıyla tanımlanır: Gerici liderleri, artık bekleme zamanının bittiğini ve Donald Trump’ın senato açılış konuşmasında dile getirdiği gibi 'harekete geçme vaktinin geldiğini' ilan ederler. Rahatsızlık verici gerçekler ve üzerinde düşünülmüş süreçler, hız ve kendini iyi hissetme yetersizliği nedeniyle reddedilir. Bu yüzden, Johnson’ın 'fırına verilmeye hazır' Brexit anlaşması da böyledir: ‘Artık avarelik yapmak yok’ der. Aralık ayında yaptığı açıklamada “Birleşik Krallık için yeni bir altın çağın yakın olduğunu söylemenin abartılı ya da mantık dışı olduğunu düşünmüyorum” demişti: Tarih yüzünü bize dönmek üzere.

SİYASETİN YALAN MAKİNELERİ

Şimdi, tarih ziyadesiyle bize doğru dönmüşken, Johnson, Trump ve benzerleri, sabırsızlıklarını, şu an için hayatımızdaki büyük kilit taşı olan liberal demokrasiyi yerinden eden pandemiye neden olan güçlü virüse doğru yöneltiyorlar. Bir zamanlar statükoyu alt üst etmeye söz veren ateşli asiler, şimdi onu geri getirecek kişilerin kendileri olduğu konusunda daha da mantık dışı bir şekilde ısrar ediyorlar. Beceriksizliğin felaketvari tezahürlerini sunarlarken bile, kalıcı popülariteleri ve boş vaatleriyle -pandeminin yakında geçeceğinin, yakında normal yaşama devam edileceğinin- insanların virüsle ilgili kişisel sabırsızlığına nasıl hitap ettiklerini ortaya koyuyorlar. Herhangi bir sözde çözüm veya sihirli bir hap ya da 'aya yolculuk' işe yaramadığında, daima bir başkasını suçlayabilirler.

Hızlı bir düzelmeyle ilgili fantezilerden tamamen vaz geçmek daha iyi olacaktır. Bu bir yarış değil, hatta maraton bile değil: Geçilecek bir bitiş çizgisi yok, kullanılacak kestirme bir yol da yok. Kendimizi ikinci bir dalga veya ikinci bir karantinaya hazırlarken, nerede olduğumuza ve nereye gittiğimize dair daha gerçekçi bir yaklaşıma, karanlık kış günlerinde bizi yalnızca hayal kırıklığına götüren yanılsamalara sürüklemeyecek kaba bir haritaya ihtiyacımız var. Salgını arkamızda bırakma arzumuz akla yatkın ama virüs ve onun rahatsız edici eşlikçileri -maskeler, sosyal mesafe kuralları, el dezenfektanları, karantinalar, tecritler- yakın zamanda hiçbir yere gitmeyecek. Gelecek planlarımıza bu gerçekle başlamalıyız.

Yazının orjinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)