Korona virüsü ve acınası varoluşumuz

Beğenilme ve onay alma isteğinin derinine baktığımızda karşımıza ‘el âlem’ kavramı çıkmaktadır. Köyden kente göçle beraber bireyselleştiğini zanneden insan, el âlem duvarını aşmakta zorlanmış, yaşamını başkalarının gözünde var olmak için sürdürmüştür.

Abone ol

Mehmet Sunaoğlu*

Yirminci yüzyıl, gerçekleşen bilimsel ve teknolojik gelişmeler, yaşanan ekonomik ve siyasal değişimlerle diğer çağlara göre ilerlemenin daha hızlı olduğu bir yüzyıldı. Radyo, televizyon ve bilgisayarın buluşuyla iletişim olanakları gelişmiş, insan ilk kez aya ayak basmış, ulaşım araçlarındaki ilerlemelerle yük ve insan taşımacılığı ulusal ve uluslararası boyutta kayda değer bir seviyeye ulaşmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan rekabet, kendini bilim ve teknoloji alanında da göstermiş, üstün olma çabası da bu alandaki ilerlemeye katkı sunmuştu.

İnsanın doğadan kopup kendini ‘eşref-i mahlûkat’ olarak tanımlaması yirminci yüzyıldan çok daha gerilere denk düşse de, bu çağdaki gelişmeler, insanın böbürlenmesine haklılık kazandıracak algılar oluşturmuştur.

Batı dünyasında Sanayi Devrimi sonrası, ülkemizde de 1950’li yıllarla beraber köyden kente doğru bir göç dalgası başlamıştır. Toplu halde yaşanan, üretim sistemleri bakımından işbirliğine dayalı olan ve gelenek-göreneklerin baskın olduğu köy yaşantısı, insanın bireyselliğini ikinci planda tutuyordu. Köyün ahlak kuralları, gelenek-görenekleri, menfaatleri bireyin istek, arzu ve kararlarından önce geliyordu. Şehirleşmeyle beraber, insanlar hemşehrilerinin bulundukları mahallelere evler yapmış, oluşan bu ‘hemşehri mahalleleri’ her ne kadar insanı gözetim ve denetim altına almaya çalışsa da, köyde olduğu kadar başarılı olamamıştır. Köyde ekonomik yaşam büyük oranda tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. Mahsulün ekilip biçilmesinden tutun da evde bulgur, salça yapımına kadar hemen hemen bütün işler işbirliği ile yapılıyordu. Köyün gelenek ve göreneklerinin dışına çıkan bir kişinin işlerini yürütmesi imkânsız sayılırdı. Kentte ise kişiler daha çok fabrikalarda ve bağımsız iş yerlerinde çalışıyor, işlerini yürütmek için köyde olduğu kadar bir işbirliğine gereksinim duymuyorlardı. Kentin köye göre bireyi denetim altına alamamasının en önemli sebebi buydu.

Sosyal alanda gerçekleşen bu değişim, ‘birey’in öne çıkmasına katkı sağladı. İnsan artık yaşamının yönünü belirleyecek kararlığa sahip olan, özgürce seçimde bulunan, kimsenin kendi hayatına karışmaması gerektiğini savunan bir ‘birey’ olmuştu. Bu durum kişinin psikolojik sağlıklılığı açısından da gerekliydi. İnsan özerk olmalı, yaşamını ilgilendiren durumlarda nihai kararı kendi vermeliydi. Tüm bu gelişmelere rağmen, toplumların peşi sıra getirdiği kavramlar da vardı. Bizim toplumumuz için bu kavramların en başatı ‘el âlem’ kavramıydı. Köyde, kuralları ve işleyişi bozması halinde el âlemin kendisini dışlayacağını aklının bir köşesine yazmıştı insan. Şehirleşmeyle beraber, ‘el âlem’ kavramı benzer etkisini sürdürmekle beraber, hafif değişime de uğradı. Bireyin kendisini başkasının gözünden görme isteği, bu değişimin bir ürünüydü.

Diğerlerinin gözünden görünme isteği, beğenilme ve onay alma şeklindedir. Beğenilmek isteyen birey, diğerlerinin tercih ve görüşlerini kendine ölçüt alır. Beğenildiği, başkalarından takdir gördüğü sürece kendini var olarak kabul eder. Örneğin; bir elbise satın almak istediğinde, içinden gelen zevke göre değil, diğerlerinin bu elbiseyi beğenip beğenmeyeceğini göz önünde bulundurarak kararını verir. Bu kişi için diğerlerinin ölçütleri o kadar baskındır ki kendi istek ve tercihleri çok derine inmiş hatta görünmez olmuştur. Başarı, kendini başkalarının gözünde beğendirmek isteyen kişiler için içsel bir istekten çok, diğerlerinin beğeni ve takdirini almak için bir araçtır. Diğerlerinden onay alma gereksinmesi duyan bireyler ise, yaşamlarıyla ilgili alacakları kararların başkaları tarafından belirlenmesini isterler. Bu kararlar meslek değiştirmek, şehir değiştirmek, eş seçimi gibi önemli kararlar olabileceği gibi, yemek tercihi, elbise tercihi gibi küçük seçimler de olabilir. Yaşamlarıyla ilgili bir karar almalarına rağmen bu kararlarını başkalarına onaylatmadan eyleme geçmezler. Burada kastedilen onay arama ihtiyacı fikir sorma, danışma şeklinde değil, kararın onaylanmaması halinde büyük bir kaygı duyma şeklinde olmaktadır. Beğenilme ve onay alma isteğinin derinine baktığımızda karşımıza ‘el âlem’ kavramı çıkmaktadır. Köyden kente göçle beraber bireyselleştiğini zanneden insan, el âlem duvarını aşmakta zorlanmış, yaşamını başkalarının gözünde var olmak için sürdürmüştür.

Pek çoğumuz bireyselleştiğimiz yanılgısına kapılıp, davranışlarımızın bir bölümü ya da bütününü el âleme göre biçimlerken karşımıza Covid-19 salgını çıktı. Yıllardır kendimizi evrenin efendisi olarak görüyor, diğer canlılar üstünde tahakküm kurmaya çalışıyorduk. Şimdiyse, gözle görülmeyen bir virüs bizleri evlerimize hapsetmiş durumda. Salgının sona ereceğinden şüphem yok. Dünyanın çoğu ülkesindeki bilim insanı ve sağlık çalışanlarının gayreti takdire şayan. Evde kalmak durumunda olanlar için, evde yapılabilecek pek çok iş ve etkinlik olabilir. Düşünmek ise belki yapılacakların en faydalısı. Yaşamımızda var olup olmadığımız, aldığımız karar ve yaptığımız seçimlerin ne kadarının bizim istek ve değerlerimize ait olduğu hususunda düşünmek iyi gelecektir hepimize. Dünya normale döndüğünde, bu düşünmelerimizin karşılığı olur belki yaşamlarımızda. Kim bilir?

*Psikolojik danışman