Koronada 'hayat' bulmak

Küresel ölçekli bu biyolojik ve psikolojik korona salgınının bambaşka ruhsal yansımalarını gördüm. Panik, umarsızlık, kaygı dışında başka türlü birçok dışavuruma şahit oldum. “Bugünlerde kendimi daha mutlu hissediyorum” ya da “Kaygılıyım ama genel bir rahatlık da var” gibi söylemler işittim.

Abone ol

Hilal Bebek*

“Ve su, görünür oldu”

Afetler, savaşlar, salgınlar… Büyük ölçekli etkileri olan bu olaylar karşısında verdiğimiz tepkiler hem genel geçer bazı ortak özellikleri hem de kişiye özgü biricik yönleri barındırıyor. Malum kimi panikliyor ve orantısız kaygı tepkileri gösteriyor kimi inkara başvurarak gerçek tehlikeye temas etmiyor. Kimi zaman umarsız, kayıtsız kaldığımız oluyor kimi zaman ise abartılı önlemlere başvuruyoruz. Duygusal, bilişsel, davranışsal tepkilerimiz ortak bir spektrumun farklı noktalarına yayılıyor.

Ancak afet, salgın ve savaş gibi büyük çaplı olayların başka türden etkileri de var: “Huzur” ya da “rahatlama” yaratması gibi. Kendisini daha huzurlu hisseden, o zamana kadarki kaygılarının azaldığını söyleyen, depresif duygu durumu azalan, daha rahat ve mutlu hissettiği anların çoğaldığını söyleyenler de az değil. Kendi içimize dönüp bakacak olursak eğer biz de kaygı, tedirginlik, mutsuzluk ile beraber başka birçok farklı duyguyu da yakalayabiliriz ve evet bu duygulardan bazılarının da olumlu olduğunu görürüz.

Önemli bilim insanlarından kognitif terapist Adrian Wells’in aktardığı bazı çalışmaların sonuçları dikkatimi çekmişti. Savaş dönemlerinde birçok insanın depresif duygu durumlarının ve anksiyetelerinin azaldığını söyleyen araştırma sonuçlarıydı bunlar. Yine deprem dönemlerinde bazı insanların psikosomatik semptomlarının, konversif belirtilerinin azaldığını mesleki platformlarda dinleme şansım olmuştu. Hayatın içinden yakalayabileceğimiz gözlemler de var elbette. Mesela cenazelerde bazı insanların hüzünlerine rahatlama hissi eşlik eder ya da gülme isteği olur. Ya da ortak bir felaket olduğunda ve insanlar bir araya geldiğinde ortada beklemediğiniz türden neşe dalgalarına rastlayabilirsiniz. Elbette bu tür reaksiyonların farklı perspektiflerden birçok farklı açıklaması ve boyutu olacaktır. İndirgemeci olmadan bir iki bileşenin ucundan tutulabilir.

Logoterapinin kurucusu Victor Frankl, Nazi kamplarında kaldığı dönemleri anlatır. Sıkıntının aynı zamanda anlama açılan pencere de olduğunu anlarız. Gündelik hayatın nevrotik acılarından farklı olarak “büyütücü ve olgunlaştırıcı” acıların var olduğuna şahit oluruz. Frankl, anlam bulanlarda “ölmeden kalabilme” oranlarının önemli ölçüde arttığını anlatır.

Küresel ölçekli bu biyolojik ve psikolojik korona salgınının bambaşka ruhsal yansımalarını gördüm. Panik, umarsızlık, kaygı dışında başka türlü birçok dışavuruma şahit oldum. “Bugünlerde kendimi daha mutlu hissediyorum” ya da “Kaygılıyım ama genel bir rahatlık da var” gibi söylemler işittim. Kendi içime baktım. Kaygı ve tedirginlik dışında bir tatlı huzur da buldum. Neden?

VAROLUŞSAL KAYGILARIMIZA ARANAN 'BEDEN' BULUNDU 

Farklı boyutlar var elbette. Birkaç tanesinin ucundan tutmaya çalışayım. Öncelikle varoluş insan için “kaygı uyandırıcı bir şey”. İnsanın bu dünyaya gelişi, gidecek olması, geçicilik, anlam problemleri… Canlılık, hayat, bilinç. Öncemizin ve sonramızın belirsizliği. Yani bu dünyada bir bilinç oluşumuz zaten baştan sona kaygı. Oysa büyük, somut, elle tutulur olaylar her ne kadar kendileri de kaygı kaynağı olsalar da diğer elle tutulmaz kaygı bulutlarımızı bir süreliğine dağıtabilir. Bize dışarıda, somut, elle tutulur korku nesneleri sunar. “Düşman” bellidir, “çözümler” malumdur, sorumlular ve yapılacaklar açıktır, korkunun bir hedefi vardır artık. Ne uğruna savaşacağımız, neyden kaçacağımız, yaşamımızın çerçevesi, yarın uyanıp ne uğruna yaşayacağımız bellidir. Bu da insanın varoluşsal kaygılarına aranan bedenin bulunduğu anlamına gelir. Varoluşsal toz bulutu dışsallaştırılmış ve nesneleştirilmiştir. Gerçek dertlerimiz gölgede kalırken kurgusal olanlar ise kısa bir süreliğine dağılabilir.

SUYUNU GÖREN BALIK 

Diğer bir nokta ise bu gibi “anomalilerin” görünmez olanları görünür kılmasıdır. Irvin Yalom bir kitabında şöyle diyordu; balıklar içinde yaşadıkları suyu göremez. Su sınırsızdır ve her yeri kaplamıştır. Bir bitimi olmadığı için varlığı da hudutsuzluğu nedeni ile görünmezdir. Ta ki su içinde bir anomali olana kadar balık suyunu göremez. Anomali ise, su içindeki geçici hava baloncuklarıdır.

Sudaki bu beklenmedik kabarcık, suya bir kesinti verir. Suyu; “su olmayan” üzerinden görme şansı sunar. Sınırsız maviliğe bir hudut çizgisi çeker. Böylece varlığı gözükmeyeni görmek mümkün olur.

Kendi yaşamımızın da kesintisiz mavilikleri var. Nefes almak, her gün yeni bir güne uyanıyor olmak, sevdiklerimizin yaşıyor olması, sokağa çıkabiliyor olmak, işe gidip çalışabilmek. Bir dolu varlık, bir dolu hürriyet, su gibi her yanımızı sarmış bir dolu mevcudiyet. Varlığı gözümüze görünür olmadığı için minnet duygusu uyandırmayan ama hayat veren bir dolu “su” var etrafımızda.

Ve bir anomali girdi yaşamlarımıza: Korona. Bu, suyumuzdaki hava kabarcığı aynı zamanda. Deniz görünür oldu. Sabah çıkabilmek ne güzelmiş, evde sohbet etmeyi unutmuşuz, koşturmanın sonu yokmuş, yavaşlamak lezzeti arttırıyormuş, aslında dert edilmeyecek bir dolu şey ve dert edilmesi gereken de başka bir dolu şey varmış. Nefes almak, tedirgin olmadan yaşamak, birbirimize doyasıya sarılmak ve dokunmak, sokaklarda dilediğimiz gibi dolaşmak ne hoşmuş.

Korona gelmiş. Su görünür olmuş. Suyunu görmeyen biz balıklar için.

*Uzm. Psikolog