Koronada 'kobra etkisi'
Şu anda korona virüsünün yayılmasını yavaşlatmak için alınan önlemler mantıklıdır, ancak bu önlemler soruna kalıcı, köktenci ve sürdürülebilir bir çözüm getirmiyor. Virüse karşı savaşımda "sürdürülebilirlik" anahtar önemde bir kavrama dönüştü.
Josef Hasek Kılçıksız*
Kobra etkisi (Cobra effect), bir sorunun çözümü için yapılan müdahalelerin, sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirmesi anlamında kullanılan bir kavram.
Bu kavramın Hindistan’a uzanan tarihsel bir arka planı var.
Hindistan henüz İngiliz sömürgesiyken başkent Delhi'de pek çok İngiliz askeri kontrolsüzce çoğalan zehirli kobra yılanları tarafından sokularak öldürülmüştü. Bu gittikçe çoğalan ölüm vakalarının ardından sömürgeci İngilizler, ölü teslim edilen her kobra başına para ödülü koydular. Hintliler bu kampanyaya epey rağbet gösterdi. Öyle ki kampanya neredeyse yılanların soyunu tükenme noktasına getirdi. Fakat bir süre sonra, bu işi fırsata çevirmek isteyen Hintliler kobra çiftlikleri kurarak yılanları kendileri üretmeye başladılar. Önce yılanları kendileri üretiyor ardından öldürüp, İngilizlerden para alıyorlardı. İngiliz hükümeti, şark kurnazlığınca dönen bu çarkı zamanla fark edince "ölü yılana ödül" kampanyasından vazgeçti. Kızgın yılan çiftliği üreticileri bunun üzerine ellerindeki kobraları doğaya saldılar. Böylece doğada başı boş zehirli kobra popülasyonu birdenbire artmış ve başlangıçta olduğundan çok daha fazla büyük bir sayıya ulaşmıştı.
Şu anda korona virüsünün yayılmasını yavaşlatmak için alınan önlemler mantıklıdır, ancak bu önlemler soruna kalıcı, köktenci ve sürdürülebilir bir çözüm getirmiyor. Virüse karşı savaşımda "sürdürülebilirlik" anahtar önemde bir kavrama dönüştü. Her ne kadar "dehşet dengesi" Soğuk Savaş dönemiyle ilişkilendirilen bir kavram olsa da virüs ile mücadelede sürdürülebilirlik sorunsalı bir dehşet dengesi durumuna evrildi.
Korona virüsü ile mücadele, söndürülmesi zor bir yangın tehdidinin giderek yaklaşmakta olduğunu gösteriyor. Toplumsal hayatta, sağlıkta ve ekonomide alınan önlemlerin, sıhhî, sosyal ve ekonomik açıdan bir kobra efektine yol açması olasıdır.
Kapanmayla birlikte insanlar yavaş yavaş sosyal anlamda steril döngülerin içine çekildi.
Küresel ekonomiyi, çatırdayarak durma noktasına gelen eski bir su değirmeni olarak düşünün. Taşıma suyla bu değirmenin yürümeye devam etmeyeceği apaçık ortada.
Ekonomide ulusal düzeyde atılan sözde adımlar kozmetik önlemler olmaktan öteye gitmedi. Bir kriz patlak verdiğinde en büyük sorunun likidite eksikliği olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak ekonomiye garantili kredilerle gerekli likiditeyi sağlama girişimi uzun soluklu ve sürdürülebilir bir çözüm değildir. Düşük faizli kredilerle KOBİ’lerin ve esnafın borçlandırılması yerine, şirketlerin ve özel şahısların üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi daha makul bir çözümdür. Çünkü yüksek borç yükü büyümenin asla itici gücü değildir.
Salgının pek çok değişkene bağlı öngörülemez yapısı göz önünde bulundurulduğunda sürü bağışıklığı senaryosunun bir kobra etkisi doğurması olasıdır. Nüfusun genelinin kontrollü enfeksiyonu sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirebilir. Sürü bağışıklığını önerenler, risk grubunda bulunmayan kişilere kontrollü olarak virüs bulaştırılmasını öneriyor. Bu senaryoya göre, enfekte olanlar kendini karantinaya alacak ve daha sonra iyileşip bağışıklık kazanacaktır. Burada bağışıklık, salgının azalışa geçmesini başlatacak bir eşik değeri anlatmak için kullanılıyor.
Nüfusun genelinin kontrollü enfeksiyonu, sağlık sisteminin sınırlı kapasitelerinin yüksek risk gruplarının korunmasına odaklanmasını amaçlıyor. Sağlık sistemi böylece bütün imkanlarını, sözüm ona yaşlıları ve sağlık sorunu olan kişileri virüs enfeksiyonundan korumaya veya onlara tedavi seçenekleri sunmaya ayıracaktır.
Neredeyse bilimkurgusal bir senaryonun kuramsal çerçevesini çizdik. Bu senaryonun etik sıkıntıları bir yana, asıl sorun, toplumun bağışıklık kazandırması olası bir bulaşıcılığa hazır olup olmadığı sorunudur.
Sürü bağışıklığı senaryosu kontrollü olarak enfekte edilen kişilerin yeniden hastalanmayacağını ya da bu süreçte ölmeyeceklerini öngörüyor. Bu iyimser öngörülerin arkasında sağlık sisteminin sınırlı kapasitelerini gizleme telaşı yatıyor. Üretken, genç ve dinamik insanların hasta edilmesiyle oluşacak iş günü kaybının ekonomiyi daha da kötürüm edeceği hesaplanmıyor. Bir tarafta sadece genç kişilerin bağışık olduğu, öte yanda hiçbir bağışıklığa sahip olmayan yaşlı insan kümelerinden oluşan yarık bir toplum yaratmayı amaçlayan sosyal akıl kötürüm bir sosyal akıldır. Bu başlangıçta olduğundan daha da korkunç bir sonuç doğurur.
Kapanma zamanları kişiye, gündelik yaşamdan ne büyük yoğunlukta estetik deneyimler ne siyasi ne de ahlaki maksimler çıkarma olanağı sunuyor. Fakat kapanma zamanları birçok kimseye, etraflarındaki fazlalıklardan kurtulmak ve dağınıklığı toparlamak için zaman ve olanak sunmaktadır. Ancak buna rağmen birçok kişinin odaları (kafaları) dağınıktır ve evlerindeki depolama büyük bir hızla sürmektedir. Acaba bu, içimizdeki belirsizliğin, kaosun, telaşın ve karmaşanın dışavurumu mu? Çünkü korona krizi yakın gelecekte kıtlık korkusunu besliyor. İnsanın istifleme içgüdüsü, bu yüzden, hiç olmadığı kadar aktif duruma geçirilmiştir.
Korona virüsünün dünya çapında protesto hareketlerini nasıl felç ettiğine tanık oluyoruz. "İsyan yılı"ndan "Boş sokaklar yılı"na evirilişte virüs, birçok hükümete sosyal soluklanma molası hediye etti.
Dünyanın tehditlerle dolu olduğu ve sadece ulus devletin etkili bir şekilde bunlara karşı koyabileceğine dair inanç giderek artıyor. Kriz zamanları ulus-devletin altın çağları olmak üzere. Otuz yıldan beri süren sınırsız küreselleşmeye dizilen övgü mezmurlarının, geçmişe bakıldığında ne kadar abartılı yüceltiler olduğu anlaşıldı. Yoksa devletin yok olacağına dair sav, Marksistlerin yatmadan önce birbirlerine söyledikleri bir masaldan mı ibaretti?
İnsanlığın varoluşsal bir sıfır noktasına yaklaştığını söylemek için henüz erken. Ancak anti kahramanların ve mizantropların çağı olması açısından çağımızın, iyimser öngörülerde bulunma olanağı vermediği ortadadır.
Zaman durup, gelecek belirsizleştiğinde elimizde bir "şimdi" kalır. Önemli olan bu şimdi ile ne yaptığımızdır.
* PHD öğrencisi, asistan, Tampere Üniversitesi, Felsefe Anabilim Dalı, Finlandiya