Baudelaire “Kötülük Çiçekleri”ni yazıp yayınladığında, 3. Napolyon İmparatorluğu’nun “ahlakçı, sansürcü” öfkesi kitaba ve ona saldırdı.
Suçu “Toplumsal ve dini değerleri aşağılamak”tı.
Ciddi bir para cezası verildi. İmparatoriçe Eugenie’nin araya girmesiyle ceza biraz hafifletildi.
Ama hapis değil, Sayın İçişleri Bakanı, Sayın Cumhurbaşkanı!
Sene 1857 idi.
Sultan Abdülaziz’in, 3. Napolyon ve İmparatoriçe’nin davetini kabul edip yanında oğlu Şehzade Yusuf İzzeddin, padişahlık sırasındaki yeğenleri Murad ve Abdülhamid ile Paris’e gitmesinden 10 sene önce.
Namık Kemal’in Paris’e gidişinden de.
Ceza ve yasaklar üzerine Baudelaire’e, “Kötülük Çiçekleri kitabınız, yıldızlar gibi parlıyor” diye yazan Victor Hugo’nun, sansür ve baskıyı protesto için Fransa’yı terk edip Belçika’ya gittiği sıralar.
Kötülük Çiçekleri'nin ilk tam baskısının Belçika’da çıkacağı zamanlar.
“Kötülük Çiçekleri”nde 6 şiiri de “ahlaka ve dine karşı” diye yasaklayan dava, daha 5 ay önce de Flaubert’in “Madame Bovary”sine saldıran Savcı Ernest Pinard’ın eseriydi. (İçişleri Bakanı da oldu Sayın Soylu!)
İmparatorluğun yıkılmasına, yeniden yeniden cumhuriyetler kurulmasına rağmen sansür ancak 1949’da kaldırıldı.
Dün, 31 Mayıs, o 6 şiirin de 73 sene önce zincirlerinden kurtulduğu gündü.
Biz de elhamdülillah 2022’yi idrak ediyoruz!
Ve esasında “kadınlar” adeta özenle seçilerek, “yasaklanıyorlar.”
Siyasette, muhalifsen.
Cezaevinde, hastaysan,
Farklı sözü olan bir besten varsa.
Farklı sözü olan bir güften varsa.
Farklı sesi, farklı dili, kıyafeti, özgürlüğü olan bir ruhun varsa!
Cinsiyetçiliğe, homofobiye, şiddete, hiddete, otoriterliğin her cinsine ama bilhassa maço olanına itirazın ve meydan okuman varsa!
“Başörtü yasağı”nın haksız dayatması karşısında yükselmiş ve “yasaklara hayır” diye yüzde 50’leri bile bulmuş bir iktidar ve ona bağımlı yargı, güvenlik sistemi ile üslubu, “Kötülük Çiçekleri” gördüğü her şeye karşı “Kötülük Böcekleri” ile saldırıyor.
“Kötülük Böcekleri” engelli Suriyeli kadını tekmeleyen sokaktaki insanı da neredeyse ırkçı ve cinsiyetçi efelenmeler aktörü CHP’li belediye başkanını da zaten zehir zehir, kımıl kımıl saçtığı trollerinin, tetikçilerinin, en üst düzeyden veya en aşağı seviyeden tehditçilerinin de yanına katıveriyor.
“Öteki”ne saldıran her dilin, kadına saldırmaması, cinsiyetle ilgili her sahaya, her “aykırı, mugayir” gördüğüne linç histerisiyle, aşağılayarak, öfkeyle, yasaklayarak, hakaret ederek çullanmaması mümkün mü?
Kendileri de “hor görülebildikleri” bir tarihten gelen muhafazakâr kadınların, hiç olmazsa ötekileştirmeyi hissetmiş, anlamış ve zihinlerinde, kalplerinde aşabilmiş olanların da itiraz etmesi gerekmez mi?
Baudelaire, kitabının adını içindeki bir şiirden seçerken, “Kötülükler içindeki iyi ve güzeli ortaya çıkarmayı istediğini” söylemişti.
Kötülükler, bilhassa böcekleri, kemirgenleri, keneleri, kımılları, zehirlileri ile kötüler ve onlara inat, ülkenin, dünyanın bin bir rengi.
“Kımıl” şöyle tanımlanıyor bakın: “İnsanlığın emeğine ve geleceğine zarar vererek varlığını sürdüren bir böcek!”
Onlara inat, 25 yıldır, kadın yönetmenlerin “Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali” yapılıyor. Bu sene “Gezi mahkûmu” Çiğdem Mater’e de selamla başladı.
Kadınların sesi, nefesi, umudu, mücadelesi, dayanışması, isyanı, düşüncesi, bakışı, sanatı ile rengârenk.
İzlediğim bir film, Jeyan Kader Gülşen ile Zekiye Koçak’ın kurgu tadı da taşıyan uzun belgeseli “Bu Ben Değilim – This is not me”, iki kadın yönetmenin iki erkek aşkına bakışıyla ve İstanbul’a tutkulu aşkıyla çarpıcıydı.
İki kadının, aslında mücadele eden tüm kadınların, sadece kadın özgürlüğü için değil, herkesin, ötekileştirilen, dışlanan herkesin de umudu olabileceğine, hayatın tüm renklerini görüp anlatabileceklerine dair bir ses, bir nefes işte.
Böceklere inat, Baudelaire gibi!
Kötülüğe inat, bin bir renkli çiçekler gibi!