Kovboy şarkıları
Rastgele bir sayfa daha açıyorum kitaptan. “Genç ve yakışıklılarsa hepimiz bayılırız kovboylara,” diyor bu şarkı. “Hepimiz severiz onları, her ne kadar yanlış yapmış olsalar da.”
Pazar sabahı erkenden uyandım, genç müzisyen Nora Brown’ın sonbahara çok yakışan banjo şarkılarını dinliyorum. 'Cinnamon Tree' albümü bende şiir yazma isteği uyandırıyor. Ya da belki de bir şiir kitabının içinde kaybolma isteği…
Kitaplığımdan bir kitap çekip alıyorum. 'Cowboy Şarkıları ve Diğer İlkyerleşimci Balladları' adında kalın bir kitap. En sevdiğim yayınevlerinden biri olan Sub Yayın bünyesindeki Jazz Is Dead serisinden, Şenol Erdoğan’ın editörlüğünde, Tolga Öztürk’ün muazzam çeviriyle yayımlanmış. Kahve yapıp kitaptan rasgele bir sayfa açıyorum.
'BEN YALNIZ BİR KOVBOYUM'
“Ben yalnız bir kovboyum,” diye okuyorum. “Ben yalnız bir kovboyum, evinden çok uzakta…” İster istemez çocukluğuma ışınlıyor bu sözler beni. Pazar sabahları, kahvaltıdan sonra koca bir bardak şeftali suyu eşliğinde TRT’de izlediğim kovboy filmlerini hatırlıyorum.
"İyi, Kötü ve Çirkin"deki Clint Eastwood’u ne kadar havalı bulduğumu hatırlıyorum bir de. Bana hediye edilen yeşil pançomu giyip kürdan çiğneyerek ayna karşısında kendi kendime Clint Eastwood taklidi yaptığımı.
Hiç bilmediğim bir yer ve zamana duyduğum bu ilginin sebebi neydi, bilmiyorum. Ama bugün bile Vahşi Batı ve kovboy figürü çok ilgimi çekiyor, üstelik ironik bir biçimde de değil. Neden, bilmiyorum ama Nevada, Arizona ve Teksas gibi kelimeleri duymak bile gerçekten kanımın kaynamasına sebep oluyor.
Sevdiğim banjo şarkılarından oluşan uzun bir çalma listem bile var. Nora Brown ise en sevdiğim banjo müzisyenlerinin başında geliyor. Banjo mu demeliyim, banço mu? Sanırım bu konuda da kafam karışık ama bu enstrümana duyduğum sevgi hiç değişmiyor. Kısacası elimde Vahşi Batı’yla ilgili çok şey var. Ama bunların hiçbiri bana elimde tuttuğum kitap kadar güzel gelmemişti şimdiye kadar.
Amerika’nın efsanevi şarkı toplayıcısı Alan Lomax’ın derlediği kovboy şarkılarının sözlerini okurken kafamda film sahneleri canlanıyor. Şarkıları duyamıyorum ama tıpkı çocukluğumun pazar sabahları gibi, onları da neredeyse yanı başıma hissedebiliyorum. Lomax kovboyların sığırlarla ilgilenen, onları bir yerden bir yere (mesela Teksas’tan Kansas’a) götüren, onlara şarkılar söyleyen ve kazandıkları paraları bir gecede çar çur eden göçebeler olduğunu söylüyor.
Özgür, biraz serseri, çokça romantik, öncü ruhlarmış kovboylar. Yalnız yaşayan ve yalnız ölen ruhlar. Geride bıraktıkları sevgililerinin evlilik haberlerini aldıklarında gözyaşı döken ama yine de eve dönmeyen yersiz yurtsuz genç adamlar. Bundan yüz yıl önce bile çoktan kaybolmaya yüz tutmuşlar.
İyi ama onların Teksas korucuları, Jesse James, madenciler, oduncular, sınıradamları, mormon rahipler ve Amerikan yerlileri hakkında söyledikleri şarkılar neden bu kadar duygulandırıyor beni? Çocukluğumu özlediğim için mi? Yoksa bu da benim gizli gizli göçebe bir ruh olmamla mı ilgili?
HÜZÜNLÜ BİR KOVBOY KIZ
Bir banjom olsun istiyorum bazen. Ben de kovboy şarkıları yazmak istiyorum. Yola çıksam, çöle gitsem, bir kertenkele olsam kaktüslere şarkılar söyleyen… Böyle şeyler düşünüyorum, işte. Çocuksu bir özlemle, bunları hayal ediyorum bazen. Sonra kendi dünyama dönüyorum ve Vahşi Batı’da yaşıyor olsam, olsa olsa hüzünlü bir kovboy kız olacağımı unutuyorum.
Havalı kovboy kostümleri giyen çocuklar tanıyordum küçükken. Benim hiç olmamıştı. Yine de yeşil pançomu kürdanla destekleyerek kendimi bir kovboy kıza dönüştürmeyi başarmıştım. Ve kendi kimliğini kendisi inşa eden herkes gibi, bununla çok gururlanmıştım.
Ama tam da o küçük kovboy kızı düşünürken, onun gerçek kovboylara ne kadar benzediğini fark ediyorum şaşkınlıkla. O tuhaf yalnızlığı, yalnızlıktan gelen özgürlüğü, yolda olmaya duyulan aşkı… Ama kovboyların aksine, bir yuvam olmasını çok fazla önemsiyordum ben. Hiçbir zaman yola çıkamayacak olmamın sebebi de buydu belki de.
Rastgele bir sayfa daha açıyorum kitaptan. “Genç ve yakışıklılarsa hepimiz bayılırız kovboylara,” diyor bu şarkı. “Hepimiz severiz onları, her ne kadar yanlış yapmış olsalar da.” Kendi kendime gülümsüyorum. Nora Brown’ın banjosu ne kadar da yakıştı bu şarkıya…
Çocukluğumdan tek bir giysi bile kalmamış elimde. Oysa ne kadar da isterdim Clint Eastwood pançomu bir daha görebilmeyi! Ama biliyorum ki, çocukluğuma dönebilmek için bu tatlı pazar sabahında yapabileceğim bir şey daha var.
Ben de onu yapmaya gidiyorum şimdi: Yani, kendime koca bir bardak şeftali suyu alıp "İyi, Kötü ve Çirkin"i izlemeye. Sonra da kayıp pançolar hakkında hüzünlü bir kovboy şarkısı yazarım belki.