Türkiye’de 7 ilde 21 orman yangını devam ederken, ciğerimiz yanarken, Türk Hava Kurumu (THK) Kayyum Heyeti Başkanı Cenap Aşcı, bir televizyon programına bağlanarak yangına rağmen düğüne gittiğini itiraf etti.
Aşçı: "Bu akşam bir özel durumum vardı, çocukluğundan beri büyüttüğümüz bir kızımızın düğünü vardı oraya gitmek durumunda kaldım" dedi. Bizlerden anlayış göstermemizi bekleyen bu insan, teknik ya da siyasi nedenlerle kullanılmayan 9 uçağın bağlı olduğu kurumu yönetiyor, şeklen de işinin başında durmak aklına dahi gelmiyor. Geçtiğimiz haftalarda viral olan bir video vardı, açık hava düğününde sahnede şarkılar söyleniyor, halaylar çekiliyor ama arkada koskoca orman cayır cayır yanıyordu. Ülkemizin durumunu anlat deseler, o videodaki kadar güzel tasvirlenemezdi sanırım. Bir yanımız “yaprak döker”ken, bir yanımız sözde “bahar bahçe…” Tıpkı 15 Temmuz’da da, belki de ilk defa Türkiye hava sahası tamamen kapatılmışken, hava kuvvetleri komutanlarının düğüne gitmesi gibi. Maalesef ülkeyi yıllardır yönetenlerin kronikleşen aymazlığı, bizi her gün daha da büyük bir felakete sürüklüyor. Köy yanarken saçlarını tarayan kayıtsız kötüler (Atasözünün orijinalindeki “delilere” haksızlık etmeyelim) çoğaldıkça doğa katliamları daha da artıyor, insanlar, hayvanlar ölüyor…
Bu felaketleri öngörüp uyaranlar yok değil elbette. Aslında akademisyenler; depremin, müsilajın, orman yangınlarının olacağını, pandeminin ne boyutlara geleceğini çok önceden beri uyarıyorlar ve bunlar için neler yapılması gerektiğini sıralıyorlar. Buradaki kritik soru, devlet katında ya da geniş kitleler nezdinde duymak isteyen var mı bu söylenenleri? Sistematik bir aydın/akademisyen düşmanlığı politikası yürütülürken, bu uyarılar, hatta haykırışlar yıllardır karşılığını bulmuyor. Akademik özerkliği ortadan kaldıran, A101 açar gibi üniversite açıp, niteliği yerlerde süründürüp yüzbinlerce potansiyel genç işsiz yaratan, hacamatı üniversite müfredatına sokan, “Barış İçin Akademisyenler”e hayatı zindan eden, Boğaziçi Üniversitesi ve diğer okullara kayyum rektör atayan zihniyet, elbette bilim insanlarının söylediklerine kulaklarını tıkayacak. Asıl dertleri; mevcut düzenin ve inşaata dayalı bir kalkınma modelinin sürdürülebilir olması, gerisi lafügüzaf. Deprem, pandemi, müsilaj ve orman yangınlarının meydana gelmemesi için önlemler ya da pro-aktif bir pozisyon almak, mevcut iktidarın doğasına aykırı. Çünkü bunlar “fıtrat”.
Oysa Cihan Erdönmez, 21 Haziran 2021 tarihinde yesilgazete.org için kaleme aldığı yazıda açıkça ifade ediyor ve önerilerini sıralıyor: “Ülkenin bir bölümü için oldukça kurak bir bahar yaşandığını biliyoruz. Buna karşılık orman yangınlarının sıklıkla görüldüğü bölgelerde görece serin ve bol yağışlı bir bahar geçirdik. Bu nedenle henüz toplumun tümünün dikkatini çekecek ölçüde büyük ve etkili orman yangınlarına şahit olmadık. Umarım hiç olmayız. Ama gerçekçi düşünmek zorundayız ve istesek de istemesek de hem bu yaz hem de sonraki yazlarda orman yangınlarının olacağını biliyoruz. O nedenle, ifade yerindeyse ‘testi kırılmadan’ uyarmak konuyla ilgili uzmanların ve organizasyonların görevi.” Testi kırılmadan önce harekete geçmek Nasreddin Hoca’dan sonra uygulandı mı acaba bu topraklarda? Soma’da, Pamukova’da, Çorlu’da, bütün iş kazalarında, Karadeniz sellerinde, bütün depremlerde…Testi kırıldıktan sonra da kriz yönetimini becerebilseler diyeceğiz ki en azından sonrasında iyiler ancak Devlet önlemini alamadığı felaketlerin ardından sosyal devlet sorumluluğunu da bizlere havale ediyor.
Her afetin ardından telefonlarımıza “hadi birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde 10 TL yolla bakalım” mesajları geliyor. Asgari ücretli çalışandan alınan vergiden ÖTV’ye, emlak vergisinden KDV’ye kadar hayatımızda sanki hiç vergi yokmuş gibi, elimizi hep biz taşın altına sokalım, “porsiyon küçültelim” istiyorlar. Devlet her türlü müdahale etme sorumluluğunu taşeron olarak bizlere versin, hiç önlem almasın, denetleme yapmasın, asli görevi olarak yapması gerekenleri yapmasın, sonra “taşere” ettiği bizlerden para istesin, oh ne ala valla. Bu sırada SMA’lı çocuklar hayatlarını kaybetsin, insanların evleri yansın, müsilaj nedeniyle sayfiye yerlerinde ekonomi durma noktasına gelsin, yanlış pandemi kararları, geç tedarik edilen aşılar nedeniyle insanlar ölsün…Hakikaten yeter yahu, “bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur” misali bir durumla karşı karşıyayız: “Bunca yaşananlar ancak bilinçli bir politika ile olur.”
Otoyollar, köprüler, tüneller, viyadükler için kesilen milyonlarca ağaç, Kanal İstanbul, İkizdere, müsilaj derken orman yangınları ile mahvolduk. “19 yıl önce cennette yaşıyorduk” diyecek kadar şuursuz değiliz elbette ama ülkenin cehenneme döndüğünü Manavgat’a ve diğer yangınlara bakarak söylememiz pekâlâ mümkün. Yazık oldu ülkeye, hepimize, 1,5 yıldır düzgün okutamadığımız çocuklarımıza, onların geleceklerine, hayatını kaybeden insanlara, hayvanlara, eskisi gibi yerine gelmeyecek ormanlara… Öte yandan bu kadar dibe çökmenin getirdiği belki de mantıksız bir umut da bizleri bekliyor olabilir. Zira daha ne kadar derin olabilir ki, içinde yangında saçlarını tarayanların bulunduğu bu dipsiz kuyu, bir yerde bitecektir elbette…