Geçtiğimiz hafta 22 Kasım’da Ankara’da düzenlenen TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu Paneline dinleyici olarak katıldığımda Türkiye’nin takipteki krediler sorununa ilişkin somut ve detaylı bir çözüm önerisi duymayı beklemiyor, konuşmacıların ve dinleyicilerin her beş-on kelimesinden birisinin şeffaflık olabileceğini kestiriyordum.
Türkiye büyük burjuvazisinin çatı örgütlerinden önde geleninin düzenleyici olduğu panelde konuşan akademisyenler ve uzmanlar kredi genişlemesinin sürdürülebilirliğine dair şüphelerini, Türkiye’de makroekonomik bazı verilerdeki düzelmenin 2018’de ortaya çıkan hasarın onarıldığı anlamına gelmeyebileceğini belirttiler. Bilinmeyen işlemlerden, olmayan stres testlerinden dert yakındılar. Yine de, her an işler bozulabilir uyarısıyla olsa dahi, çıktı açığının azaldığı ve pozitif büyümenin görüldüğü bir 2020 yılı tahmininde bulunmaktan geri kalmadılar.
Standart bir oturum. Ancak panelde de görülen yaklaşım tutarsızlıklarını ele almakta fayda var. Önce kredi hacmine ve takipteki kredi verilerine değinelim.
HAZIR MIYIZ?
Türkiye’nin lunapark treni hattına benzeyen kredi hacmi değişim çizgisinde son aylarda belirgin bir sıçrama var. Devlet bankalarının olağan dışı kredi hacmi artışına, nihayet, reel olarak yıllık pozitif büyüme gösteren özel bankalar kredi hacmi eşlik etmeye başlayacak gibi duruyor. Ancak bu, faiz indirimlerinin yaratması beklenenden daha düşük ve yine devlet bankaları çekişli bir canlanma.
Yukarıdaki tablonun (kur etkilerinden arındırılmış toplam kredi hacmi değişiklik oranı da benzer seyir sunuyor) işaret ettiği sonuç politika yapıcıların öngördüğü senaryonun güçlenmesi. TÜSİAD panelinde de müstehzi ifadelerle dile getirilen bu senaryo hanelerin tüketim artışının, şirketleri yeni yatırıma itebileceği, sonuçta yatırımlardaki bozulmanın durup tersine döneceği bir büyüme çevriminin başlayabileceğini öngörüyor. Hazine ve Maliye Bakanı'nın duacı olduğu çevrim başladığında devlet bu günlerdeki kadar tüketmeyecek ve düze çıkılmış olacak. Yeter ki o aşamaya kadar dayanılsın. Dolayısıyla toplam kredilerin yüzde 6’sına dayanmış takipteki kredi oranı, yakın izlemedekiler dahil edildiğinde ikiye katlanan sorunlu kredi oranı, sorun olmaktan kısa süre sonra çıkabilir.
Ancak devlet bankası şemsiyesini kapatmamanın yağmurun süresini uzatacağı da tahmin edilebilir. Üstelik başta enerji ve inşaat sektörlerinde olmak üzere sorunlu kredilerin ne kadar büyük bir sorun teşkil ettiğine/edeceğine dair güvenilir bir bilgiye kamuoyunun sahip olmaması şüpheleri artırıyor.
DEVLET KURAMI HERKESE LAZIM
Verilere ve gidişata dair şüphe son derece anlaşılır. Ancak liberal iktisatçıların ve Türkiye ekonomisine dair popüler tespitlerde bulunan piyasacı kalemlerin devlet anlayışlarında mevcut bulunan sorunlar bu şüphenin ifadesine eşlik ediyor. TÜSİAD panelinde takipteki krediler sorununun çözümünün mevzuat değişikliği, devletin bankaları çözüm doğrultusunda teşviki, kurumsal güvenilirlik ve genel olarak devletin entelektüel liderliği ile sağlanabileceği çeşitli kereler belirtildi.
Buradaki tutarsızlığın altını çizelim: Takipteki kredi sorunu kredi öncülüğünde büyüme modelinin getirisi ve Türkiye’ye has değil, ayrıca atlatılabilir görünse de halen çok ağır sonuçlar doğurabilir. Bu sorunun büyük sermaye isteği doğrultusunda çözümü çok sayıda şirketi batırabilir, böyle bir gelişme Türkiye’de iktidar blokunun dağılmasını engellemek için hiç de şeffaf olmayan işlere girişmekten imtina etmeyecek olanları sarsar. Üstelik, iktidardakiler her şeyi berbat etmekle suçlanmalarına karşın neden birkaç dokunuşla her şeyi düzeltebilir addediliyorlar, pek anlaşılır değil.
Devamını getirebiliriz: Oy tabanını korumak için şirket yüzdürmekten vazgeçemeyen ve bu nedenle etkili ancak daha sert bir tedavi uygulamayan politika yapıcıların sorunlu kredilerin çözümünde liderlik rolü üstlenmesi mümkün mü? Reel sektör ve bankaların kum havuzunda oynayan çocuklar, devletin ebeveyn gibi resmedildiği bu anlatı fazlasıyla basit değil mi?
Otoriterlikte kaçak kat çıkmış ve fakat ekonomik büyüme modelinin temeline dokunmamış AKP dönemi devletinin bilgisine sahip olanlar yine de çerçevelerini değiştirmiyorlar. Siyasal davranış ve destek devşirme mekanizmalarının kaynak tahsisi ve ekonomik kararların alınmasında ne kadar etkili olduğunu bilip de görmezden gelmenin basit bir nedeni var: Sonuçta muğlak bir olması gereken tariflediğinizde, başarısızlık karşısında zarar görmeyebiliyorsunuz. Sorun, alternatifi önerilemeyen büyüme modeli değil, bazı uygulamalar haline geliveriyor. Olması gerekene uygun davranmayan politika yapıcıların uygulamaları, liderlik göstermeyen devlet, artık ne gelirse, oraya yerleştirilebilir.
BÜTÜN DÜNYA BUNA İNANSA
Daha önce bu köşede de yazdığım üzere AKP’nin politika tepkileri krizin daha ağır seyretmesine vesile olmuş olabilir, ancak AKP’nin ağırlaştırdığı krizin esas nedenine işaret etmeden yara bantlarıyla uğraşmak Türkiye’nin sorunları karşısında hafif kaçıyor. Bir kriz tekrarlanır ve yeni çalkantılar görülürse bu kredi öncülüğünde büyüme ısrarından değil, AKP’nin ekonomi yönetiminin şeffaflık eksikliğinden olacak iması temelsiz.
AKP’yi var eden tabanı bilmezden gelerek Türkiye ekonomisine dair konuşma mahareti sergileyen iktisatçılar takipteki krediler sorununun çözümünün, parçası olarak sunulduğu bir muhayyel paketle Türkiye’nin risk priminde düşüş gerçekleşeceği, yatırım atmosferinin değişeceği ve sürdürülebilir bir patikaya geçilebileceği düşüncesindeler. Oysa, bildikleri üzere üretkenlik artışı ve yeni pazarlara erişim olmaksızın kredi genişlemesinin sağladığı büyüme geçici, ayrıca emek gücünü bastırmanın sunduğu olanaklar bir süre sonra ters tepebiliyor. Türkiye’de yatırım atmosferinin değişmesinin Türk sağının kadim söylemi haline gelmiş yüksek katma değerli ve rekabetçi üretime geçişi sağlayacağına olan inancın somut temeli mevcut değil. İster takipteki kredi sorununun çözümü ister Türkiye’nin nurlu ufuklara yol alması için öneriliyor olsun, “paket” dendiğinde şu sorulara net cevaplar verilmeli: Nasıl bir paket, nasıl bir düzenleme? Kim finanse edecek, kim faydalanacak?
BİZE BİR ŞEY OLMASIN
Teknik tartışma sürdüren iktisatçılar (ya da bizim örneğimizde TÜSİAD panelistleri) elbette tartışma alanlarını genişletmek zorunda değiller. Ancak biraz da böyle yapmamalarının nedeni, siyaset terminolojisiyle söyleyecek olursak, evrenselleştirici bir siyasal momente uzanmayı gerekli görmemeleri (ya da bunu yapamamaları).
Tekrarlayayım: Çeşitli araştırmacılar ve liberal iktisatçılarda belirgin, TÜSİAD gibi kurumlara hakim hale gelmiş eleştiri hattının bize anlattığı gibi bir devlet ya da bazı reformlarla sürdürülebilir büyüme getirecek kredi öncülüğünde büyüme modeli bulunmuyor. Çarpık bir devlet yaklaşımından beslenen, her şeyi her daim eleştirebilen, ancak kendisini eleştirmeyi bilmeyenlerin reform, büyüme üzerine söylemlerinin boşluğunu vurgulamak elzem. AKP döneminin absürtlüklerini tartışmak bu boşluğa işaret etmekten kaçmanın mazereti olmamalı.