Killa Hakan, son dönemin büyük yıldızlarından. Onunla Kreuzberg sokaklarında yan yana yürürken “büyük”lüğünü kavrıyorsunuz. Bugüne kadar duymamış, dinlememiş olma ihtimaliniz pek yok ama böyle bir şey varsa bile kulağınızı ona çevirin zira anlatacak çok şeyi var. Kreuzberg sokaklarının sesini evinize getiriyor.
1970’li yılların sonunda bir grup tiyatrocunun yolu Berlin'e
düşer: Ayla Algan, Tuncel Kurtiz, Şener Şen, Kerim Afşar ve Beklan
Algan, senatonun da desteklediği bir tiyatro kumpanyası adına
Türkiye’den gelen işçileri anlatan bir oyun yazmak ve oynamak üzere
kollarını sıvar. “Giden Tez Geri Dönmez” başlıklı oyunun müzikleri
Ergüder Yoldaş’a emanet edilir. Yoldaş onlarla birlikte Berlin’e
gelir ve çalışmalara katılır. Oyundan geriye kalan, bir dönem Nur
Yoldaş sesiyle TRT ekranlarında yankılanan ve sonrasında hiçbir
formatta yayımlanmayan bir şarkı: “Berlin Berlin”: “Berlin Berlin
şen Berlin / Duvarları bol Berlin” diye başlıyor… Nakaratı, umut
yüklü: “Dol kara bakır / Dol ki derdim tükensin / Dol kara bakır /
Dol ki yuvam şenlensin…”
Nur Yoldaş, “Berlin Berlin”i, “Gerçekten Berlin’i anlatır bu
şarkı...” cümlesiyle özetliyor: “Tabii ki şehrin tarihi ve turistik
yerlerini değil. Gettolara sıkışıp kalmış, umutları, sevgileri, her
şeyleriyle Türk işçilerinin iç dünyalarını anlatmaya
çalışmıştır.”
Berlin, çekilen onca çileye rağmen dünyanın en güzel
şehirlerinden biri. Bir dönem Türkiyeli işçilerin dramına sahne
olmuş ama öncesinde bambaşka acılar yaşamış. Bugün şehrin her
tarafında bu acıların izleri var. Bir dönemin utanç abidesi olan
Berlin Duvarı’nın izini sürmeye kalktığınızda bu acılarla
yüzleşiyor, sokakta yürürken durmadan sizi tökezleten küçük pirinç
tabelalara raptedilmiş isimlerin çokluğuna bakarak acıların
büyüklüğünü anlıyorsunuz.
Yılın başından beri Berlin’deyim. Wedding’de yeşermiş sanat
kurumu bi’bak adına Yerli Müzik başlıklı bir projenin küratörlüğünü
yapıyorum. Ağırlıkla Alman dinleyicilerin oluşturduğu bir küçük
topluluğa “Türkiye’nin şarkılı tarihi”ni anlatıyorum. Her ay bir
dönemi mercek altına alan bir konuşma yapıyorum ve onunla alakalı
şarkılar dinletiyorum. Bugüne dek yedi etkinlik yaptım, tek bir
etkinlik kaldı: 9 Kasım’da yapacağım “Gurbetin Kazandırdıkları:
Almanya’dan Gelen Yeni Sesler” başlıklı konuşma. ‘60’lı yıllarda
aileleri Almanya’ya göç eden işçilerin burada doğan ve büyüyen
müzisyen çocuklarının hikâyesini anlatacağım. Bu çocuklar, bilhassa
‘80’li yıllardan itibaren kendilerini müzik piyasasında kabul
ettirdi. İki hattan ilerlediler: Rock ve rap. Rock, daha ziyade
ikinci kuşağın tercih ettiği tür ama rap, ikinci ve üçüncü kuşağın
dilinde. Türkiye’ye Cartel’le birlikte gelen, onlarla popülerleşen
bu türün Berlin’de ve hatta Kreuzberg’de doğduğunu söylemek yanlış
olmayacak.
Kreuzberg, Türkiye’den gelenlerin yerleştiği semtlerden biri.
Bugün baktığınızda şehrin neredeyse merkezinde kurulu önemli bir
sanat merkezi ama bir dönem (Berlin’in Batı tarafında ama Duvar’ın
dibinde kaldığı için) tercih edilmeyen, işçilerin yerleştirildiği
karanlık bir getto. Başta sözünü ettiğim “Berlin Berlin” adlı
şarkıda izine rastlayabiliyoruz: “Kreuzberg’de bir gettoda / Tutsak
olmuşum Berlin…”
Geçtiğimiz günlerde, semtin merkezinde yer alan Kreuzberg
Müzesi’ni gezdim. Giderken, burada yapılan müziğe dair izler
bulabileceğimi düşünüyordum. Buldum da: Bir kısım bilgiler,
belgeler ama en önemlisi fotoğraflar. Müzede sergilenen üç fotoğraf
dikkat çekici. İlki, ‘80’li yıllardan kalma bir kasetçi. Asılı
posterler ağırlıkla arabesk söyleyenlere ait. O dönemde sadece
Türkiye’de değil, Almanya’da da tercih edilen tür bu çünkü acıları
ve hasretleri dile getiriyor.
.
İkinci fotoğraf, ‘70’li yıllarda çekilmiş. Bir düğünde
eğlenenleri gösteriyor. Gelenler hasreti bir kenara bırakmış,
tutsaklıklarının gölgesinde göbek atıyor. Hiçbir şey olmamış gibi
davranıyorlar ama yüzlerindeki ifade, çok şey anlatıyor. Tıpkı o
dönem yapılan şarkılar gibi: Alabildiğine eğlenceli ama acı,
satırların arasına sinmiş.
.
Müzede rastladığım üçüncü fotoğraf bir Kreuzberg gerçeğini
bugüne taşıyor: 36 Boys. 13 – 15 civarında dört genç objektife poz
vermiş. Kreuzberg sokaklarında dolaşan, korkulan gençler bunlar. 36
Boys, dönemin en ünlü çetesi. Yakıp yıkmıyorlar, talan etmiyorlar
ama kendilerince adalet dağıtıyorlar. Bilhassa ‘80’li yılların
ortalarında yükselen, “Türken raus / Türkler dışarı” sloganıyla
simgelenen ayrımcılık politikasının sonucunda yeşermiş bir çete bu.
Amaçları, ailelerini ve muhitlerini “dazlak” tabir edilen
ırkçılardan korumak. Başarıya da ulaşıyorlar. Dazlaklar, 36 Boys ve
muadili çetelerin kalkanına takılıyor, ilerleyemiyor.
.
Çetenin içinden çıkan önemli bir isim var: Killa Hakan. Kendi
adını taşıyan yeni albümünü yaz başında yayımladı. Altı yıldır
beklenen bir albümdü bu ve büyük ilgi gördü. Albüm yayımlanmadan
hemen önce onunla Kreuzberg’de buluştuk, Allianz Motto Müzik adına
yaptığım Plak Dolabı için özel bir bölüm çektik ve yaptıkları
üzerine uzun uzun konuşma olanağı bulduk.
Killa Hakan rap camiasında bütün zamanların en önemli
isimlerinden. Türkçe rap tarihini başlatan “iş”te onun imzası var:
Islamic Force’la birlikte yaptığı “Mesaj”, Türkçe rap’in ilk
duyulduğu plak. Islamic Force, çok genç yaşta hayatını kaybeden,
Boe B. adıyla bilinen Bülent İpek’in DJ Cut’em T ile ‘90’lı
yılların başında kurduğu bir rap grubu. Başta İngilizce söylemişler
ama Boe B. ilerleyen zamanda rotasını Türkçeye çevirmiş. Tam bu
dönemde sokakta tanıştığı Killa Hakan’ı gruba almış ve birlikte
ilerlemişler. Killa Hakan, bu buluşmayı hayatını değiştiren olay
olarak nitelendiriyor: “Önceden sokaktaydım, Boe B. beni
sokaklardan rap’e aldı. O dönemde rap dinliyordum ama ne olduğunu
bilmiyordum. Gençtim, gettodaydım. Boe B. kafa olarak çok
ilerideydi. Bana tam yerinden rap’i anlattı, grubuna aldı. O gitti
ama ben hâlâ bütün kalbimle devam ediyorum.”
Islamic Force, önemli bir topluluk. Ayrı bir yazıyı hak ediyor
–ki Plak Dolabı için yaptığım özel bölümlerden biri, kurucularından
DJ Cut’em T ile gerçekleştirdiğimiz buluşma… Bu maceraya ilerleyen
haftalarda dönmek üzere hikâyeyi Killa Hakan üzerinden ilerleteyim.
Şöyle söylüyor, 36 Boys dönemini sorduğunuzda: “Hayatım sokaklarda
geçiyordu. Belalarla uğraşıyordum hatta belanın kendisiydim!”
Kreuzberg’de doğan çocuklardan Killa Hakan. Annesi ve babası
işçi. Vardiyalı çalışıyorlar. Evde neredeyse 24 saat boyunca kimse
yok. Bu boşlukta kendini sokakta buluyor, oradakilere sığınıyor:
“Ailemizi sokakta bulduk ve çok sevdik çünkü güzel bir aileydi o.
Düşün, akan nehirde bir gemidesin, bir bottasın. Ya o botu sımsıkı
tutacaksın, ona sarılacaksın ya da nehre düşüp kaybolacaksın… Biz
sıkı tuttuk. Hem botu hem birbirimizi. ‘Bu nehirde akacağız’ dedik,
aktık. Ama yolun bizi nereye götüreceğini bilmiyorduk.”
Yol onları ara ara fena şeylere sürüklemiş. Zaman zaman hapse
girmiş Killa Hakan. Çıktığı zamanlarda yine 36 Boys ile sokaklarda
dolanırkan Boe B. ile karşılaşmış. Sonrası, Islamic Force macerası.
36 Boys dediğinizde şunları söylüyor: “Bizim gurbetçi çocuklarının
hikâyesinde her şeye karşı ‘anti’ olmak var. Biz de ‘antinin antisi
olalım’ dedik, gruplaşmalara başladık.”
Rap’le tanışması, Amerikan askerleri sayesinde: “Oturduğum evin
hemen arkasında Amerikan askerleri vardı. O zaman Duvar’ın
kıyısındaydık, askerler önümüzden ciplerle geçiyordu. O korku dolu
dönemi yaşadık biz. Hip-hop’un Amerika’dan buraya gelişinin sebebi
de o askerler ama. Onların gittiği diskolarda çalardı, oralarda
öğrendik biz bu tarzı. ‘80’li yılların sonunda, ‘90’ların başında
Amerika’da ne olduysa Berlin’de de o oldu. Hip-hop havası tüm
hızıyla Berlin’de esti. Biz o dönemde sokaklarda kartonların
üzerinde break dans yapıyorduk. Ben kendimi çok avantajlı
hissediyorum çünkü işin göbeğinden geliyorum.” Şöyle devam ediyor
sözlerine: “Hip-hop’u sakız gibi çiğnediğimiz dönem o dönem. Ben
bilmiyordum ama hepsini dinliyordum, şarkılarını ezbere biliyordum.
Bülent (Boe B.) bana işin felsefesini açıkladı. Filmlerde
gördüğümüz hayatı yaşıyorduk zaten, bir gettoya sıkışmıştık.
Belirli bir zaman içeride kaldım ama Bülent’in dokunuşuyla müzik
beni doğruya çekti, karanlıktan aydınlığa getirdi.”
Boe B’nin zamansız ölümü, Islamic Force’un sonu olmuş. Killa
Hakan, biraz da onun bayrağını devraldığı için yoluna yalnız devam
etmeye karar vermiş. 2002 yılında yayımlanan “Çakallar”, ilk
albümü. Bunu, ertesi yıl Fuat ile yaptığı “Rapüstad” takip etmiş.
“Semt Semt Sokak Sokak” (2005) ve “Kreuzberg City” (2007) Killa
Hakan efsanesini sürdüren albümler. 2005 yılında Rock’n Coke’a
katılan ve unutulmaz bir konser veren sanatçı, 2008 yılında (daha
önceki albümlerine konuk olarak katılan) Ceza ile birlikte yaptığı
“Bomba Plak” ile tekrar adından söz ettirmiş. 2010 tarihli “Volume
Maximum” ve 2012 yılında piyasaya çıkan “Orijinal”, son albümleri.
En azından bu yıl yayımlanan albümden önceki son işler. Tarihi
dökerken 2012 yılında “Berlin Kaplanı” filmi için bir şarkı
yaptığını ve Ata Demirer’le birlikte seslendirdiği bilgisini de
vereyim.
Solo kariyerini “Bayrağı aldım, yürüdüm.” cümlesiyle özetliyor:
“Aklımdaki şeylerle, kafamdakilerle aslında hiçbir şey bilmeden ilk
solo albümümü yaptım. Önce bir kıvılcım çaktı, adım adım onu
büyüttüm ve yükseldim. Son albümüm en yüksek kalitede. Ben okul
görmedim, sokaktan büyüdüm, hapis yatmış adamım. Belanın içindeydim
ama insanım. Bunun için herkes beni sever, sayar. Her şeyi bilirim:
Saygıya saygı derim, kavgaysa kavga ederim. Karşıyım ama önüne
gelince ne yapacaksın…” Killa Hakan, söyleşimizin bir yerinde
yaptığı işi roman yazmaya benzetiyor: “Ben hayatımı roman yazarak
anlatmış olabilirdim. Onun yerine şarkılarla anlatıyorum. Yaptığım
albümler benim romanım aslında. Dinlediğin zaman onu okumuş
oluyorsun. Romanım son albümle devam ediyor. Türkçe rap yapıyorum,
bunu en iyi şekilde yapıyorum ve her yerde tanınıyorum. Buna
seviniyorum çünkü gurbetçi çocuğu olarak bu duruma gelmişim, ne
mutlu!”
“Hayatım müzik” diyor Killa Hakan ve sokaklar kadar müzikten de
beslendiğini söylüyor. Bu arada, müziğe bakış açısını değiştiren
bir filmi de anıyor: “Birkaç yıl önce Şener Şen’in oynadığı ‘Muhsin
Bey’i izlerken bir şey keşfettim… Bir sahnede radyodan bir müzik
geliyor, onu dinliyorlar. Dedim, ‘bu nasıl güzel bir şey’. Sonra
aradım buldum, bir sanat müziği şarkısı. Şimdi sanat müziğinin
neredeyse her şeyini biliyorum. Dinlediğim şarkılar benim damarıma
girip damardaki kanı oluşturuyor. Onlar benim gıdam. Ben onu oradan
alıp kullanıyorum. Bir yandan da ruhumu rahatlatıyorlar.”
Killa Hakan, son dönemin büyük yıldızlarından. Onunla Kreuzberg
sokaklarında yan yana yürürken “büyük”lüğünü kavrıyorsunuz. Bugüne
kadar duymamış, dinlememiş olma ihtimaliniz pek yok ama böyle bir
şey varsa bile kulağınızı ona çevirin zira anlatacak çok şeyi var.
Kreuzberg sokaklarının sesini evinize getiriyor.
Berlin elbette Kreuzberg’den ibaret değil. Yakında başka
hikâyeler de paylaşırım ama bugünkü yazıyı, yazının girişinde
andığım Ergüder Yoldaş şarkısıyla bitireyim. “Berlin Berlin”, bir
dönemin meşhur şarkısı “Lili Marleen”e selam çakarak sonlanıyor:
“Berlin Berlin üstüne / Duvar duvar örülmüş / Bir şarkıyla başlayan
/ Acı yıllar gömülmüş // Hey Lili Marleen / Şarkı söylermiş
Berlin…”
Yolunuz Berlin’e düşerse Kreuzberg sokaklarında Killa Hakan
dinleyin, Schöneberg’de David Bowie’nin yaşadığı evi ziyaret edin
ve komşusu Marlene Dietrich’in üzerinde sadece “Marlene” yazan
gösterişsiz mezarına uğrayın. “Lili Marlene”den “Berlin Berlin”e
ulaşan yol hikâyelerle dolu. Bir yazıya sığmaz, ileride kitap
olur!