Kripto para ve Rai taşı: Ortak hikâye

Kripto paralar bize bir bakıma ekonomide değer yaratmanın nasıl da mitler üzerine kurulu olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu modern ekonomilerin her alanında görülebilir.

Abone ol

Ensar Yılmaz*

Son birkaç haftadır Türkiye’de kripto paralar ve borsaları etrafında ortaya çıkan suistimaller ve yıllarca kripto paraların niteliği ve geleceği konusuna dair yapılan tartışmalar gündemimizde yer tutmaya devam etmektedir. Her iktisatçı eğilimlerine bağlı olarak kripto paralara bir anlam ve gelecek biçer. Ben de bu konuya biraz iktisat teorisi gözüyle bakmak istedim, çünkü yapılan tartışmalarda bu tarafın çok da öne çıkarılmadığını düşünüyorum.

Paralar fonksiyonları (değişim, değer birikim ve hesap birimi) açısından sosyal bir hiyerarşi içerirler, yani bu fonksiyonlarından bazıları sosyal hayatta daha fazla öne çıkar. Kripto paraların aynı altında olduğu gibi değişimden ziyade birikim yönleri öne çıkar. Fakat altına göre el değiştirme frekansları daha fazladır, bu da bu varlıklarının daha spekülatif bir karakter taşıdığı anlamına gelir. Bunda işlem maliyetlerini azaltan merkezi borsalarda ve internet üzerinden işlem görmenin sunduğu imkânların yanında, bu paralarla ilgilenen kesimin daha genç ve spekülasyona daha yatkın bir kesim olmasının da etkisi vardır. Kripto paraya dair ilgi çeken diğer bir taraf ise bir bilgisayar algoritması ile kurulan mülkiyet ilişkisi ve bunun bir iktisadi değere dönüşme durumudur. Dijital bilginin kendi arzını belirli bir algoritma ile sınırlı tutması ve oluşturulan kıtlığın sürdürüleceğine dair güvenin iktisadi bir değer yaratması söz konusudur. Yani sanal bir kıtlık bile başlı başına bir değer üretebilmektedir. Aslında bu durum insanların geçmişte neden altına yöneldiklerini önemli oranda açıklamaktadır. Altının fiziksel özelliğinin yanında arzının kıt olması önemli oranda paraya dönüşmesinde belirleyici bir unsur olmuştur. Bu yanıyla, doğada bulduğumuz altının iktisadi değer üretmesi ile internette bulduğumuz bitcoin arasında (her ikisi için de madencilik söz konusu) realite ve kavramsal anlamda bir fark yoktur. Kâğıt para da özü itibariyle başlangıçta altının türevi bir ürün olduğundan değerini temsil ettiği kıtlıktan alırdı.

Kripto paraların işlevleri ve geleceği konusunda dünya kamuoyunda genel bir ayrışma olduğu açık. Taraftarları olduğu gibi, tehlikelerine vurgu yapanlar da var. Kripto parayı savunanların temel argümanı bu tür paraların merkezi-olmayan yapısı ve arzlarının sınırlı olmasının devletin para üzerindeki kontrolünü azaltacağı şeklindedir, yani para politikasının “politik alanını” sınırlandırmış olacaktır. Bu da iktisadi uyarlanmanın dışsal müdahaleden ziyade içsel olacağını ima eder, aynen altın-para standardında olduğu gibi. Bu yüzden, eğer ulusal paralar kripto paraları ikame ederse, daha az kriz, daha az enflasyon ve daha az politik konjonktür dalgalanması olacağı anlamına gelir. Aslında ilginç bir şekilde merkez bankası bağımsızlığı kavramı da bu tür sonuçlara neden olduğu düşünülen politik keyfilik alanını sınırlandırmak için geliştirildi. Bu yüzden, kripto paranın kavramsal olarak daha katı bir merkez bankası bağımsızlığına karşılık geldiğini düşünebiliriz.

Fakat kripto paranın merkez bankalarını ve piyasadaki para miktarını sınırlandıracağı düşüncesi ciddi iki eksiklik barındırır. Bu büyük oranda bir, merkez bankalarının azalan gücünü ve iki, finansal piyasaların artan gücünü dikkate almamaktan kaynaklanır. Her şeyden önce, merkez bankalarının son dönemlerde daha net görüldüğü gibi ekonomik alanı etkileme gücü zayıflamaktadır. Özellikle enflasyon üzerindeki etkileri belli bir ölçüye kadar zayıflamış durumdadır. Enflasyonu global piyasalardaki ham madde fiyatları, Çin etkisi (ucuz ürünleri), enerji fiyatları, emeğin payının azalması, teknoloji ve sermaye akımları gibi genelde kontrol dışı diyebileceğimiz faktörlerin etkisi altında olduğu gibi, kamuoyunda oluşan enflasyon alerjisinin merkez bankaları üzerinde dışsal bir sosyal kontrol etkisi yarattığı da açık. Fakat burada daha önemli olan konu, finansal piyasaların artan gücüdür. Çünkü merkez bankalarının veya daha genel anlamda devletin nüfuz edemediği devasa bir “finansal ahtapot”un varlığından bahsediyoruz. Özellikle 1980’lerden itibaren artan finansallaşma ile birlikte ekonomilerde ağırlık merkezi finansa kaymış durumdadır. ABD’de, örneğin, reel firmaların dahi karlarının %30’una yakını finansal aktivitelerinden kaynaklanmaktadır. 2008 global kriz öncesi fiyatları baskılayan mekanizmalar devrede iken, finansallaşma tüm kolları ile sistemi sarmış durumdaydı. Büyük hacimlere ulaşan ev kredileri, bu kredileri ipotek olarak kullanan yeni finansal ürünlerin (gayrimenkulleşme) yaygınlaşması, hedge fonların sisteme yüklediği riskler ve saymakla bitmeyen sayısız yeni risk alanları ortaya çıktı. Bu yüzden, global kriz sonrası artık devletler sadece enflasyonu değil (kriz öncesi ABD’de enflasyon sadece %2 idi) aynı zamanda finansal istikrarı da önemsemeleri gerektiğini düşünmeye başladılar. Kısaca, hem merkez bankalarının kontrol edemediği faktörlerin yaygınlığı hem de finansallaşma uzun süredir merkez bankalarının etki gücünü sınırlandırmaktadır.

Kripto para ile merkez bankalarının etkisinin azalacağını düşünenler, modern finansal sistemin para yaratma mekanizmasının gücünün farkında değiller. Çünkü bu aynı zamanda merkez bankalarına da bugün sahip oldukları işlevden daha fazla değer biçmek olur. Merkez bankaları para basarak istedikleri gibi bir parasal genişlemeye neden olamayabilecekleri gibi, para basmadan da parasal genişleme söz konusu olabilir. Yani, örneğin, global kriz sonrası niceliksel genişleme diye nitelendirilen bir politika ile merkez bankaları, bankaların (finansal kurumların) ellerindeki devlet tahvili ve diğer değerli kayıtları almalarına rağmen, bankalar bu parayı büyük oranda rezervlerinde tuttular, yani artan belirsizlikten dolayı kredi yaratmayı tercih etmediler, sonuçta kaydi para yaratımı da çok olmadı. Diğer yandan, merkez bankası para basmadan da pekâlâ bankalar para yaratabilirler. Kredi para dediğimiz şey de bu zaten, kredi talebi olduğu müddetçe para yaratılır. Kredinin kaynağı artık direkt mevduat olmak zorunda da değildir, direkt kredinin kendisi de olabilir. Sadece verilen kredi basit bir bilanço hareketiyle mevduat hesabına yazılır, böylece öncelik imkânı artık mevduattan krediye geçmiş olur. Her işlem bir muhasebe hareketine dönüşür ve netleşme üzerinden bir değer aktarımı kayda geçer. Yani finansal yapı içinde paranın önemli bir kısmı kaydidir. Örneğin, Türkiye’de parasal taban dediğimiz şey, halkın cebinde ve bankaların kasalarında olan para (dokunabildiğimiz para), yaklaşık 200 milyar TL iken, büyük oranda kaydi ve daha geniş bir para tanımı olan M2’nin miktarı (vadeli ve vadesiz mevduatları içerir) 2400 milyar TL’dir. Yani fiziksel para kaydi paranın %10’u bile değildir. Aynısı ABD için de geçerlidir. Orada da M2 yaklaşık 20 trilyon dolar iken, dolaşımdaki para yaklaşık 0.7 triyon dolardır, yani %10’dan çok daha düşüktür. Bu yanıyla, kağıt para yerine kripto para tek para birimi olsaydı bile mevcut finansal sistem para yaratmak istediği müddetçe kaydi para yaratır, paranın fiziksel miktarı ile kendini sınırlandırmaz.

Mevcut finansal sistemin kendi iç dinamiği reel ekonomi ile olan bağını uzun süredir koparmış durumdadır. Şu örnek bile başlı başına bunu teyit eder niteliktedir: uluslararası ticaret hacmi yıllık 2019’da yaklaşık 20 trilyon dolarken, döviz piyasasında sadece günlük işlem hacmi yaklaşık 6.5 trilyon dolardır. Kaba bir şekilde düşünürsek sadece 3 günlük finansal döviz hacmi yıllık uluslararası ticaret hacmine eşittir. Burada reel olandan farklı bir finansal saikin devrede olduğu açık. Diğer yandan, zaten uzun bir süredir günlük hayatta nakit kullanımı zaman içinde oldukça düşmüş durumdadır. Çoğunluğumuz maaşımızı banka üzerinden alıyoruz ve yine çoğunluğumuz büyük ödemelerimizi banka yolu ile yapıyoruz. Örneğin, 2018 yılında İngiltere’de ödemelerin sadece %23’i nakit para ile yapılmıştır. Bu yüzden, para talebi, iktisat teorisinde de muğlak bir tanıma dönüşmüş durumdadır zaten. Diğer yandan, bankaların kendi aralarında veya bankaların merkez bankası ile yaptıkları işlemler de büyük oranda kaydidir. Dolayısıyla bir bilgisayar kodunun bu kaydiliği engelleyeceğini düşünmek oldukça naif bir düşüncedir. Kripto para bu yüzden finansal ahtapotun küçük bir yeminden daha fazla bir şey değildir.

Kriz dönemlerinde dahi sistemden para çıkışı sınırlı olduğundan (büyük oranda mevduat sigortaların varlığından dolayı) herhangi bir paranın arzının kısıtlı olması kayıt üzerinde kalmasına engel teşkil etmez. Burada kritik olan şey, paranın kendisi değil kayıtlarının ne kadar artacağı veya düşeceğidir, buna da finansal sistem karar verir. Parasal anlamda ekonomi plastik gibidir, çekildikçe uzar, mevcut finansal sistem her plastiği esnetecek güçtedir. Bu yüzden, kaydi para mekanizması ile paranın hayali bile para olarak kullanılabilir, yeter ki ortak bir hayal olsun. Nitekim Mikronezya’nın Yap adalarında ortadan delikli büyük bir taşın (Rai taşı) para olarak kullanıldığını biliyoruz. Taşın ağır olmasının takası zorlaştırmasına rağmen ve hatta kayıklarla bir yerden bir yere taşınırken göle düşmesi dahi para olarak kullanılmasına engel olmamıştır, orada olduğu düşüncesi para olarak kullanılmasına yetmiştir. Rai taşı dilden dile sözlü bir gelenek üzerinden para işlevini sürdürmüştür. Kripto kodlarının da “düşüncesi” yeni kodlar olacaktır, onları temsil eden yeni “kaydi kod”lar olacaktır. Benzer şekilde, geçmişte de devletlerin iktisadi talepleri karşısında altının sınırlı arzının nasıl engel oluşturmadığı ve bu yüzden altının nasıl tağşiş edildiği her coğrafyanın belleğindedir (metal paranın içindeki altın oranının düşürülmesi).

Kripto paraların devlet regülasyonunun dışında yer alması, yani merkezi-olmayan bir şekilde gelişmeleri paranın kamu mu özel mi olması gerektiğine dönük Avusturya okulu mensuplarının ve özellikle de Friedrich Hayek’in tartışmalarını çağrıştırıyor. Bu yaklaşıma göre, bankaların kendi paralarını basarak piyasada yer alması ile oluşacak rekabetten daha güçlü paraların ayakta kalacağı ve dolayısıyla devletin de para alanının dışına itilebileceği belirtilmişti. Oysa sadece 19.yüzyılın ikinci yarısından FED’in kurulduğu 1913'e kadar geçen sürede ortaya çıkan ABD tecrübesi (“wildcat banking” dönemi) bile bunu mümkün olmadığını gösterdi (18. ve 19. yüzyıl Avrupa örneklerine de bakılabilir). Amerikan tarihinde FED ortaya çıkmadan önce bankaların kendi özel paraları vardı. Fakat bankalar sonunda bastıkları paranın karşılığını azaltarak çok sayıda kâğıt para basmaya başladılar, yani ciddi bir kredi genişlemesi, diğer bir deyişle kaydi para yaratımı oldu. Bu da banka panikleri ve ekonomik faaliyetleri tahrip eden periyodik krizlerin oluşmasına neden oldu. Sonuçta çoğu özel para ortadan kalktığı gibi, oluşan mağduriyetler bir kenara, gelişmeler tüm finansal sistemi tehdit eder hale geldi. Çünkü bankaların kendi aralarında borç vermeyi durdurmaları sonucu oluşan likidite problemi çok hızlı bir şekilde sistemin geneline yayılan bir probleme dönüştü. Bu yüzden, bankaların bankası diye nitelendirdiğimiz, yani bankalara da kredi verebilecek bir bankanın varlığına ihtiyaç duyuldu, bu da FED ’in ortaya çıkışan neden oldu. Yani sonuçta çözüm olarak para basma hakkı kamulaştırıldı.

Merkezi olmayan paraların kendi aralarındaki rekabetinin öyle iddia edildiği gibi daha güçlü bir finansal yapıyı veya güçlü bir parayı ortaya çıkarmaya yetmediğini gördük. Bu durum 18. ve 19. yüzyıl Avrupa örneklerinde de söz konusudur. Para ister özel ister kamu tarafından çıkarılsın bir kamu malıdır. Paranın kamu malı özelliğini koruyacak olan şey de politik koordinasyon ve finansal regülasyondur. Herkesin kendisine ait olan parayı önemsemesi yetmez, etkileşimin neden olabileceği döngüleri, krizleri ve dışsallıkları dikkate almak gerekir. Bu yüzden, merkezi olmamak başlı başına bir paranın iyi olacağı anlamına gelmez. Finansal olanın merkezi olmama hali reel olandan farklıdır çünkü hem dışsallığın şiddetini, hem etkileme alanını hem de problemi önleme ve çözme konusunda ciddi koordinasyon başarısızlıkları içerir. Bu durum sayıları binleri bulan kripto para için de geçerlidir. Kripto paraların kendi aralarındaki işlemlerin ne kadar kırılgan olabileceğini öngörmek zor değildir. Bu yüzden, bir kripto paradaki güven sorunu hemen diğerine hızlı bir şekilde sirayet edebilir ve sahip oldukları güven aralığı hemen düşebilir.

Burada sorulması gereken diğer bir soru da kripto paraların neden bu kadar gündemde yer aldığıdır. Teknolojilerinin yeterince ilginç olduğu açık, fakat insanların ve kamuoyunun kripto paralara neden bu kadar ilgi gösterdiği üzerinde düşünmek gerekir. Bu, bazılarınca iddia edildiği gibi kripto paranın parasal anlamda merkezi otoriteyi dizginlediğini ve dolayısıyla demokrat bir eğilim olduğu düşüncesinin ötesinde bir durumdur. Bu ilginin odağında kripto paraların “varlık” olma fonksiyonu yatar. Yani kripto paralar diğer finansal aktifler gibi spekülatif kazanca fazlasıyla imkan sunar. Kriptolara artan ilgiyle birlikte yükselen fiyatları da yeni katılımcıları içeri davet etmekte ve dolayısıyla bu döngünün sürmesine ve daha fazla gündemde yer almasına neden olmaktadır.

Fiyatları yükselen aktiflere ilginin nedenine bakarken, genelde yapıldığı gibi, sadece davranışsal tarafına odaklanmanın bize yeterince anlama alanı açacağını düşünmüyorum. Yani bu ilgiyi davranışsal iktisadın sunduğu argümanlarla ancak bir ölçüye kadar anlayabiliriz. Sürü psikolojisi, yığınların histerisi, taklit ve ihtiras bu ilginin görünürdeki veya belli bir düzeye kadar etkili olan nedenleridir. Asıl neden bence bu tür varlıklara artan ilgiyi tetikleyen ve meşruiyet sağlayan bir iktisadi eğilim/rasyonalite/yapının ortaya çıkmış olmasıdır. Bu durum benim “bahis toplumu” dediğim durumu da ortaya çıkaran faktördür. Yani bahis toplumunda birey de bahse teamül gösterir. Türkiye örneğinde de basitçe gördüğümüz şey, kripto borsasının kripto parayı bir kulüp malına dönüştürmesi ile oluşan ortak bahis ayininde trans halinden erken uyananların kazandığı bir durumu temsil etmesidir.

Finansa bu kadar alan açılması, regülasyon alanının daralması, kişisel zenginleşmenin tahrik edilmesi ve gelir eşitsizliğinin artması bazen kripto bazen hisse senedi bazen de konut üzerine tutulan yaygın bahislerde kendini göstermektedir. Bu etkilerin şekillendirdiği sistemik mekanizma insanlara ortak bir anlatı sunuyor. Bu anlatı içinde hareketler meşruiyet kazanıyor. Yani ortaya çıkan durum belirli teamülleri sürekli tahrik edecek şekilde çalışıyor. Bu Odesa destanındaki Siren adalarından gelen büyülü ses gibidir, tahrik ettiği gibi tahrip de edicidir, büyülü şarkıların insanları yem yaptığı bir mekanizmaya dönüşür. Bu büyülü mekanizmanın sıradan bir laleyi bir ev fiyatına, iki bitcoin ile Türkiye’de ev alabilecek hale getiren yapıdan bir farkı yoktur. Semper Augustus lalesi ile bitcoin arasındaki fark nedir? İkisi de çok pahalı ikisi de bir ihtiras objesi, ikisi de içinde hüsran barındırıyor, ikisi de döneminin tahrik edilmiş sosyal teamülünü temsil ediyor.

1990’larda ABD’de internet şirketlerine yönelen talep sonrası hisse değeri 7 dolarlık şirketin bir yıl içinde değeri 330 dolar oldu. 1999 yılında eToys.com adlı yeni bir şirketin piyasa değeri ünlü Toys “R” Us şirketinin piyasa değerinin yaklaşık %30’undan daha fazla bir değere sahip oldu, oysa binlerce mağazası olan Toys “R” Us şirketinin sadece üç mağazasının gelirine sahipti. Kısa bir süre sonra bildiğimiz çöküş yaşandı, “dot.com krizi” ortaya çıktı. Bu dönem telekomünikasyon ve internet teknolojisinin öne çıktığı bir dönem olmasına rağmen, finans devreye girdiğinde artık bambaşka bir hikâyeden bahseder hale geliyoruz. Ortaya çıkan dot.com krizi sonrası FED, krizden çıkmak için faizleri indirince bu sefer insanlar artan kredi imkânları ile evlere yöneldiler. Bu sefer ev fiyatlar şişti bir önceki kriz öncesinde şirket hisselerinin şişmesinde olduğu gibi. Bu bir bakıma, finansal piyasalardaki yaygın piyasa başarısızlıklarının ekonomiyi çoklu dengelere çok daha açık hale getirdiği anlamına gelir (yani kendinizi nerede hangi dengede bulacağınız bilmeme durumu).

Kripto paralar bize bir bakıma ekonomide değer yaratmanın nasıl da mitler üzerine kurulu olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu modern ekonomilerin her alanında görülebilir. Finansal spekülasyonun parazitik yanını unutup yatırımcılara risk yönetimi sunduğunu iddia ederek değer yarattığını ifade etmek de bu kabilden bir şeydir. Benzer şekilde, ilaç şirketlerinin pandemi döneminde milyarlarca insanın hayatı pahasına patent haklarını bir değer yaratma olarak nitelendirmeleri de böyle bir şeydir.

* Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü