Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanlığı'na getirilmesi ve
sonrasında Berat Albayrak krizi deprem, bütçe ve ABD seçimlerini
gündemin alt sıralarına düşürdü, pazar akşamı. Gözler piyasalara
çevrildi ister istemez. Hani anayasa kitapçığı fırlatılması gibi
bir etki ihtimali akıllara gelmedi değil. Lakin bakansız ekonomide
Türk Lirası'nın değer kazanması hatta altının bile az miktar da
olsa düşmesi ilginçti.
Üst düzey politikacı ve kamu yöneticilerine usulüyle istifa etme
şansı dahi tanımadığı anlaşılan tek karar vericili sistem nedeniyle
garip açıklamalarla görevinden ayrıldığını söyleyen ikinci kişi
oldu Albayrak. Ancak benzer şekilde ilk istifa-msı açıklamayı yapan
Süleyman Soylu, iki saat içinde kararından döndürülmüşken damat
için reyizin parmağını oynatmayışı da ayrı mesele. Blöf siyaseti
her zaman işe yaramıyormuş denebilir belki. Belki de azil yerine
kendisine böyle bir yöntem dayatılmış olabilir. Her neyse zamanla
çıkar açığa ama bundan böyle iktidar partisinde suların durulması,
kolay olmayacaktır. Fakat Berat Albayrak yerine bütçe gündemi
dikkate alınıp Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanı olmadan önce
ifa ettiği son görevindeki performansı konuşulmalı.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı görevindeyken
hazırlanan 11’inci Beş Yıllık Kalkınma Planı'ndan toplumsal
cinsiyet eşitliği ilkesinin çıkarılması, görev ve sorumluluk
bilinci açısından anayasa ve yasalara mı sözlü talimatlara mı bağlı
olduğu şeklinde, değerlendirilmesi için başlı başına yeterlidir.
Ancak bununla kalmadı tabii ki; görüşülmekte olan 2021 yılı
bütçesindeki tüm falsolar da Naci Ağbal ve ekibinin görev
bilinciyle yakından ilişkili olarak ele alınmalı. Evet, bir sistem
sorunu, bir sistem krizidir. Tek karar vericinin iradesidir ama
hiçbir sistem sorunu da üst düzey görevlilerin, görev bilincinden
azade düşünülemez.
Örneğin kadın üniversitesi, 2021 yıllık planında kendisine yer
buldu. Anayasa eşitlik ilkesini amir iken, uluslararası
sözleşmelere atılan imza ile devlet ayrımcılıkla mücadele görevini
üstlenmişken kadın üniversitesiyle ayrımcılığın pekiştirilmesine
karar verildi ve plana dahil edildi. Büyük ihtimalle inanmadığı,
gerekli görmediği, kendi kızı olsa/varsa göndermeyi düşünmeyeceği
kadın üniversitesine, anayasa eşitlik öngördüğü dediği halde
‘hayır’ demeyen başkanın Merkez Bankası'nda herhangi bir talimata
hayır diyebilme ihtimali olmadığı çok açık. Şimdiye kadar Merkez
Bankası'nın bağımsızlığı üzerine az çok tartışma yürütülüyordu ama
bundan böyle bağımsızlık ihtimalini konuşmak bile lüks olacak.
Eski Türkiye, yeni Türkiye karşıtlığı -artık pek kullanmasa da-
bir dönem dilinden düşmezdi Erdoğan’ın. Bundan böyle muhalefetin de
eski AKP yeni AKP tanımını kullanması şaşırtıcı olmaz. Gerçi Berat
Albayrak’ın istifasına ekonomi yönetimi açısından, haddinden fazla
önem atfetmek olur ama neyse ki Millet İttifakı partileri, kendi
gölgelerinden korktukları için gündemi derinleştirmeyi bile
başaramıyorlar. Muhalefetin siyasi basiret sorunu nedeniyle Ak
Parti içindeki kaynama gündemde geniş yankı uyandıramazken iktidar
medyası Muharrem İnce’yi, Muzaffer Özdağ’ı her vesileyle ekranlara
taşıyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın, bakansız kalıp kalmadığı
bile muallakta tutulurken böylesi bir iktidar krizi yerine
iktidarın medyası, CHP ve İyi Parti'nin iç sorunlarını gündemin
başköşesine oturtuyor rahatlıkla. İktidar bloku, bu iki partiyi ve
HDP’yi hep aynı kefeye koyduğu halde onların muhalefet bloku olarak
görünmekten kaçınması, Plan Bütçe Komisyonu'nda gerçekleşen bütçe
sunumlarına da yansıdı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın bütçe sunumu sırasında,
İstanbul Sözleşmesi gündeme taşınabilirdi. EŞİK- Eşitlik için Kadın
Platformu olarak Sözleşme’ye taraftar tüm milletvekillerinin,
İstanbul Sözleşmesi yazılı maskeler takmasını talep etmiştik.
Birçok açıdan kritik öneme sahipti böyle bir eylemde tüm vekillerin
ortaklaşması. Öncelikle Fuat Oktay’ın İstanbul Sözleşmesi’ne
yönelik birtakım hazırlıkları koordine eden kişi olması bakımından
önemliydi. Ayrıca EŞİK Platformun konuya ilişkin görüşlerini
iletmek için gerçekleştirdiği randevu talebine duyarsız, sessiz
kalan Fuat Oktay protesto edilerek parlamenterler, sivil toplumun
iktidarca işitilmeyen sözünü duyurmuş olacaktı.
Ve tabii belki bir kerecik olsun gündemi belirleyen iktidar
değil de muhalefet kanadı olacaktı. Önce söz verip sonra türlü
bahanelerle karar sorumluluğunu birbirlerine atarak iktidarın
yönlendirdiği gündemin peşinde savrulmayı seçtiler. Tam da bütçe
sunumu günlerinde iktidar medyası HDP’yi PKK terörüyle
özdeşleştirecek baskınlar yapıyordu, il başkanlıkları binalarına.
Aynı haber bültenlerinde İyi Parti, Muzaffer Özdağ’ın, Buğra
Kavuncu hakkındaki iddiaları nedeniyle FETÖ ithamıyla anılıyordu.
Ve CHP de yeni parti oluşumları ihtimali medya diliyle abartılarak,
iktidarca köşeye sıkıştırılmaktaydı. Kedi bile köşeye sıkıştığında
kaplan kesilir ama bizim muhalefet, blok olarak görünmekten
korkmaya devam etti.
Diğer yandan biliyoruz tabii ki ‘Millet İttifakı zarar görür’
iddialarının bahaneden ibaret olduğunu. Siyasete egemen eril
zihniyet, İstanbul Sözleşmesi hakkında verilecek bir kararın
Türkiye’nin geleceğine dair karar vermek anlamına geldiğini idrak
edemiyor. Kadın sorunu olarak görüyor ve daha kötüsü kadın
sorunlarını toplumsal ve siyasal mesele olarak değil magazin
gündemiymiş gibi değerlendiriyor. İstanbul Sözleşmesi’nin
uygulanmasıyla hükümet bütçesi arasındaki ilişkiyi kurmaktan aciz
olmasalar gerek ama eril akıllı ve köhnemiş siyaset anlayışıyla
maluller, orası kesin. Çünkü kadını, siyasetin öznesi saymayan
zihniyet ancak kadın sorunlarını siyasetin ana konusu değil tali
mesele sayar. İstanbul Sözleşmesi dahil saldırı altında olan bütün
kadın kazanımlarına yönelik iktidar tutumunu, asıl sorunu
perdelemek için kullanılan araç olarak görüyorlar hâlâ. Akıllarınca
kadın o kadar ikincil konumda ki eşit yurttaşlık hakkını
aşındırmayı hedefleyen tüm saldırılar, ekonomi gibi ‘gerçek
sorunları’ gizlemek için gündeme taşınmış kabul ediliyor. Kadın
sorunları parlamentoda konuşulmak zorunda kalınırsa da vekiller
arasında iş bölümü yapılmış gibi gösterilip, bir iki istisnayla
sadece kadın vekillerin dile getirmesi bekleniyor.
Nitekim Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesinin
sunumu sonrasında her zamanki tablo tekrar hayata aksetti. Kadın
vekiller şahane tespitlerle sorunları dolu dolu dile getirirken
erkek vekiller pek az istisnayla sınıfta kaldı yine. Bakanın
sunduğu bütçe raporunu hem kadının statüsü hem de eril şiddetle
mücadele yönünden eleştirmeyi ve tabii ki milletvekillerinin
konuşmalarına atıf yapmayı düşündüğüm halde yazının hacmini daha
fazla büyütmemek için bu konuyu haftaya bırakmak iyi olacak.
Bitirirken sadece şu kadarını söylemekle yetineyim: Kamu
kaynaklarından kadın eşit pay almadan kadına yönelik ayrımcılık
bitmeyeceği gibi şiddetle de gerçek anlamda mücadele edilmiş
olmayacaktır. Bu bir demokrasi sorunu aynı zamanda ve demokrasi
hiçbir zaman iktidarların değil muhalefetin çabasıyla gerçekleşir.
Bilmem anlatabildim mi…