Meslektaşım Dr. Ali Rıza Güngen ile birlikte 2014 yılında hazırladığımız ve 2016’daki ikinci baskısı vesilesiyle güncellediğimiz “Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş” kitabımızda tartıştığımız konulardan biri de küresel kapitalizmin geleceği idi. Daha özel olarak, kriz sonrasında ekonomi politikalarında bir değişim olup olmayacağı konusunu ele almıştık. Ekonomi politikalarındaki değişim teknik değil, politik bir süreç. Daha genel olarak sınıfsal güç ilişkilerindeki değişimlerin bir yansıması. Kitapta, 2008 krizi sonrasında ekonomi politikalarının ana doğrultusunun “daha fazla neoliberalizm” olacağı tespitinde bulunmuştuk.
Bu vurgulardan dört yıl sonra günümüzde, otoriter popülizmlerin yükselişi “daha fazla neoliberalizmin” siyasi sonuçlarından biri olarak görülebilir. Bu yazıda, kriz ve değişim konusunda kısa bir tarihsel özet yaparak, ardından, şu görüşü ileri süreceğim: Ekonomi politikaları değişmedikçe siyaset otoriterleşmeye devam edecek.
KRİZ VE DEĞİŞİM
2008 krizi, 1929 ve 1970’lerdeki krizler gibi ekonomi politikalarında köklü değişimler yaratmadı. Bunun nedeni basitçe “daha iyi” ekonomi politikalarının geliştirilememesi değildir. Bir kriz sonrasında, ekonomi politikalarında değişim olup olmayacağı pek çok faktöre bağlı. Sınıflar arası güç dengeleri ve daha özel olarak toplumsal muhalefetin gücü bu faktörler arasında görülebilir. Kitapta bu çerçeveden bakarak yaptığımız değerlendirme özetle şöyle idi:
1929 krizi, işçi sınıfının merkez kapitalist ülkelerde yükselişte olduğu bir dönemde yaşanmıştı. Bu, hem kriz sonrasında ekonomi politikasının değişmesinde, hem de değişimin yönünde etkili olmuştu. 1970’lerdeki krize geldiğimizde ise, 1968’de zirveye ulaşan toplumsal hareketler geri çekilmeye başlamıştı. Özellikle işçi hareketinin göreli gerilemesi, kriz sonrasında ortaya çıkan ekonomi politikası değişiminin yönünün belirlenmesinde etkili oldu.
1945 sonrasında, ulus devlet ölçeğinde Keynesyen ekonomi politikalarının uygulanabilmesini mümkün kılan Bretton Woods sistemi, sermaye hareketlerinin sınırlanmasına dayanıyordu. 1970’lerdeki kriz sonrasında Bretton Woods sisteminin çökmesi ile birlikte finansal kuralsızlaştırma uygulamaları hızla yayıldı. Sonuçta, Keynescilik tasfiye edilirken, yerine işçi sınıfının ekonomik ve siyasi gücünü azaltmayı hedefleyen ve enflasyonu kontrol etmeyi öncelik olarak tespit eden neoliberal ekonomi politikaları geçti.
Kısacası, büyük ekonomik krizler önemli ekonomik ve siyasal sonuçlar doğuruyorlar. Bu sonuçların yönü ise, genellikle, kriz anında toplumlardaki güç dengesinin kimden yana olduğu tarafından belirleniyor. Bir başka ifadeyle, bir ekonomik krizin ekonomi politikalarında değişim yaratması için, yöneten sınıfların buna mecbur kalması gerekiyor. 1929 krizi sonrası liberalizmden Keynesciliğe, 1970’lerdeki kriz sonrası Keynescilikten neoliberalizme geçiş böyle yaşandı. İlkinde yönetici sınıflar, işçi sınıfının taleplerini içermek zorunda kaldılar. İkincisinde kriz, işçi sınıfının taleplerinin dışlanması ile ertelenebildi. Günümüzde ise 2008 krizi öncesi ve sonrasındaki ekonomi politikaları arasında bir değişim yok.
KRİZ VE SÜREKLİLİK
2008 krizi, 1990’lı yıllarda ABD’de oluşan yeni finansal mimarinin çökmesi ile yaşandı. Kriz, özellikle ABD’deki yoksulların konut piyasasına dahil edilmesini mümkün kılan finansal yenilikler ve risk transferi tekniklerinin geliştirilmesi ile olgunlaştı. Borçluların borçlarını ödemesine dayanan yeni finansal mimari, geri ödeme zorlukları oluştuğunda bir anda çöktü. Kriz sonrasında merkez ülkelerde ekonomi politikası tepkisi, neoliberal doğrultuda şekillendi. Bu anlamda 2008 krizi, büyüklüğü ve etkileri anlamında 1929 ve 1970’lerdeki krizlere benzese de, sonuçları itibariyle ekonomi politikasında henüz bir değişim görülmedi.
KRİZ VE OTORİTERİZMİN YÜKSELİŞİ
Yukarıda kısaca özetlediğim genel çerçeve, ekonomi politikalarındaki dönüşümün sınıfsal analizinin yapılması gerektiğini vurguluyor. Ancak bu meseleyi daha iyi anlayabilmek için özellikle 1929 krizi sonrası gelişmelere daha yakından bakmalıyız. Bu dönem iki açıdan günümüz için de önemli. Birincisi, iki dünya savaşı arasına denk gelen 1929 krizi, aynı zamanda ilk “küresel ara rejim” sırasında gerçekleşti. Şu anda ABD hegemonyasındaki göreli gerileme ile ikinci “küresel ara rejim” içinden geçiyorsak, bunu ilki ile karşılaştırmak, bize büyük avantajlar sağlayacaktır.
İkincisi, krize verilen yanıtın zamanlaması, ekonomik ve siyasi sonuçları etkilemiştir. Bir başka ifadeyle, krizin yaşanması ile ekonomi politikalarındaki değişimin gerçekleşmesi belirli bir zaman farkı ile yaşanıyor. Örneğin 1929 krizi sonrasındaki ekonomi politikası tepkilerine bakıldığında, ilk başka hükümetler kriz öncesindeki ekonomi politikalarını sürdürmeye çalışıyorlar. Örneğin ABD’de para politikası tepkisi, ancak 1933’te Atın Standardı sisteminden çıkış sonrasında değişebiliyor. Almanya’da ise 1930-1932 arasında iktidarda olan muhafazakâr Heinrich Brüning hükümetinin krizden çıkış için uyguladığı, vergi artışları ve kamu harcamalarını kısan kemer sıkma paketinin faşizmin yükselişinde etkili olduğunu ileri sürüyor.(1) Yani, faşizmin yükselişine bizzat 1929 krizinin yaşanmış olması değil, bu krize çözüm olarak uygulanan ekonomi politikalarının neden olmuş olabileceği tartışılıyor.
Elbette, tarihin eninde sonunda tekerrür edeceğini ima etmiyorum. Ancak mekanizmaların benzerliği sonuçların da benzer olmasını beraberinde getirebilir. Toparlarsak, günümüzde 2008 krizi sonrasında ekonomi politikalarındaki süreklilik, krizin faturasının dünya genelinde emekçilere kesilmesi anlamına geliyor. Bu ise, ekonomik zorlukların ve bu zorlukların yarattığı hoşnutsuzlukların daha da artmasına neden oldu. Krizden bu yana, hemen hemen her ülkede hızla yükselen otoriter popülizmler, bu hoşnutsuzluğun ifade kanalı oldu. Yani ekonomi politikalarında bir değişimin olmaması, siyaseten müesses nizamı çatlattı.
İleriki yazılarda, 1929-1945 arasını daha detaylı olarak ele almaya devam edeceğim.
(1) Blyth, Mark (2013) Austerity: The History of a Dangerous Idea, New York: Oxford University Press.