Krizler ikiye ayrılır!

Ne üretici mutlu, ne tüketici mutlu! Ne çalışan mutlu, ne işveren mutlu! Böylesi bir mutsuzluk ortamında yapılması gereken tek şey ise o mutsuzluktan umut çıkarabilme alanı olan muhalefetin kriz çıksa bile doğru yönetmesiydi. Sonuç itibariyle de bunu başardılar. Bize yeniden iyi kriz yönetimini hatırlatan tüm liderlere ve kurmaylarına bir teşekkür borçluyuz.

Oğuz Demir ooguzdemir@gmail.com

Siyasette yaşanan hafta sonu krizi çözüldü. AKP’nin iktidarda olduğu bunca yıldır siyasette pek de kriz görmüyorduk. Krizlerin adresi daha ziyade ekonomi oluyordu. Ekonomideki kriz deneyimlerimizi düşündüğümde bu siyasi krize ilişkin söylenecek aslında tek cümle vardı.

Krizler ikiye ayrılır. İyi yönetilen krizler ve kötü yönetilen krizler.

Kötü yönetilen krizlerin bir ülkeyi ne hale getirebileceğini zaten ekonomide yaşadıklarımızla görüyoruz. Krizin iyi yönetilmesi halinde ise çok daha iyi sonuçlar ortaya çıkarabileceğini de yine ekonomide geçmişte gördük.

*

Bunca yıllık unutkanlığı hafta sonu geride bırakmış olduk. Kabaca ne söylenebilir?

AKP'nin 20 yıllık tekdüze iktidarı bize siyasette gerilimlerin, krizlerin, uzlaşmanın ne olduğunu unutturmuştu. Oysaki "doğru yönetilen" krizlerden çoğunlukla daha güçlü çıkıldığı da görülmüştür.

Elbette ki bu saatten sonra artık yaşanan krize takılı kalmamak önemli! Başka krizlerin de olacağını ve iyi yönetilmesinin ne kadar önemli olduğunu da gördük. Nitekim muhalif kesimlerin çoğunluğunda ortaya çıkan çözümün büyük umut yarattığı da ortada.

Ben hem televizyonda hem de sık sık bu köşede bu seçimin bir kazanma seçimi değil “kaybetmeme” seçimi olduğunu ifade ettim. Yine aynı noktadan hareket edeceğim. 14 Mayıs’a kadar geçecek süre içerisinde muhalefetin de bu gerçeği dikkate alması gerekiyor.

Zaten ekonomide uzunca bir zamandır ciddi bir travma var. Üzerine maalesef ki tüm kurumlarımızın başarısız olduğu bir deprem ile karşılaştık. Dolayısıyla iktidar uzunca bir süredir çok kısıtlı alanlarda sadece söylem üretmenin dışında bir şey yapamıyor. Sadece kontrol edebildiği alanlara onu da siyaset üreterek değil kamunun gücünü kullanarak müdahale etmeye çalışıyor. Dolayısıyla küçülen bir alanda oyun kurmaya, oradan taşmaya çalışıyor.

Bunun birçok alanda örnekleri var. Ama en bariz yaşandığı yer ekonomi.

Bakın size sadece ekonomiden dün TÜİK’in açıkladığı bir veriyi paylaşayım. TÜİK’in her ay açıkladığı finansal yatırım araçlarının reel getiri oranları verileri.

Yukarıdaki tablo yıllık getiriyi gösteriyor. Ne görüyorsunuz?

Borsa İstanbul dışında tüm yatırım araçları enflasyona ezilmiş durumda! Şimdi bir de son altı aylık tabloya bakalım mı? Gördüğünüz gibi burada da Borsa İstanbul dışında tüm finansal yatırım araçları enflasyona ezilmiş.

Üç aylık ve aylık verilerde de durum çok farklı değil!

Şimdi birileri diyecek ki piyasalar böyle gitmiş! O birilerine biz de diyeceğiz ki siz nerede yaşıyorsunuz, ülkede piyasa falan kalmadı. Çünkü tablolarda gördüğünüz tüm piyasalarda şu anda net bir şekilde kamu müdahalesi görüyoruz. Faizi bilerek baskılayan kamu otoritesi, dövizi baskılayan TCMB’nin arka kapı işlemleri, Borsa’yı da bu kadar yüksekte tutan yine aynı otoritenin düzenlemeleri. Piyasa tarafından düzenlenen tek şey ise Türkiye’nin risk primi. O da uluslararası piyasa olduğu için.

O piyasa uzun zamandır zaten oldukça olumsuz bir gidişata sahip. Son dönemde iyi tepki verdiği tek gelişme pazartesi günkü uzlaşma oldu.

Neydi o gelişme?

Risk primi 560’tan 510’a geldi! Yıllardır krizde olan Yunanistan’ın 100’ün altında olan risk priminden bahsediyoruz.

Yani müdahale edilmeyen, hayatın doğal akışında seyreden hiçbir alanda iktidarın artık bir kredibilitesi kalmadı.

**

Yani anlayacağınız normal olan da hiçbir şey kalmadı!

Yukarıdaki tablolarda ne zarar var canım, döviz enflasyonun altında kalmış, şirketler de büyüyor işte diyen de mutlaka çıkacaktır. Ancak maalesef bu da doğru değil, keşke öyle olsaydı.

Bütün bu işlemlerde kullanılan kamusal kaynaklar. Kamu otoritesinin düzenleyici yetkisinin maliyeti çok ağır. Hem uzun vadede ağır, hem kısa vadede!

Ne üretici mutlu, ne tüketici mutlu!

Ne çalışan mutlu, ne işveren mutlu!

Böylesi bir mutsuzluk ortamında yapılması gereken tek şey ise o mutsuzluktan umut çıkarabilme alanı olan muhalefetin, kriz çıksa bile doğru yönetmesiydi. Sonuç itibariyle de bunu başardılar.

Bize yeniden iyi kriz yönetimini hatırlatan tüm liderlere ve kurmaylarına bir teşekkür borçluyuz.

Teşekkürler!

Tüm yazılarını göster