Bir erkek oyuncu, hakkındaki taciz suçlamalarına, akabinde yaptığı “o kızla artık kim evlenir?” türünden özrü kabahatinden büyük açıklamalara rağmen oynadığı dizideki rolünü koruyabiliyor. Herhangi bir erkek oyuncunun hayat tarzı, ilişkileri, kumarı, alkolü (gereğinde sümen altı edebildiği takdirde) hiçbir bakımdan işinin elinden almasına sebep olmuyor. Bir kadın oyuncuysa bu gerekçeyle oynadığı diziden atılıyor. Arkasında, destek ve de bu gibi durumları takipte olmak önemli...
Dolar ve Euro fırlamasyonu karşısında istikbalimize baktıkça titrekleşen ruh halimizden bahsetmeden herhangi bir konuya girmek zor. Birkaç gündür telefonda hangi arkadaşımla konuşsam duyduğum bir söz var: “Küçücük hayatlarımız…” Hiçbir biçimde müdahale edemediğimiz, bizi terkisinde uçuruma sürükleyen gelişmelerin eziciliğine doğal tepki bu. Sırtını çok sağlam yerlere dayamış küçük bir azınlık dışında, en azından 40 milyon insanın hissettiği, az çok bu olsa gerek. Bir hayat hepi topu. Sınırlı, ölümlü, incinebilir varlıklarız ve kısıtlı bir ömrü insan gibi sürmenin önündeki ateşten duvarlar giderek yükseliyor.
Aynı gemidelik hali asabiyetten tweetleme potansiyelini korurken ortamlara bir de “birbirinize sarılın, ağaçlara sarılın, dönün en yakındaki taşı popo nahiyenize bastırmak suretiyle ferahlamaya çalışın” türünden Metin O’Haraengiz beyanlar salındı. Bunu düşünürken denizdeydim, baktım en yakınımdaki canlı bir deniz annesi. Yok, mantıklı gelmedi. Bunun yerine çıkınca kendi anneme sarıldım. İyi geldi. Hayatta sürdürülebilir şefkat gibisi yok.
Bu satırları yazarken, sosyal medyada ekonomiye dair provoke edici yorumlar yapmanın da suç kapsamında değerlendirilebileceğine ilişkin açıklamalar yapıldı. Tam hepimiz mecburiyetten cep boy ekonomist olmuşken iyi olmadı. Şöyle dönem dizisi yarı uydurma ağzıyla yazarsak sorun olmaz herhalde? “Dolar bey, istirham ederim provokasyonlara gelmeyin.”
Bu ortamda umuttan bahsetmek bazen ayıp gibi geliyor, ama umutsuz da yaşanmıyor. Hayatlarımızı (daha da) küçültmenin yollarını bulup, üretmeye, yaşamaya, sevmeye, kendimizle ve başkalarıyla sağlıklı bağlar kurmaya devam etmeye çalışmaktan başka yolumuz yok. Küçük hayatlarımızı okyanuslara bağlayan adımlar atmaktan… Bir şeylere mikro düzeylerde olsun itiraz edebilmenin, iyiden, doğrudan yana tavır alabilmenin değerine inanmaktan…
Sinema-TV sektörümüzde son günlerin saptanabilir iyicil gelişmelerine bağlamak istiyorum buradan sözü.
19 yaşındaki kostüm asistanına taciz iddiasıyla Talat Bulut’a açılan davada delil yetersizliğinden takipsizlik kararı alındı, biliyorsunuz. Oynadığı “Yasak Elma” dizisinin yapımcısı Fatih Aksoy da bu karar üzerine yeni sezonda oyuncuyla çalışmaya devam edeceklerini duyurdu.
Olaydan çıkan iyilikse, şimdilik şu: Bulut’u kahraman ilan etmeye varan bir miktar eril ya da erzihinli desteğin yanı sıra, azımsanmayacak bir kamuoyu tepkisiyle karşılaştı takipsizlik kararı. Bir grup sinema ve dizi çalışanı da “Biz Takipteyiz” başlığı altında bir imza metni yayınladı. Tacizciyi ödüllendiren, mağduru cezalandıran yaygın adaletsizlik tutumunun açıkça karşısında yer alınıldığı belirtildi. Dizinin yapımcısından ve Fox TV’den de Bulut’la devam kararını gözden geçirilmeleri istendi.
Benim de imzacısı olduğum bu metinle ilgili önemli bir nokta, Talat Bulut’un tüm kariyerini ya da kendisini hedef almaması. Çoktan alınmış olması gereken bir tutumun altı, örnek dava eşliğinde çizilmeye çalışılıyor. “İşler artık eskisi gibi olmasın, bir şeyler değişsin, olası tacizciler ‘yaptığımız yanımıza kâr kalır’ hissiyle hareket etmesin, mağdur da kendini yalnız hissedip susmasın.” Amaçlanan bu.
Özellikle TV sektöründe bu türden tavır almalara az rastlanabiliyor. Bin bir türlü sıkıntısı ve adaletsizliği içinde bu sektör yönetmen, yapımcı ve yazarların çoğu için ciddi bir ekmek kapısı. Burada ‘nasılsa bir şey düzelmez’ diye hiçbir şeye tepki göstermemektense arada bir ses yükseltmenin daha iyi olduğunu düşünüyorum.
Deniz Çakır’ın sezonlardır başrollerinden birinde oynadığı “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisinin kadrosundan çıkarılması, Bulut olayıyla içerdiği zıtlık bakımından çarpıcı oldu. Dizinin yapımcısı Raci Şaşmaz’ın “sık sık özel hayatı ve alkollü görüntüleriyle gündeme gelen Çakır’ın bu tutumundan dolayı rahatsız olduğu için bu kararı aldığı” çıktı ortaya. Deniz Çakır, Instagram’dan yaptığı bir paylaşımla ayrılık kararını duyurdu. Dizinin ve canlandırdığı karakterin hayatına kattıklarına dair samimi minnet belirten paylaşımı güzel bir açıklamayla sona eriyordu. “Ben duruşumdan taviz vermeden ve omurgalı bir birey olmanın erdemiyle yoluma devam edeceğim. Hep öyle yaptım... ‘İyi insan’ olmak güzel... Yanlış olanın karşısında durmak da... Her zaman sevgi ve umutla...”
Bence çok da güzel, gayet de şahane bir duruş. Memnuniyetsizlik okyanusumuzda yeterince takdir görmese de, öyle. Konuyla ilgili ne denmiş diye şöyle bir baktım. Destekleyen çok ama çeşme akarken küpünü doldurmaya devam edeceğine kadın başına alkollü malkollü gezerek kariyerini riske atmasını eleştirenler de, “niye baştan o eril ATV dizisinde oynuyodu ki?” diyen de çok. İlkinin yanlışlığı epey ortada, önce ikincisine dair bir şeyler yazayım.
O öyle değil, hayat o kadar kolay değil. Tümden ret ya da tümden kabul esasıyla değil, her tekil işte mümkün olduğunca omurgayı dik tutmaya çalışarak var olabileceğiniz bir alan, TV sektörü. ‘İdeolojik’ kısmı paranteze alarak kendi türünde başarılı bir dizide oynamayı, böyle bir diziyi yazmayı, yönetmeyi kabul edebilir, az çok muhalif duruşa sahip bir oyuncu, yönetmen ya da yazar da. Önemli olan tavrını bir miktar inandırıcılıkla sürdürmeyi başarabilmek. Deniz Çakır da bunu başardı bence. Takip edebildiğim kadarıyla hayatını bildiği gibi yaşadı, işini iyi yaptı ve süreç boyunca da çeşitli konularda fikirlerini pek de eğip bükmeden beyan etmekten kaçınmadı. Rakı bardağını masa altından sektirmeli foto çekimi tarzı riyakâr tutumları da olmadı. Rol arkadaşı Kaynarca’ya da olaya dair iyi niyetli ama pek suya sabuna dokunmayan açıklamasından sonra galiba basmış ‘unfollow’u. (Belki bunun açıklama dışında, süreçsel sebepleri vardır, bilmiyorum.) Genel olarak Çakır’ın, dediği gibi, omurgalı bir birey izlenimi verdiğini söyleyebilirim. Hayatın gri alanlarında, yükselen ateşten duvarlar karşısında bir kadının böyle durması da, ayrıca değerlidir. Arkasındayız.
Yıl olmuş 2018, hâlâ bir kadın oyuncu alkol almak (daha doğrusu alkollüyken yakalanmak) gibi dehşet verici bir gerekçeyle oynadığı rolden edilebiliyor. Öyle ‘kameralara yansımış’ aşırı bir durum falan da yok ortada bu arada, bu da önemli değil de… Özel hayatında alkol kullanması disiplinine, oyununa yansımadığına, dizinin baştan sona en inandırıcı performanslarından birini sergilediğine göre, esas mevzu kadın oluşu. Bunun yanı sıra bence tümden boyun eğmediği, kendi gibi kalabilme gayretinde olduğu için, o yapı içinde daha uzun süre barındırılamadı Çakır. Alkol işin bahanesi gibi duruyor. Ama bahane olabilmesi de, sinir bozucu.
Bir erkek oyuncu, hakkındaki taciz suçlamalarına, akabinde yaptığı “o kızla artık kim evlenir?” türünden özrü kabahatinden büyük açıklamalara rağmen oynadığı dizideki rolünü koruyabiliyor. Hayatına az çok eskiden olduğu gibi devam edebilme şansına sahip. Herhangi bir erkek oyuncunun hayat tarzı, ilişkileri, kumarı, alkolü (gereğinde sümen altı edebildiği takdirde) hiçbir bakımdan işinin elinden almasına sebep olmuyor. Bir kadın oyuncuysa bu gerekçeyle oynadığı diziden atılıyor. Arkasında, destek ve de bu gibi durumları takipte olmak önemli. Yükselen ateşten duvarlar karşısında minimum onurlu, insani tavrı koruyabilmek, bence bunu gerektiriyor.