Sanatçı Gümüş Özdeş'in 'Yecüc' başlıklı 'yıkım' desenleri, İstanbul Beyoğlu'ndaki İsveç Sarayı'nda bulunan İsveç Başkonsolosluğu'nun Kültür Ataşeliği ofisinde. Ataşe Suzi Erşahin'in çağdaş Türkiye kadın sanatına çağrıda bulunduğu proje dizisi, kudretini alçak gönüllülüğüne borçlu
İsveç Başkonsolosluğu'nun bir süredir Türkiye'den tanınmış çağdaş kadın sanatçılarla sosyal medyaya da taşıdığı 'Tiny Office Art' (Küçük Ofis Sanatı) projesi, her ayın üçüncü haftası, İstanbul İstiklâl Caddesi'ndeki tarihi Narmanlı Han karşısındaki İsveç Sarayı'ndaki Kültür Ataşeliği'ndeki ofisinde 'güncelleniyor'.
Bu sürecin yeni halkası da, 1982 doğumlu sanatçı Gümüş Özdeş'in 'Yecüc' isimli projesiyle hayata geçti. Projeye daha önce de Gülsün Karamustafa, Eda Gecikmez, Gözde İlkin, Burçak Bingöl, Sevinç Çalhanoğlu ve Güneş Terkol ile Sevil Tunaboylu gibi sanatçılar katıldı.
İsveç Başkonsolosluğu Kültür Ataşesi Suzi Erşahin öncülüğünü üstlendiği projenin, dünya ve Türkiye'deki diğer diplomatik İsveç temsilcilikleri için de bir rol model olmasını umuyor. Tanınmış caz müzisyeni İlhan Erşahin'in ablası da olan Suzi Erşahin, Ağustos 2018 itibariyle görevi bir diğer meslektaşına devredip İsveç'teki yaşamı ve çalışmalarına geri dönmeye hazırlanıyor.
Erşahin, yaklaşan İKSV imzalı 37'nci Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde de 100'ncü doğum yıldönümü vesilesiyle tanınmış İsveçli sinema ustası Ingmar Bergman için özel bir program sunacaklarını müjdeliyor.
Buna göre, Türkiye'den dokuz film yönetmeni, Bergman'ın dokuz yapıtını seçerek, bunun üzerine izleyiciyle buluşacak ve eserlerle kendileri arasındaki bağı irdeleyecekler. Öte yandan İsveç'ten bir de Bergman uzmanı, İstanbul'a gelecek.
Bu yönüyle, Türkiye'deki seçimler şöyle sıralanmış:
Kazım Öz – Smultronstället / Yaban Çilekleri (1957)
Emin Alper – Det sjunde inseglet / Yedinci Mühür (1958)
Semih Kaplanoğlu – Nattvardsgästerna / Kış Işığı (1962)
Reha Erdem – Tystnaden / Sessizlik (1963)
Can Evrenol – Persona (1966)
Ümit Ünal – Skammen / Utanç (1968)
Aslı Özge – Viskningar och rop / Çığlıklar ve Fısıltılar (1972)
Melik Saraçoğlu & Hakkı Kurtuluş – Scener ur ett äktenskap / Bir Evlilikten Manzaralar (1973)
Yeşim Ustaoğlu – Höstsonaten / Güz Sonatı (1978)
Asıl odak noktamıza dönecek olursak, kendisiyle görüştüğümüz gün (15 Mart 2018) Pera Müzesi'nde iki ülke arasında düzenlenen 'Kadın Yazısı' etkinliği çerçevesinde (www.kadinyazisi.com) Sevinç Çalhanoğlu, Ece Eldek ve Deniz Gül ile yapılan '5 Çayı Şiir Okuması' için de hazır bulunan Ataşe Suzi Erşahin nezdinde İsveç Başkonsolosluğu'nun davetini kabul eden sanatçı Gümüş Özdeş'in projesi Yecüc, ataşelik ofisinin tepeden tırnağa türlü noktalarına iliştirilmiş desenlerden oluşuyor.
Eser bütünü, tıpkı projenin daha önceki misafirleri gibi, yalnız ofis ziyaretçileri ve konsolosluk personeli tarafından görülebiliyor. Proje bununla birlikte, sanatçının da bir metin refakatinde sosyal medyaya - #tinyofficeart etiketi üzerinden dahil oluşuyla, küresel bir görünürlük kazanıyor.
Yine Erşahin'den öğrendiğimize göre 'Küçük Ofis Sanatı', ilhamını küresel çaptaki 21 Ocak 2017 kadın eylemlerinin bir parçası olmasına borçlu; etkinlik aynı zamanda bir diğer çıkış noktasını da Bob Boilen'in 2015'ten bu yana NPR (Ulusal Halk Radyosu/National Public Radio) kapsamında, radyo ofisinde yapılan akustik dinletilere dayandırmış.
Hiyerarşik olmayan bir yaklaşımla, küratöryel bir tavrı da gözetmeksizin işleyen proje, daha ziyade sanatçılarla yapılan görüşmelere ağırlık ve öncelik tanıyor; bu da bir sonraki sanatçı için, projeye bir diğer ilham kaynağı yaratıyor. Kültür Ataşesi Erşahin, projeyi sunarken şu noktalara da dikkat çekiyor:
"Küresel olarak ve Türkiye'deki gibi, kültürün ve kadının toplumdaki rolünün tehdit altında olduğu böylesi zamanlarda, yaratıcı eylemlerin nefret ve ayrımcılığa karşı ne derece 'antidot' etkisi yapabileceğini hissettim. Gerçekten umarım ki, bu alçak gönüllü öneri, Türkiye'nin kadın sanatçılarını desteklemek yönündeki kararlılığımızın bir göstergesi olur..."
Bir diğer yapıtı, son olarak İstanbul Tophane'deki 'Mixer'de yer alan 'Hayvanların Tarafı' sergisinde izlenen sanatçı Gümüş Özdeş, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü mezunu. 2009'dan bu yana 'Yapısöküm' üzerine çalışan Özdeş, projesinin bina, otopark ve park gibi unsurları da öne çıkardığını ve daha ziyade, tarih boyu erkeklerce ortaya konulmuş yapıların, medeniyeti şekillendiren her türlü insan yapısının çalışmasına yön verdiğine değiniyor. 'Yecüc' projesini şöyle özetliyor:
"Marx'ın da söylediği gibi, 'Aramızda bir hayalet dolaşıyor.' Ama bu artık, bu yüzyıldaki başka bir hayalet. Bu da kadınsı bakış açısı ve kadınsı bakış açısı, yapıcı bir bakış açısı olarak kabul edilse de, aynı zamanda yıkıcı, yapıbozuma uğratabilen bir unsur; doğru kabul edilebilen blok fikirleri yıkıcı güçte. Zaten projeye adını veren kavram da bir çok ruhanî metinde adı geçen 'Yecüc/Mecüc'den bir alıntı. Ve bu aslında Marx'ın hayaletine benzetilen bir şey. Viral, yaygın ve yıkıcı gücü olan, ama aynı zamanda da yapıcı gücü olan bir şey. Çünkü bir şeyin başlangıcına da dalâlet ediyor bu fikir.
Suzi Erşahin de bu hayaletin bir parçası, bunun parçalı bireyleri aslında her şeyin farkındalar ve o rüzgârın içinde belki de, okyanusta kayayı aşındıran bir damla olmayı seçmiş. Çok güzel bir şey yapıyor. Bu projenin, sanatçılar arasındaki dillendirilmemiş bağlantıları da kurduğuna inanıyorum. Klanlaşmanın yerine, ruhanî ve viral bir buluşma yapılması da bana ayrıca önemli geliyor. Bunun diplomatik bir alanda yapılıyor olması da çok güzel. Benim bu sergiyle birlikte şöyle bir şansım oldu: İlk defa diplomatik bir alanda böyle bir gösteri yapıyorum. Bunun bir alâmet-i farikası olarak, İsveç Başkonsolosluğu'nun da kavramsal olarak yıkımı üzerine bir desen ortaya koydum ve orada bu izinle deseni de sergiliyorum. Bahçede oturup binanın eskizlerini yaptım ve daha sonra bunun üzerinden o binayı eskitip, çürüttüm. Bu, iki yıl önce AKM için de söz konusu olmuştu çalışmamda. Ama bugün, işte acı gerçek olarak tam da karşımıza çıkan bir şey bu.
Adı 'Yecüc' olan bu desen serisi benim 2011'de Beyrut'u ziyaretimle yaşadığım tanıklık üzerine başladı. Burası, her ne kadar yeniden inşa halinde bile olsa 15 yıllık bir iç savaştan ötürü dramatik biçimde hasar görmüş bir kentti. Vaktiyle çok güzel inşa edilmiş bu kentin savaş sonrası hali, 'Güvenli Bölge' mefhumunun ne denli kırılgan olabildiğine ilişkin olarak bana harika bir alegori olarak göründü.
".Bu da beni şöyle bir soruyla baş başa bıraktı: 'Burası sahiden de söylendiği üzere, bir tür Güvenli Bölge mi, yoksa her yeri bir savaş sonrası bölge olarak görmemizin önüne geçen bir tür kafes mi? İyi niyet, demokrasi, çağdaş değerler, insan hakları... Bu kavramlar her daim önceden tasarlanmış ve kendilerini gösterişli tabirlerinden ayıklanmaya bırakmış gibiler.
Beyrut daha önceden oradaydı; Palmyra da böyle. Tıpkı Cizre, Sur ve diğerleri gibi. Daha önce de oradaydılar. Mimarî formlar, insanlığın ne yarattığının sembolleridir, onlar salt sütun ve taşlardan ibaret değildirler. Bazı unsurlar ile hafızanın manifestolarıdır onlar. Soru açıktır: Onları kavramsal olarak yıkıp, üzerlerini soyduğunuz vakit, geriye ne bırakırlar, ya da neye bürünürler?"