Küçükçekmece: ‘Binayı yakın’ diye bağırıyorlardı Solingen'e ramak kalmıştı...

Deniz’in Kürt olduğunu öğrenince ‘90’lı yıllarda Kürt göçünde yaşanan ayrımcılığı soruyoruz. Empati beklerken sert eleştiriyle karşılaşıyoruz: “Bana Rize’de kuyruklu Kürt dediler, o günleri unutamam. Ama bir Kürt ile bir Suriyeli kıyaslanamaz. Çünkü benim dedem bu topraklar için kanını akıtmış. Suriyeliler öyle değil, onlar sığınmacı!”

Abone ol

DUVAR - İstanbul Küçükçekmece'deki Mehmet Akif Mahallesi'nde geçen cumartesi gecesi bir kız çocuğuna cinsel istismar girişiminde bulunulduğu iddiası sonrası Suriyelilere yönelik linç girişimi yaşanmıştı. Yaşananların ardından mahallede yaşayanlarla görüşmeler yapan Evrensel gazetesinden Ercüment Akdeniz ve Neslihan Karyemez izlenimlerini, "Küçükçekmece'de mültecilere saldırı: Yakmasınlar diye ışıkları söndürdük" başlıklı haberde aktardı. Haberden bir bölüm şöyle:

Galeyana gelen kalabalıkların Suriyelilerin dükkanları kırıp geçtiği Mehmet Akif Mahallesi’nde sokaklar sessiz. Sokakta ne Suriyeliler var ne de onları istemeyenler. Üstelik bugün günlerden 2 Temmuz, İkitelli’de Alevi evlerinde Sivas Katliamının hüznü.

Geçtiğimiz Cumartesi, “küçük kız çocuğuna istismar girişimi” haberiyle kabaran öfke, olay resmi makamlar tarafından yalanlanana kadar şiddet dalgasının esiri olmuştu. Peki, mültecilerin evlerine, dükkanlarına böylesine fütursuzca saldırabilen öfkenin arkasında ne vardı? Ve nasıl olmuştu da bu nefret dalgası, Alevi ve Kürt gençleri de içine katarak bir linç hareketine dönmüştü? Dört tarafı gökdelenler ve AVM’lerle kuşatılmış, ‘kentsel dönüşüm’ kepçesinin tepede sallandığı bu kıstırılmış mahalle, nasıl olmuştu da mülteci düşmanlığının içine düşmüştü? Bu soruların peşinde dükkân sahipleri ve atölyelerde çalışan işçilerle konuşuyoruz.

İlk durağımız Suriyeli mültecilerin işlettiği bir nargile kafesi. İçeride yaşlı, genç 10 kadar Suriyeli erkek. Bize yönelen bakışlar tedirgin. Zira taş yağmurundan sonra ilk defa açılmış dükkân.

'ARAPÇA TABELA GÖRDÜKLERİ YERDE TAŞLADILAR'

Kafeterya sahibi M, dehşet gecesini anlatıyor: “Dükkânda 20 müşteri vardı. Yürüyüş olunca kepenkleri kapattık. Arapça tabelayı görünce taşladılar. İçerde mahsur kaldık. Sonra da dükkânı iki gün kapattık. Suriyeli 2 kuyumcu dükkânı var burada, onlara kötü saldırdılar. Belki de başka hesapları vardı, bilemiyorum…” Yaşananlara “ırkçılık” diyor ve devam ediyor: “Mescidimize bile saldırdılar. Kuran kursunda çıkan iki çocuğu dövdüler. Arabaları kırdılar. Önden biri gösteriyor, grup saldırıyor. Biraz planlı geldi bana...”

“Suriyeli esnaflar vergi vermiyor” eleştirilerini soruyoruz: “Çıksın göstersinler bir tane! Bakın hepimizde yazarkasa var, hepimiz muhasebeye bağlıyız. Dükkân açarken T.C vatandaşları ile aynıyız” diye tepki gösteriyor. Sözü yardımlar konusuna getiriyor: “Yardımlar Kızılay üzerinden yapılıyor, BM ve AB fonlarından geliyor. Devletten, belediyeden bir şey geldiği yok.”

Annesinin Türk olması nedeniyle vatandaşlık belgesi alan M. askerliğini yapmış. Şimdi askerlik için iki kardeşi sırada. “Onlar da bitirirse Türkiye’den gitmeyi düşünüyorum, Erbil’e ya da güvenli başka bir yere. Çünkü çocuklar güvende değil” diyor. Linç olayına karışan herkese kırgın olduğu, en çok da Kürt gençlere kırgın olduğu anlaşılıyor. “Kürdüm, Kürtleri severim ama artık Kürt gençlerini sevmiyorum” diyor bu yüzden. Olaylardan dolayı korkmadığını anlatma ihtiyacı duyuyor: “Savaştan kaçıp gelmişiz, kalmış bir can, kimseden korkum yok.” Anlatımları, mahallede Türkiyeli ya da Suriyeli hemen herkesin silahlandığını gösteriyor: Evlerini ve ailelerini korumak için. Bir sonraki provokasyon ya da şiddetin varabileceği boyutu varın siz düşünün!

“Suriye’de bizim askerler savaşıyor, siz burada eğleniyorsunuz” sözüne de hayli tepkili esnaf M. Ona göre Türkiye Suriye’de kendi sınırlarını koruma savaşı veriyor ve Suriye’nin sorunları böyle çözülmez. Suriyeli erkeklere dair eleştiriye ise yanıtı şu: “Suriyeli işçilerin üstünden kimler zengin oldu, ona baksınlar!” Mahalledeki çeteleşme de sosyal patlamayı tetikleyen unsurlardan. M. Şu örneği anlatıyor: “İki yıl önce Suriyeli bir genç, bir Türk genci öldürmüş. Sokaklarda aynı tantana. Oysa ikisi de uyuşturucu satıyordu. İkisi de ölebilirdi. Biz niye birbirimize düşüyoruz?”

Peki, ya çözüm? “Devlet Suriyelilere yardım vermediğini halka anlatmalı. Çünkü doğru söylemeyince öfke büyüyor” diyor M., biz dükkanından ayrılmadan.

'SURİYE’DEN GELMİŞ AHKAM KESİYORLAR!'

Ahmet, genç yaşta bir hurdacı esnafı. 'Türk milliyetçisi' olduğunu söylüyor. Mahalledeki hareketlenmeyi telefonla öğrenmiş. Önüne arkasına bakmadan kavgaya gitmiş. Suriye’den gelen Türkmenleri sevdiğini ama Araplardan nefret ettiği söylüyor. “Oradan gelmiş burada ahkam kesiyorlar” diyor. Bu cümle onun kavgaya girmesinin de bir nedeni. Önyargı ve nefret taciz iddiasından çok önce mayalanmış zaten. Onun çözümü de diğerleri gibi Suriyelilerin geri gönderilmesinde. Nargile içen, uyuşturucu madde kullanan Suriyeli gençlerden bahsediyor. “Türkiyeli gençler kullanmıyor mu?” sorumuza ise yanıtı şu oluyor: “Abi yine bizimkiler adam gibi çekiyor, bunlar hepten sapıtıyorlar”(!)

KONTROLSÜZ KİTLE HER ZAMAN TEHLİKELİ

Bir markete giriyoruz. Market sahibi Aziz yaşanan olayları şöyle anlatıyor: “Bence devlet bu olayların önünü açtı, dolaylı yoldan mesaj vermek istiyor. Çünkü olay taciz söylentisinden 3 saat sonra çıktı. Resmî açıklama da gecikti.” Aziz yanında çalışan Suriyeli genci göstererek, “Bizim aramızda ne sorun olabilir? Bu eylemi yapanlar kontrolsüz ve cahil insanlar. Bu her zaman tehlikeli. O nedenle kurumlar, kanaat önderleri uzlaşma için araya girmez. Geriye tek yol kalıyor: Esad ile anlaşmak ve Suriyelilerin geri gitmesi.”

Mahallede 2 yıl önce mülteci düşmanlığına karşı bir eylem yapılmış. “Şimdi yapsak saldırı olur” diyor Aziz ve ekliyor: “Şiddet akıl almaz biçimde büyüyor, nedenini anlamıyorum.”

'EVİ YAKMASINLAR DİYE IŞIKLARI SÖNDÜRDÜK'

Merdiven altı atölyelerden birine konuk oluyoruz. Suriyeli kadın işçi Z, olayları piknik dönüşü öğrenmiş. Evinin altındaki dükkân taşlanmış sonra, Arapça tabela yüzünden. Dehşet anlarını şöyle anlatıyor: “6 yaşındaki kızım seslerden uyandı. Cama taş geldi. 13 yaşındaki ‘Anne kapıyı açma, çok korkuyoruz’ dedi. 17 yaşındaki kızım da korkudan sekmeye başladı. Doktora götürdüm. O gece sabaha kadar ışıkları söndürdük; eve girmesinler, evi yakmasınlar diye...”

Ertesi gün Suriyeliler çıkmamışlar sokağa. Pazar pazarında esnaf satış yapamamış. "Suriyelilere böyle yaparsan olacağı bu" diyor Z. "Bir daha aynı olay yaşanırsa memlekete giderim. En azından orada bombanın nereden geldiği belli. Burada her gün ölüyoruz, laflar, küfürler ağır" diye ekliyor sonra. Sivas Katliamına atıf yapıyor, haberlerden öğrenmiş, “Biz de Sivas gibi her gün yanıyoruz, azar azar” diye sitem ediyor.

Mülteci düşmanlığı ve ırkçılık günlük hayatta giderek sıradanlaşmış. Z. Örnek veriyor: “Çocuklarla minibüse bindim. Şoför Türkçe bilmediğimi sandı. ‘Mallar geldi’ dedi, korkudan ses etmedim. Doğru! Hükümet bizi para karşılığında mal gibi sattı...” Z., Küçükçekmece sahilinin Suriyelilere kapatıldığını duymuş, belki de Mersin’le karıştırıyor. Mahallede “Suriyeliler gitsin” başlıklı bir de imza kampanyası başlatılmış, “İmzaları muhtara vereceklermiş” diyor.

Z., bir süredir işi eve götürüyor. İki makine kurmuş salona. Komşu üç eve de iş veriyormuş. Seviyorlarmış onu bu yüzden. En azından ayrımcı şeyler söylemiyorlarmış! Üzerine çok düşünmemiz gereken bir teselli bu.

'NEONAZİLERİN YAPTIKLARI GELDİ AKLIMA'

Ev kadını Gülay’a konuk oluyoruz. Eşi Bekir de hemen karşıdaki konfeksiyon atölyesinde ustabaşı. Cumartesi yaşanan olaylardan sonra 3 mülteci işçi işi bırakıp gitmiş. Suriyeliler İstanbul dışında iş aramaya başlamışlar.

Cumartesi yaşanan olaylar Gülay’a iki yıl önce yaşadığı bir dramı hatırlatmış. Anlattıkları oldukça çarpıcı: “Alt kattaki dükkânı bekar göçmenlere kiralamışlar. Yaz ayı sıcak, atletle duruyorlar haliyle, evin kapısı da açık. Bu yüzden linç ettiler onları, yerde sürüklediler, bakamadım. Solcusu da Alevi’si de katıldı bu lince, olacak iş mi? Çocuklarım ağır travma yaşadı. Aşağıdan ‘binayı yakın’ diye bağırıyorlardı. Benim Berlin’de, Hamburg’da akrabalarım var. Neonazilerin yaptıkları geldi aklıma. Tıpkı o gece gibi, Cumartesi de Solingen faciasına ramak kalmıştı...”

O sırada söze Gülay’ın lisedeki kızı giriyor: “Arkadaşım video paylaşarak Müslüman Müslüman’a bunu yapar mı diye bir paylaşım yapmış, bir şey diyemedim.”

'MÜŞTERİNİN YÜZDE 30’U SURİYELİ, YİNE DE GİTSİNLER'

Mahalle manavlarından Deniz, taciz iddiası nedeniyle olayları 'haklı' görüyor. Resmi makamlardan gelen yalanlama açıklamasına inanmıyor. Bodrum katların “bekar odaları” olarak kiralanmasına da karşı. Çünkü mahalleli, çocuklarını güvende hissetmiyor. Yani anlayacağınız en küçük söylenti fitili ateşleyecek güçte. Belediye ve devlete de kontrolsüz göçten dolayı tepki büyük.

Deniz’in Kürt olduğunu öğrenince ‘90’lı yıllarda Kürt göçünde yaşanan ayrımcılığı soruyoruz. Empati beklerken sert eleştiriyle karşılaşıyoruz: “Bana Rize’de kuyruklu Kürt dediler, o günleri unutamam. Ama bir Kürt ile bir Suriyeli kıyaslanamaz. Çünkü benim dedem bu topraklar için kanını akıtmış. Suriyeliler öyle değil, onlar sığınmacı!” Böyle bakınca mahalleli elbette mültecileri 'hak talep edemez' görüyor.

Manav Deniz’e göre sorunun temelinde işsizlik var: “Sen mültecileri sigortasız çalıştırırsan, millet elindeki işi kaybeder tabi. Benim müşterilerimin yüzde 30’u Suriyeliler ama ben yine de onları istemiyorum. Gitsinler, önce bizim vatandaş iş sahibi olsun, alışveriş yapabilsin...”

HABERİN TAMAMI