Kudüs’te Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yerleşimciler

İsrail, Doğu Kudüs sakinlerine yerleşim alanının yalnızca yüzde 13'ünü bırakırken, geri kalan araziyi 220 binden fazla yerleşimcinin ikamet ettiği on beş yerleşim yeri inşa etmek için kullandı.

İslam Özkan islamozkan@gmail.com

Şeyh Cerrah’ta yaşayan Filistinli ailelerin çilesi, yıllar önce bolluk ve refah içerisinde yaşadıkları Filistin kenti Yafa’dan sürgün edildikleri 1948’deki Nekbe (Büyük Felaket) günlerine dayanıyor. O yıl, birkaç Arap ülkesine karşı zafer kazanmış Siyonist örgütler tarafından ya doğrudan katliam uygulanarak ya da katliam tehdidiyle evlerinden tehcir edilen Filistinlilerin bir kısmı Askalan kentinin güneyindeki Gazze Şeridi’ne giderken, bir kısmı Lübnan’daki mülteci kamplarına göç etti. Batı Kudüs'teki çoğunluğu Hıristiyan olan Filistinli nüfus da göç ettirilen bir başka toplumsal kesimdi. İsrail yönetiminin acelesi vardı, uluslararası toplum nezdinde Filistin toprakları ve Kudüs üzerinde hak iddia edebilmek için işgale hız vermesi yetmiyordu, aynı zamanda Rusya’dan, Avrupa’dan ve Arap ülkelerinden getirdiği Yahudi yerleşimcileri Filistinlilerden boşalan evlere hızla yerleştirmeliydi.

Bu amaçla Filistinlilerin taşınmazları Yahudi evlerine veya kurumlarına dönüştürüldü. İsrail'in 1967'de Doğu Kudüs'ü işgal etmesiyle, 1949'da çizilen ateşkes hattı (Yeşil Hat), şehrin doğu ve batı kısımlarını ayıran çizgi haline geldi. Şehrin iki bölümü arasında hareket etmek yasak olduğu için bu hat "Yasak bölge" olarak adlandırıldı. O yıllarda BM askerleri iki bölge arasında nöbet tutuyordu, nitekim BM karargâhı olarak kullanılan bina halen Doğu ve Batı Kudüs’ün tam ortasında durmaktadır.

Ancak İsrail, 1967'deki işgalden sonra, “Yasak Bölge”yi aldığı kaldırmaya kararlıydı ve buna hız verdi. Sur Bahir'de "Ramat Rachel" yerleşim birimini, es-Sevri'de bir yerleşim mahallesini, Mukabir ve Sur Bahir'de Doğu Talpiot yerleşim birimlerini kurdu. Uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yasak olmasına ve alınan BM kararına rağmen İsrail, Şuafat'ta bir yerleşim yeri inşa ederken Şeyh Cerrah’ta ise şehri ayıran yeşil hattı tamamen ortadan kaldırarak üç İsrail otelinin inşaatının yapımına hız verdi.

İsrail, Doğu Kudüs sakinlerine yerleşim alanının yalnızca yüzde 13'ünü bırakırken, geri kalan araziyi 220 binden fazla yerleşimcinin ikamet ettiği on beş yerleşim yeri inşa etmek için kullandı. Bunun dışında kalan geniş alanları, inşaatın yasak olduğu yeşil alanlar olarak sınıflandırdı. Sonuç olarak Filistin verileri Doğu Kudüs'teki 20 binden fazla konutun Batı Kudüs belediyesinden inşaat izinlerinin olmaması nedeniyle yıkılmakla tehdit edildiğini gösteriyor. BM İnsani İşler Eşgüdüm Ofisi, İsrail'in 2016'da şehirdeki 190 evi yıkarken bunun 254 kişinin evinden olması anlamına geldiğini, 2017'de ise Doğu Kudüs'te 142 evi yıktığını, bunun da 233 Filistinlinin yerlerinden edilmesine yol açtığını açıkladı.

İSRAİL MAHKEMESİNİN KARARLARI

İlk davalar açıldığında Ürdün Dışişleri Bakanlığı ve "UNRWA" mahalledeki taşınmazların mülkiyetinin Filistinlilere ait olduğunu kanıtlayan yeni belgeleri sundu. Ancak İsrail mahkemesi, yeni belgeler ışığında mülkiyet hakkının Filistinlilere ait olduğunu belirterek yerleşimciler aleyhine karar vereceğine, sadece kararın uygulamasını önümüzdeki aylara erteledi. İsrail, hukuku araçsallaştırarak yıllardır sürdürdüğü Apartheid sisteminin devamından yana ve bu sistemden vazgeçeceğine dair herhangi bir alamet şu ana kadar görülebilmiş değil.

Biraz daha geriye dönersek; Büyük Felaket'ten birkaç yıl sonra 1952 yılında, Ürdün İnşaat ve Yeniden Yapılanma Bakanlığı, Şeyh Cerrah mahallesinde Filistinli ailelerin mülkiyet haklarını korumak için Filistinli ailelerle bir sözleşme imzaladı; bunun temel koşullarından biri, sakinlerin sembolik bir ücret ödemesi şartıyla mülkiyetin üç yıl sonra ev sahiplerine devredilmesiydi. İnşaatın tamamlanmasının üzerinden yıllar geçti, ancak 1967 Haziran Savaşı nedeniyle arazinin devredilmesi ve ailelerin adına tescil edilmesi gerçekleşemedi. UNRWA yardım kartından vazgeçmesi karşılığında Filistinli ailelere 28 evin yapım masraflarını bağışladı. Temmuz 1972'de Sefarad Cemaati Derneği ile Aşkenazi Yahudileri Komitesi, 1885'ten beri mahallenin arazisine sahip olduğunu iddia etti. Aynı yıl evlerin kendilerine ait olan arsa üzerine inşa edildiğini öne sürerek Filistinli ailelerin yaşadığı evler için ardı ardına tahliye davaları açmaya başladı.

1976'da İsrail mahkemeleri, dört ailenin yasal olarak orada oturduğunu ve yaşadıkları yerde hukuka aykırı bir durum olmadığını belirten bir karara imza attı. Ancak mahkeme, İsrail Tapu Dairesi'nde 1972 tesciline ilişkin delil dikkate alınmadan yapılan yeni tescile göre arazinin İsrail derneklerine ait olduğunu söyledi. Yerleşimci dernekleri 1982'de mahallede yaşayan 24 Filistinli aileye tahliyelerini talep ederek dava açma girişiminde bulundular.

1991 yılına gelene kadar yerleşimci örgütler, yasal savaşı sürdürmelerine rağmen mülkiyetin kendilerine ait olduğunu kanıtlayamadılar. Yine de Filistinli 17 aile yasal mücadeleyi kaybetmemek için İsrailli bir avukat tuttu. İsrailli avukat ise yıllar sonrasında ailelerin bilgisi olmadan bu evlerin mülkiyetinin yerleşimci örgütlere ait olduğunu ifade eden bir sözleşmeye imza attığını itiraf etti. Bu şekilde mahkemenin ileride vereceği kararın hukuki altyapısını inşa etmiş oldu. Şeyh Cerrah mahallesindeki avukatlar resmen tufaya gelmişlerdi. 1991 yazında verilen karara göre, mahalle sakinlerine Kiracı Koruma Yasası kapsamında kiracı statüsü verilmiş ve yasanın öngördüğü kira ödeneğini öderlerse aleyhlerine tahliye yapılamaz kararı çıkmıştı. Bu yeni durum, yerleşim derneklerine kirayı ödemeyen Filistinli aileleri tahliye tehdidi altında bırakır hale gelmişti.

Sakinleri anlaşmanın kendilerine çok zarar veren bir "aldatmaca" olduğunu keşfettiler ve yerleşimcilerin mülkiyetini tesis ettiğinin çok sonra farkına vardılar. Sonuç olarak, Hanun ve Al Ğavi aileleri de dâhil olmak üzere aileler kirayı ödemedi, çünkü öderlerse, arazinin mülkiyetinin yerleşimci derneklere ait olduğunun bir kabulü olarak görüleceğinin farkındaydılar.

2008'de İsrail mahkemeleri, el-Kürd ailesi de dâhil olmak üzere 3 aileyi evlerinden tahliye etti ve ertesi yıl Hanun ve el-Ğavi aileleri de tahliye edildi. Mahkeme geçtiğimiz son olarak 2012 yılında dava açılan, ancak Kudüs Sulh Ceza Mahkemesi'nde bekleyen Şeyh Cerrah mahallesindeki 12 aileyi evlerinden tahliye etme kararlarını onadı ve evlerin gasp edilme sürecinin önün açılmış oldu.

EL ĞAVİ AİLESİNİN TRAJEDİSİ

el-Ğavi ailesi, Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah’ta yerleşimcilerin yıllardır işgal ettiği evlerinin karşısında kurdukları çadırın içinde yaşıyor. Evleri yıllar önce İsrail askerlerinin himayesinde bölgeye gelen yerleşimci aileler tarafından yağmalanmış. İsrail polisi, yaşadıkları mahalleyi terk etmemekte direnen Ğavi ailesini her Allah’ın günü çadırlarında taciz ediyor.

Mağdur edilen sadece Ğavi ailesi değil. Şeyh Cerrah mahallesindeki diğer evler de yerleşimcilere ait, sistematik gasp ve el koyma işini profesyonelce yapan şirket ve derneklerin oluşturduğu çalıntı emlak pazarı ve spekülasyonlar üzerinden mağdur ediliyor. Hükümeti de arkasına alan bu şirketler, yerleşimcileri Filistinli evlere el koymaya teşvik ediyor. Yerleşimciler gasp ettiği evin üzerine bir İsrail bayrağının yanı sıra yedi kollu şamdanı da yerleştirerek bir taraftan Filistinli aileleri provoke ederken diğer taraftan da işgal altındaki konumlarını tahkim etmeye çalışıyorlar.

İsrail işgal güçleri geçtiğimiz Ramazan ayının ilk günlerinde Meryem Hanım’ın evinin kapısını patlayıcılarla havaya uçurdu. İsrail, geçtiğimiz gün şafak vakti düzenlediği bir operasyonla evi, aile uykudayken basarak kadın ve çocukları sokağa attı. Evlerini gasp eden yerleşimciler, evdeki kitapları yakındaki çöp konteynırına attı. Aile gasp edilen evlerinden vazgeçmeyeceklerini ifade etmek için evin karşısında kurmuş oldukları çadırda boykotlarını sürdürüyorlar. Gavi ailesinin evine el koyan yerleşimci aileyi ve Meryem Gavi’nin direnişini şu videoda izlemek mümkün.

BİR ERMENİ’NİN ŞEYH CERRAH TANIKLIĞI

The Guardian gazetesinde geçtiğimiz gün yayınlanan Şeyh Cerrah sakini Anadolu göçmeni bir Ermeni’nin tanıklıkları, Müslümanların da Hıristiyanların da evlerine ve taşınmazlarına eşit şekilde el konduğunu, İsrail’in mahalle sakinlerine karşı herhangi bir ayrım yapmadan sistematik baskı ve gaspı sürdürdüğünü gösteriyor. İsrail polisi protestoculara eziyet etmek için her türlü yolu deniyor. Filistinli aileler acımasızca dövülüyor, tutuklanıyor, yerleşimciler tarafından saldırıya uğruyor ve atlara binmiş polisler onlara plastik mermi sıkıyor. Son yöntem ise çürümüş et ve bok kokan tazyikli su sıkmak.

1915’ten sonra Kudüs’e göç etmek zorunda kalan Ermeni bir ailenin çocuğu olan Garbett, bu toplu cezalandırma biçimlerinin Şeyh Cerrah’ı yerleşimcilerden kurtarmak için örgütlenen ve her geçen gün büyüyen protesto hareketini durdurmayı ve orada 27 Filistinli ailenin mülksüzleştirilmesini amaçladığını aktarıyor. Garbett sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ailem, 1915'te Ermeni soykırımından kaçtıklarından beri birkaç nesildir Kudüs'te yaşıyor. 1948'deki Nekbe’de Batı Kudüs'teki evlerinden kovuldular ve şehrin doğu kısmına sığındılar. Şimdi Şeyh Cerrah’ta yaşıyoruz ve komşularım evlerinden kovulmak üzere.”

Garbett, Şeyh Cerrah meselesi daha yeni gazete manşetlerde yer almaya başlamasına rağmen ne İsrail hükümetinin baskılarının ne de yerleşimci şiddetinin yeni olmadığını söylüyor. 2020 yılı Eylül ayında yerleşimciler, anneannesi vefat ettiğinde aynı gün arabasının üzerine “Araplar boktur” yazmış. Sadece iki hafta önce Paskalya bayramını kutlamak için mensubu olduğu Süryani ve Ermeni cemaatlerinin geçit töreni şeklinde düzenlenen kutlamalarına katılmaya çalıştığında diğer Filistinlilerle birlikte İsrail polis tarafından saldırıya uğramış ve Eski Kudüs’e girmesi engellenmiş. Artık kendisini Filistin toplumunun bir parçası olarak gören Garbett, “Filistinliler olarak kimliğimizin her ifadesinin silindiğini ve marjinalleştirildiğini hissediyoruz” diyor.

Tüm yazılarını göster