Kül döndü ateşine
Mehmet Çetin, sanat ile siyaseti atbaşı yürütüyor, kendini tekrarlayan sığ, kültürsüz siyaseti tehlikeli buluyordu. Devrimci camianın modern kültür merkezlerine, ‘kaliteli edebiyat’ dergilerine, radyo ve televizyon kanallarına, internet sitelerine sahip olmasını, siyasetin zeminini kültürle güçlendirmesini savunuyordu.
Muzaffer Oruçoğlu
Mehmet Çetin’le 1979’da, Niğde Cezaevi’nde görüşümüze geldiğinde tanıştım. Kafası politika ile külçeleşmiş, şiir kaçıp bir köşeye sıkışmıştı. Tipine pek uymayan duru ve akıcı bir İstanbul Türkçesi ile konuşuyordu. Aramızda bir çift tel örgü ve cam vardı. Sıkıntı ve sigara dumanının boğduğu tek tek kabinlerden oluşuyordu görüş salonu.
Daha sonra Süleyman Cihan’la birlikte geldi. Aklım, Mehmet Çetin’in ne dediklerinden ziyade diline takılıydı. Yeni sözcüklerle dalgalanan, kesintisiz, berrak akan diller dikkatimi çekmiştir hep.
En son, yine Süleyman Cihan’la birlikte geldi. Bu kez beni kaçıracaklardı. Kaçma krizine yakalanmıştım. Kitap çuvalının içine girdim, arama salonunda çuval yoklanınca açığa çıktım. Cezaevinin dışında, Süleyman Cihan’la Mehmet Çetin bir arabanın içinde çuvalın getirilişini bekliyorlardı. Alarm sesini onlar da duymuştu tabi ki..
Askerden kaçıp Yunanistan’a geçişimde rol oynayanlardan biri de Mehmet’in eşi Ergül’dü. Sonraki yıllarda, Mehmet Çetin’le Avrupa’da sık sık görüştüm. Bir ayağı Türkiye’de diğeri Avrupa’da olmak üzere iki ayaklı bir edebiyat kurma ve yürütme çabası içindeydi. Dili iyice canlanmış, düş yoldaşlarıyla birlikte Piya’yı kurmuşlardı. Kitaplarımı basmayı önerdi, kabul ettim. Sadece benim kitaplarımı basan bir yayınevi kuruldu; Babek Yayınları. Sanırım kadim yoldaşı Muzo’ya jest yapmıştı; birçok kitabım basıldı o ara.
Çevresinde Dersimli gençler ile birçok şair, yazar, ressam ve müzisyen vardı. Türkiye’den gelen Ahmet Telli, Namık Kuyumcu, Önder Kızılkaya, Tuğrul Keskin gibi usta şairleri ve müzisyenleri de görüyordum yanında bazen. Bir ara Diusburg’da, Alirıza’nın öncülük ettiği ve Mehmet Çetin’in de katkı sunduğu kitap evinde Kazım Koyuncu ile tanıştırdı beni. Nedendir bilmem, Mehmet Çetin, Emirali Yağan, Alirıza Güler ve Ressam İsmet, dörtlü çete olarak belirmiştir kafamda hep. Emirali, bir yerde iki dakika duramayan bir şair olduğu için çetenin toplam nüfusu üç olarak görünüyordu.
Mehmet, Alirıza Güler, Fadıl Öztürk, Nesimi Aday gibi arkadaşlar, birlikte çok güzel işler yaptılar. Kitaplarını bastıramayan şair ve yazarları, Piya Kitaplığı aracılığıyla okurlara tanıttılar. Onlarca kültürel etkinlik, şiir şöleni, panel, konferans, sergi, kültür gecesi düzenlediler. Düzenlenenlere de katıldılar, şairlerin katılımını sağladılar. Bu etkinlikler kaç şairin, yazarın yetkinleşmesine, kaç kitabın yayınlanmasına yol açtı bilmiyorum.
Mehmet Çetin, sanat ile siyaseti atbaşı yürütüyor, kendini tekrarlayan sığ, kültürsüz siyaseti tehlikeli buluyordu. Devrimci camianın modern kültür merkezlerine, ‘kaliteli edebiyat’ dergilerine, radyo ve televizyon kanallarına, internet sitelerine sahip olmasını, siyasetin zeminini kültürle güçlendirmesini savunuyordu. Asıl alanı şiirdi. Yoğun imgeler ve metaforlarla örülmüş bir şiirdi bu. Dilini, bireyin ve toplumun kanayan noktalarında açan bir şiir. Hayal oyunları, alışılmadık buluşlar ve kesintisiz bir duygu akışıyla iki dilde (Türkçe, Kırmançça/Zazaca) gülümseyen bir şiir. Gücünü, bireyin ve toplumun iç çatışmasından alıyordu; bireyi sorguluyor, kendine karşı çözülmesi zor bir problem haline getiriyordu.
Mehmet Çetin, özel mülk tutkusundan uzak, rindane ama modern yaşayan bir şairdi. Bir yerde uzun süre durmak ona göre değildi. İş, atölye ve kültür atmosferi içinde uğuldayan kalabalıkları seviyordu. Kültürlü, güzel kadınlarla sohbet etmeyi, tartışmayı daha çok seviyordu. Özgürlük duygusu oldukça güçlüydü. Birlikte çalışmanın erbabı diyebilirim ona. Pek gizlemeyen, söyleyen, söyleten biriydi. Eleştiriyor ama incitmekten de itinayla kaçınıyordu.
Resmi zevkle seyreden, renklerin dilini ve hikayesini özümlemeye, onlardan kendince anlamlar çıkarmaya çalışan bir insandı. 'Filozof' adlı romanımı basıma hazırlarken, kapak resminin orijinalini gönderdim. Resmi sevdiğini söyleyince hediye ettim kendisine.
Ölümü ve unutulmayı her an yaşadığımız için ikisi de pek ciddi bir sorun değil. Yaşadığımız müddetçe, yaşamı gülümseten ve bu gülümseyişi geleceğe yayan, anlamlı ve güzel işler yapıp yapmadığımıza, bu işleri yaşayıp yaşamadığımıza bakmalıyız. Mehmet Çetin, yaşamı gülümseten ve bu gülümseyişi geleceğe yayan güzel eserler yarattı, güzel işler yaptı, bunları yaşadı ve sessizce akıp gitti derin ırmaklar ülkesine.
Bir tek dileğim vardır ki o da Mehmet Çetin’in doğduğu evin müze haline getirilmesidir. Munzur Gözeleri'ne gidenlerin o evi ziyaret etmeleri güzel olur, yaşamı gülümsetir. Mehmet giderken ‘’kül döner ateşine’’ demişti. Kül döndü ateşine; şiire, yazıya, müziğe ve devrime adanmış o kekeme yaşamın ateşini harlamak da ondan sonrakilerin işi.