'Kulağı Kirişte' olan şiirler
Claire Lajus yaptığı işin bilincinde olan bir şair olarak, nesnesi karşısında soğukkanlı olmasını bilen, heyecanını yatıştırarak, anlamlı, bütünlüklü imgelerle şiirini kuruyor. İmgelerini oluşturan metaforları yaratırken de, Özdemir İnce’nin belirttiği gibi, bir Fransız olarak Rimbaud’yu, Mallarmé’yi, Valéry’yi, Antonin Artaud ile André Breton’u okumuş olduğunu hissettiriyor.
Geçtiğimiz haftalarda Fransız şair Claire Lajus’ün seçilmiş şiirlerinden oluşan bir kitap yayımlandı: 'Kulağı Kirişte'. Ve Yayınevi tarafından yayımlanan, bir Türk şair tarafından çevrilen kitaptan söz etmeden önce, Claire Lajus ve çevirmeni Aytekin Karaçoban hakkında kısa bilgi vermeliyim: Claire Lajus, Fransız şair, çevirmen. 1982’de Fransa’da (Pessac) doğdu. Bordeaux Montaigne Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Fakültesi (2004) ile Bordeaux Üniversitesi Dil Mühendisliği Fakültesi Yabancılara Yönelik Fransızca Öğretmenliği bölümünü (2014) bitirdi. Türkiye’de altı yıl yaşadı. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Yabancı Diller / Fransızca bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı (2006-2010). 2008’de Samsun’da başlattığı Şairler Baharı etkinliğine Özdemir İnce, Annie Salager ve Lionel Ray gibi şairleri davet etti. Fransa’da gerçekleşen uluslararası şiir festivallerine davet edilen Türk şairlerin şiirlerini ve kitaplarını Fransızca’ya çevirdi. Çağdaş Türk şiirini Fransa’da tanıtmak amacıyla 2013’ten beri Ayna adlı e-dergiyi yayınlıyor (www.revueayna.com). Türk şairleri davet ettiği şiir dinletileri düzenliyor. Lajus, Bordeaux’da yaşıyor, yabancılara yönelik Fransızca öğretmenliği yapıyor.
Claire Lajus’ün şiirlerini Türkçe’ye çeviren Aytekin Karaçoban, şair, çevirmen. 1958’de Kırşehir’de doğdu. Lise öğrenimini Ankara’da tamamladı (1976). Dicle Üniversitesi, Fransız Dili ve Eğitimi bölümünü bitirdi (1984), aynı fakültede araştırma görevlisi olarak çalıştı (1985-1987). Fransa’da, Rouen Üniversitesi’nde “Fransız Direniş Şiiri 1940-1945” konulu teziyle yüksek lisans yaptı (1988). 1990’dan beri Fransa’da yaşıyor. Şiirleri, yazıları, düzyazı ve şiir çevirileri 1978’den beri Türkiye ve Fransa’da çeşitli dergilerde yayımlandı.
Kitapta Özdemir İnce’nin Lajus’ün şiirini, şiirsel yaklaşımlarını, yaşamsal çabalarını sunan bir giriş yazısı yer alıyor. Şairin poetikasının da okur tarafından tanınmasını sağlayan bu yazının bir yerinde, Özdemir İnce, şu yaklaşımlarda bulunuyor: : “…Sadece hisseden kalbin, düşünen beynin yazdıklarını sevmem ben. Benim beğendiğim şiiri düşünen yürek ve hisseden beyin birlikte yazar. Bu şiirin öyküsü vardır ama onu öykü olarak yazamazsınız. Doğayı, gerektiği zaman, üstgerçek olarak algılar; üstgerçek tasarımları gerçekliğin tarlasında yetiştirir. Bu şiire çağdaş ve çağcıl şiir denir, yani çağının çağdaşı şiir. Özgür şiir! Claire Lajus böyle bir şiir yazıyor: Başı ve sonu olan; sözcük ve dizelerin yılkı atları gibi bozkırda dolaşmadığı bir şiir. (…) Claire Lajus eğitim görmüş bir Fransız olarak Rimbaud’yu, Mallarmé’yi, Valéry’yi, Antonin Artaud ile André Breton’u yanlış anlamamış, şiire sözcüklerden değil somut dünyadan, insan bireyinden ve toplumundan başlamıştır. Kuşkusuz bu işi bir işlevi ve görevi olan sözcüklerle yapmıştır…”
Gerçekten de Lajus’un şiirleri gerçeklikte karşılığı olan, hayat yanını da yüksek düzeyde hissettiren şiirler. Gerçekliği estetize ederken, şematik, donmuş, kuru ve yapay bir dile asla prim vermiyor. Son derece organik, dilden yaşantıya değil, yaşantıdan dile yönelen, kanatları dışa çırpan bir şiir. Gözlemlere, yaşantılara, somut ilişkilere dayanan bir şiirsel duyarlılığa sahip. Elbette bunları söylerken, şiirlerde somut olayların anlatıldığını söylemek istemiyorum. Tıpkı bir kıssa gibi, bütün bunların sonunda varılan evrensel insanlık deneyiminin şiirsel dile yansıtılmasından söz ediyorum. “Sözden” adlı şiirde olduğu gibi:
“gün gelecek eski şeylerden söz etmemiz gerekecek
acele etmeden
kabuklarından çıkartmamız
onca sessizlikten sonra sözden çıkarır gibi
hiçbir sözcük bulamadığımız için görünmezi biçimlendirmek
konuşmak gerekecek
sözler tanıdıklarımızdır gölgelerimiz gibi
çelişkilerimizin gediklerindeki bu çakıllardır
gün gelecek belirsizliklerimizde uyuklayan zamanı
dürtüklemek gerekecek
bazı şeyler devrilecek
dizginsiz söz başka çatlaklar açacak ve
sessizlikte yatan devler sarsılacak bir bir.”
Gerçek şiir sessizlikte ve az konuşmakta vardır. Haykırışını sessizliğinde barındırmasında. Bir yerde söylediğim gibi şiir, tükenmeyen bir öğrenme sürecidir, çünkü şiirin nesnesi dilden önce hayattır, bütün sanatlarda olduğu gibi. Toplumsal hayatta bağırarak kendimize belki bir yer açabiliriz ama şiirde asla! Bağırarak “şiir olan”a yaklaşamayız, şiire giremeyiz. Bağırdığımız zaman, şiiri bulup çıkarmamız gereken iç dünyamız panikle dağılır, dinlememiz gereken iç sesimizi kaybederiz. Bağırdığımız zaman kendilerini şiir yapmamızı sessizce bekleyen o çok değerli sözcükleri, metaforları, imgeleri ürkütürüz ve bir daha bize gelmemelerine neden oluruz. Şiir ile sözcüklerin arasından çekilelim, sözcükleri şiirsel bağlam içinde özgür bırakalım, onlar gerekirse haykırırlar. Zaten şiir, dil ile nesneler arasındaki boşluktan doğar. Bağırırsak, bu boşluğun gürültü ile dolmasına neden oluruz ve şiiri kaybederiz. İşte Claire Lajus da yaptığı işin bilincinde olan bir şair olarak, nesnesi karşısında soğukkanlı olmasını bilen, heyecanını yatıştırarak, anlamlı, bütünlüklü imgelerle şiirini kuruyor. İmgelerini oluşturan metaforları yaratırken de, Özdemir İnce’nin de belirttiği gibi, bir Fransız olarak Rimbaud’yu, Mallarmé’yi, Valéry’yi, Antonin Artaud ile André Breton’u okumuş olduğunu hissettiriyor.
Kitaptaki ilginç bölümlerden biri de “Devinir Gölge” başlıklı düzyazı şiirlerin yer aldığı bölüm. Bu bölümdeki şiirler, adeta felsefi bir söylemle yönlendirilmiş bir yatakta akıyor. Toplumsal yaşamdaki bireyin kendini var etme mücadelesinin nasıl da ötekilerin varlığıyla ilintili olduğunu söylüyor. Böylece, bu ilintinin arka planını oluşturan içsel trajedi, şiirsel tözün kendisi oluyor.
“dans ediyoruz yanı başımızda, toprak sarsılıyor ve ağaçlar hıçkırık içinde, ömrümüz borsanın bozuk biçimini alıyor, yorgun dönüyoruz tarla sulamada suyu pompalanan bir kuyu gibi, soluğumuzu tutuyoruz akşamleyin boş binalarda, yalnız çalıştığımızda kimse geçişimizi duyumsamamalı, ömrümüzün yıpranmışlığı anımsatır –kulaklarda uğuldama– tropikal ormanların yokoluşu, maden arama çalışmaları, terk edilmiş altın madenleri, pis sular –biliyoruz bunu– zincirin son halkalarını oluşturuyoruz, ilk elde kopacak.”
Şiir dili ile felsefe dili, varlığı sorgulayan özellikleriyle birbirine çok yakın durur, benzeşir. Varlığı sorgulama süreci, bir bakıma “anlamı sorgulama”dır. Şiir de, felsefe de anlamı sorgulayarak yeni anlamlar yaratırlar. Ama yöntem açısından aralarında çok önemli bir fark vardır: Şiir, anlam yaratma sürecini imgelerle, yani anlamların görsel tasarımlarıyla yaparken, felsefe bu süreci kavramlarla yapar. Çünkü şiir enikonu sanatsal bir söylem biçimi olarak gerçekliği estetize eder ve tikel bir boyuta taşır. Oysa felsefe bilimsel bir söylem biçimi olarak yarattığı anlamları kavramlaştırır ve genel bir boyuta taşır. Böylece (konuya göstergebilimsel açıdan yaklaşırsak) şiirsel söylem biçiminde gösterenle (dil ile) gösterilen (anlam) çakışır, aynı şeydir. Oysa felsefi söylem biçiminde gösterenle gösterilen aynı şeyler değildir. Aralarında belli bir uzaklık vardır. Yani dil kendini aynı zamanda anlam olarak açıklamaz, kendi dışındaki anlamlara gönderir, onları açıklar. Demek şiir dilinin kendi dışında referansı yoktur, kendi dışında açıklanamaz. Oysa felsefi dil açıkladığı anlamlara hizmet eder, onların referanslarıyla var olur. İşte Claire Lajus’ün düzyazı şiirlerinde yansıyan anlam evreni, kendisiyle değil, görsel tasarımlarıyla biçimlendiği için, birer felsefi metin değil, şiirdirler.
'Kulağı Kirişte', bir Fransız şairin şiirleri olmasına karşın, Türk şiir okuruna hiç yabancı olmayan bir şiirsel duyarlılık, heyecan, deneyim ve dil estetiği sunuyor.