Her polis, telefonuna bir “uygulama” indirmek zorundaymış.
Böylece arada bir “uygulama” ile görevlendirilenlere de “uygulama” yapılacak muhtemelen.
Böylece herhalde, mesleki paylaşımların yanında, polis de polisi izleyecek. Yani daha iyi izleyecek.
330 bin kişilik Emniyet’te çalışanların 260 bin kadarı polis memuru. Diğerleri sivil.
“Ordu” deyince de aşağı yukarı bu sayı çıkıyor, merak ederseniz.
Silahlı Kuvvetler’in aktif personel sayısı da 355 bin kadar. Yine merak ederseniz, 326 general, 40 bin 428 subay, 99 bin astsubay (assubay), 67 bin 500 uzman çavuş-onbaşı. Sanırım kalanlar da yedek subay ve sivil askeri memur.
Yani “silah altında” iki ordu var ve yaklaşık 700 bin kişi.
Aileleriyle diyelim 3 milyon 500 bin. Belki 4 milyon.
Rakamlar tabii tam olmayabilir ama 14 milyon dolayındaki kayıtlı işçiden 2 milyon 200 bini sendikalı. 5 milyon kamu çalışanından 2 milyon 700 bini memur.
Ve memur sayısı içinde yukarıdaki “silahlı memurlar” da var!
Milyonlarca kayıtsız ve işsizin hak araması bir yana, iş araması bile zaten çoğu zaman umutsuz bir süreç veya her işe, her buyruğa razı olmakla sürüyor.
Ve mesele sadece çalışma hakkı, adil bir ücretin ötesinde, bizatihi insan haklarına da dönüşüyor ama kimin umurunda!
Kayıtlı çalışan işçiler için de çok farklı olmayabiliyor; sendikalılar da, zaman zaman artan dalgalara rağmen, önce işi korumak meselesinde, işveren baskısı ile kimi pekâlâ sarı olabilen, kimi gerçekten işçi ve insan haklarına titiz sendikalar arasında kalıyor.
PEKİ YA ONLAR?
Peki “silahlı memurlar?”
Şunu da söyleyeyim:
Emniyet ve TSK’daki sivil memurların adı sivil ama çalışma şartları “üniformalı.”
Genellikle özlük hakları sivil; ama statüleri rütbeli, yani rütbesiz; cezaları da.
Örgütlenme özgürlükleri, ıııh!
Sivillikleri sadece kıyafet meselesi sanki!
“Silahlı” olanlara gelince…
Generaller ile diğer subayların aklına bilmem hiç sendikalı olmak geliyor mudur? Kiminin geliyordur belki.
70 bin uzman çavuş ve onbaşı ise, bırakın sendikalı olmayı; kadrolu bile değil.
Ömürleri zaten pamuk ipliğinde olabiliyor ama hayatları da zincirli. İki dudak arasında kolayca kovulabiliyorlar; daha 50’sini görmeden kapı önüne koyuluyorlar.
Örgütlenme ve hak arama çabaları, astsubaylar gibi, ancak “emekli dernekleri” ile mümkün. O da onlar emir-komuta zinciri dışında hak eşitliği düşünebilip bunu gerçekten istiyorsa!
Astsubaylar ya da kendi tercihleriyle “Assubaylar” ise, TSK içindeki “proleterya”nın esasen en örgütlü olabilecek kesimi.
Onlar olmadan “teknik” meseleler asla halledilemeyeceği için “proleterya.”
Avrupa’da örgütlenme örnekleri var. Buradaki kimi girişim ciddi biçimde ezildi. Yine de genlerinde hep bir zamanların “Astsubay yürüyüşleri” var.
“Pes Hareketi” gibi dönemsel itirazlar bir ara gerçekten yayılmış, komutanların askeri vakıflar için gönüllü görünümlü zoraki para talebine karşı, ödememek gibi ilginç sonuçlar doğurmuştu.
“Verilen sözler” ise hep havada kalmıştı.
Tepelerinde sallanan Disiplin Damoklesinin Kılıcı ile hak talebi zaten kolay değildi.
POLİSİN İNSAN HAKLARI
İki “çok güvenilir kurum”da da “Fetöcü örgütlenme”nin nasıl mümkün olduğunu, yıllarca buna tahammül edilmekle kalınmayıp terfi ettirildiklerini, en kritik yerlere getirildiklerini, “Kahraman Ömer Astsubay"ın vurduğu darbeci generalin YAŞ’ta ilk sıradan “Paşa” yapıldığını, bütün Emniyet İstihbarat’ın hem de “Dink Cinayeti”ne gölgesi düşen Trabzon emniyet müdürüne nasıl emanet edildiğini filan yazmayacağım.
Yoksa yazdım mı?
Bu yazının ana konusuna şimdi geldik:
Polislerin haksızlıkları teşvik edilir, kollanır, kayırılırken…
Özlük haklarının ve insan haklarının çiğnenmesi.
Örgütlenme hakkı, dayanışma, sendika talep edenlere; haksızlıkları ifade edenlere baskı!
Baskıların getirdiği intiharlar.
Emniyet Sen bu hak mücadelesi için kurulmuştu 2012 sonlarında. İlk başkanı 6, ikinci başkanı Faruk Sezer 10 kere ihraç edilmiş, tekrar geri dönme hakkı kazanmışlardı. Belki sonradan sayı artmıştır. Sürgüne gönderilen polis sayısı da.
“Temel hak ve özgürlükler… Hukukun üstünlüğü… Katılımcı demokrasi… Daha özgür kişi ve kurumlar… Gelir dağılımında adalet… Sosyal devlet gereği her vatandaşın devlet imkanlarından eşit yararlanması” diyen bir polis örgütlenmesi, daha doğrusu çabasından söz ediyoruz.
Fransa ve İtalya’da 1 Mayıs yürüyüşleri izledim defalarca.
Özellikle Paris’te polisin gaz kullandığına tanık oldum içeriden. Ama iki ülkede de “gazı yiyenler” içinde, safları sıklaştıranlar arasında, omuz omuza duranların ortasında “Polis sendikaları” da vardı!
Poliste çoğunluk olmasalar da, mevcuttular. Avrupa’da, 13’ü grev hakkına da sahip 34 polis sendikası gibi.
Şimdi “bizim 1 Mayıs”da, işçiler, çalışanlar, sendikalar arasında polis sendikası olmayacak tabii. Ama gaz olacak muhtemelen.
O zaman, sendikalı, polisli, gazlı eski bir yazımı “Polisi kul, halkı köle görenler”e armağan edeyim:
“Kendisine bağlı”, hatta “şahsa bağlı” polis yaratmakta seferber olan iktidarın “polis memurları”na vaadi kısaca şöyle:
1. Size 1 milyon 432 bin gaz fişeği daha…
Ama sendikal hak yok!
2. Size 78 bin ses-ışık fişeği daha…
Ama aşırı iş yükünden yakınmak yok!
3. Size bombalar, fişekler, coplar, silahlar, mermiler, Tomalar…
Ama neden bu kadar çok intihar ediyoruz diye sormak yok!
4. Size çiğneyebileceğiniz bol bol insan hakkı…
Ama kendi insan hakkınızı aramak da yok!
Böylece demokratik hukuk devleti kuvvetleniyor.
Zaten aşırı da sosyal!
Neden böyle?
Bunu sorgulamaya, sormaya, bir sendikada hak için buluşmaya çalışan “az sayıdaki polis”, Emniyet aristokrasisi tarafından (o vakit Paralel ve Ak Polis şefleri el eleydi sanırım!) işten atılmıştı. (Şimdi dava kazanıp dönmeye başladılar.)
Sıradan Avrupa sosyal hukuku yolunda, insan ve çalışan hakları için azıcık kıpırdayan da temizlenmek isteniyordu!
İki üyesini cumhurbaşkanının, 7’sini bakanlar kurulunun, birini YÖK, birini Barolar Birliği’nin verdiği 11 üyeli Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun 3 Kasım’daki Raporu, “Gezi Parkı olayları”nın incelenmesinden sonra ne diyordu?
1. Kolluk görevlilerinin uzun süre ayakta bekletilmesi gerilim ve stresi arttırıp fiziki müdahalede kontrolsüz davranışlara sebep oluyor.
2. Yine de, görev şartları keyfi ve hukuk dışı eylemlere gerekçe oluşturamaz.
3. Çalışma saat ve şartlarının iyileştirilmesi maksadıyla örgütlenme özgürlüğünü kullanabilmeleri için mevzuat değişikliği yapılmalı, sendikal haklarını kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar sağlanmalı, engeller kaldırılmalı.
Yani, devlet büyüklerinin atadığı Kurul bile diyordu ki, “Polisler örgütlü, sendikalı, temel haklara ve insanca şartlara sahip olsaydı; bu tür olaylar bu hale gelmezdi”!
Bir öncü cesaret girişimi olan, (“kapatılma davası”yla uğraşan) Emniyet-Sen hatırlatıyordu:
Avrupa Komisyonu AB İlerleme Raporu ile Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri 2013 Raporu’nda da, sendika girişimine baskılara, “itaatsizlik ve mesleği küçük düşürme” gibi gerekçelerle ihraçlara, Avrupa Polis Etiği kurallarında örgütlenme hakkına yapılan atfa dikkat çekiliyor.
Kulluk gücü olmaktan çıkmak isteyenlerin hak savunucusu, sözcüsü olmak isteyenler ise ezilmek isteniyordu burada.
“Demokratik haklar için seçilmiş” bir sivil toplum örgütünün ya da intiharlara dikkat çeken, insanca olmayan şartlara biraz itirazı olan polislerin başına gelen şöyleydi:
“Kahraman”; sana hak vermeyeyim, ‘gaz’ vereyim!
Çoluk çocuğuna hukuk, hak, hakkaniyet, haysiyet, hayat diye gaz götürürsün artık!