Pandemi günlerinde kültür - sanatın gündemi, uluslararası, akademik bir yaklaşımla büyüteç altına alınınca, hangi yoğunlukta seyredebilir? Bu sorunun yanıtı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Politikası ve Kültürel Diplomasi UNESCO Kürsüsü’nün 21-22 Ağustos günleri düzenleyeceği ‘Kültür Politikası ve Kültürel Diplomasi Genç Araştırmacılar Konferansı’nda verilecek. Etkinlik, T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile yapılacak. Konferansın amaçları arasında, akademik alanda kültürel çeşitliliğe dayalı kültür politikası ve kültürel diplomasi çalışmalarının tanınırlığını sağlamak, kültür politikası ve kültürel diplomasi disiplinlerinde çalışan genç araştırmacıların araştırma bulgularını paylaşmalarını ve tartışmaya açmalarına vesile olmak gibi unsurlar öne çıkarılıyor.
Girişim ayrıca, uluslararası bir paylaşım ve etkileşim platformu oluşturmak ve küresel Güney ve küresel Kuzey'den araştırmacıların ortak ilgi alanlarını belirlemek ile, diyalog ve ortak çalışma fırsatları yaratmak gibi bir amaca da, hizmet ediyor. Bu haftaki konumuzu ‘biraz da erkenden’ bu etkinliğe ayırmam biraz da şundan: Pandeminin yol açtığı mevcut kısıtlamalardan ötürü, etkinliğin ‘Zoom’ üzerinden yapılması planlanıyor ve tüm etkinlik aynı anda YouTube’dan yayıma verilmeye hazırlanıyor. Bunun için tayin edilen web adresi de, şimdiden hazırlanmış durumda. Bu vesile ile, etkinlik programına baktığımızda, genç araştırmacıların da hayli ilginç konu başlıklarını masaya yatırdıkları görülebiliyor.
Sözgelimi, etkinliğin ilk günü, Doğuş Coşar’ın saat 13:00’te yapacağı sunum “Kayıp ya da Kazanç, Eski Halini Dönme ya da Modernizasyonda Uyum: Hasankeyf ve Göbeklitepe'nin Kültürel Miras Yönetimi Vakaları” başlığını taşıyor. Bunu, Barbara Lovrinic’in “Bir Fare Tıklamasıyla” Miras: Ağlara Bağlı Bellek ve Kütüphanelerin, Arşivlerin ve Müzelerin Kurumsal Kümeleşmesi” konulu sunumu izliyor. Ardından, Ayça Bayrak Uluğ “Avrupa Müze Forumu ve Türkiye” konulu bir metni, akademisyenler ve kamuoyu ile paylaşmaya hazırlanıyor.
İki günlük konferansın ikinci günündeki üst başlıklar ve sunumlar da hayli çarpıcı.
“Bir Kültür Endüstrileri Vakası Olarak, Film” üst başlıklı sabah oturumlarında, Valeri Donato, “Netflix’te Çin’in Hikayesini Anlatmak: “A Love so Beautiful” ve “Meteor Garden” Vaka Çalışmaları”ndan bahsederken, Taiwo Afolabi, “Sömürge Sonrası Afrika’da Kültürel Performans ve Kültürel Diplomasiyi Yeniden Merkezlemek: Nollywood’a Vaka Çalışması” gibi bir meseleye İstanbul’da açıklık getirmeyi amaçlıyor. İkinci günün geri kalan zamanındaki hemen hemen tüm oturumlar ise, gerçekten izlenmeye değer bir aktüalite ve içerik vadediyor: Zeynep Uğur “Kozmopolitanizmin Köklenmesi: İstanbul Fringe Festivali Örneği”nden söz ediyor. Milan Dordevic ise, “Görsel Sanatların Demokratikleşmesi: Yugoslav Öz Yönetimi Üzerine Vaka İncelemesi”ni bizlerle paylaşıyor. Bunun ardından Didem Ermiş ise *Pandemi Döneminde Sanatçıların Dayanıklılığı: Görsel Sanatlar Alanı”nda edindiği izlenimleri kamuoyu ile bölüşüyor.
İstanbul Aydın Üniversitesi GSF Sanat Yönetimi Bölümü Araştıma Görevlisi Ermiş, beni özellikle cezbeden sunum özetinde, bu ilginç konuyu şöyle gündeme getiriyor: “Günümüzde ise kısa sürede global bir salgın halini alan Covid- 19 virüsü yaratıcı sektörlerde çalışan insanların bir çoğunun işini sekteye uğrattı. Tiyatro sahneleri, konser mekânları, sinema salonları, dans alanında çalışmalar yapan kurumların gösteri alanları gibi yaratıcı sektörde çalışan ve üretim yapan insanları bir araya getiren yerler kapandığı için bu alanda çalışan insanlar kendilerini yalnız hissetmeye başladı. Son günlerde Türkiye’de tiyatro ve müzik alanında özel sektör tarafından destek fonları açılmasına yönelik çalışmalar yapılsa da görsel sanatlar alanında sadece bireysel oluşumların varlığı dikkat çekiyor. Galerilerin ve müzelerin salgın nedeniyle kapılarının kapalı olması görsel sanatlar alanında üretim yapan ve bu sayede geçimini sağlayan sanatçıları da olumsuz etkiledi. Uzun yıllardır yeterince ayni ve maddi destek görmeyen sanatçıların sergi açma, çalışmalarını izleyiciye sunma ve yeni projeler için bir araya gelme imkânları kalmadı. Buna karşılık internet, sanatçılar için önemli bir kanal oldu. Özellikle canlı performans sergileyen sanatçılar için telif hakları başta olmak üzere çeşitli problemler olsa da internet alternatif bir izleyici ile buluşma kanalı haline geldi. Bu çalışmada Türkiye’de Covid-19 pandemisinin yarattığı ortamda görsel sanatlar alanında çalışan sanatçıların üretimlerine nasıl devam ettiği, izleyiciyle buluşmak için hangi yollara başvurduğu, devlet, özel sektör ve kamu kuruluşlarının bu konuda neler yaptığı ve sanatçılar arasındaki dayanışma ortamı konuları üzerinde yaptığım saha çalışmasının sonuçları aktarılacaktır. Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşayan 134 sanatçıya internet ortamında çoktan seçmeli ve açık uçlu sorular soruldu ve sunumum bu sorulara verilen cevapların analiz edilmesinden oluşacak. Sunumumda, dünyada görsel sanatçılara destek konusunda neler yapıldığına kısaca değinerek bunların Türkiye’deki görsel sanatlar alanına nasıl uygulanabileceği veya hangi destek mekanizmalarının yaratılabileceği tartışılacaktır.”
Kapanış konuşması arifesinde Jeff Poulin’in “Yaratıcı Nesli Anlamaya Doğru” isimli sunumu ile nihayete erecek konferansta, dikkatinizi çekmek istediğim bir diğer sunum da, yine ikinci günde, T.C Nişantaşı Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Meslek Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi İlknur Gümüş’ten geliyor. Gümüş, “Yaratıcı Kültür Endüstrilerinde Dijital Kültür Diplomasisi Bağlamında İçerik Üretimi” başlıklı sunumunda, Netflix platformunda izleyiciye sunulan ‘Atiye’ ve ‘Rise of Empires: Ottoman’ dizilerini söylem ve göstergebilimsel analiz ile değerlendirmeyi hedefliyor.
Akademisyen ayrıca, Netflix küresel platformunda izleyici ve hedef kitlesi ile buluşan bu yapımların içerdiği karakterler, tarihsel kodlar, kültürel kodlar ve evrensel kodlar üzerinden analize ve çözümlemeye tabi tutulmasıyla birlikte yaratıcı kültür endüstrisi platformlarının dijital kültür diplomasisine stratejik olarak katkıda bulunabilirliği üzerine çıkarsamalar yapmayı amaçlıyor. Gümüş böylece, Türkiye’nin dijital ve kültürel diplomasi bağlamında yaratıcı kültür endüstrilerini nasıl ve ne şekilde değerlendirdiğine yahut değerlendirmesi gerektiğine dair bir harita sunmaya çalışacağını ifade ediyor.
Netice yerine, artık hepimizin birer ekran üzerinden kendi iç ve dış dünyalarımızda gezindiğimiz, sanatçı Burçak Bingöl’ün de vurguladığı gibi hepimizin kendi Avatar’ı ile iyiden iyiye avunduğu şu günlerde, kültür ve sanat da kendi varlık ve hiçlik meselelerini alabildiğince paylaşımcı, içerikli ve ulus aşırı kaygılarla, akademik bir kuşkuculuk ile gündeme getirmeyi acil ve adil bir görev sayıyor. Bana da bu bilgileri sizlerle paylaşmama imkân tanıyan hocam Serhan Ada’ya teşekkür etmek düşüyor.