Bomonti’deki eski bira fabrikasında geçen hafta başlayan inşaat, sadece tarihi mirası değil oradaki yaşam biçimini de tehdit ettiği için tepki çekiyor. Tepki gösterenler sonuna kadar haklılar. Hem kentin son tarihi endüstriyel yapılarından biri zarar gördüğü için, hem de son yıllarda bu bölgede kıvamını bulan kültürel dokuyu bozacak bir gerilim ufukta göründüğü için. Hepimiz biliyoruz ki bu yıkımı ve inşaatı yapan kurum Diyanet İşleri Başkanlığı… Uzunca bir süredir bölgede tam da adı gibi, bir ‘kültür adası’ oluşturan Bomontiada, hemen dibinde inşa edilecek dini tesisler nedeniyle büyük baskıya maruz kalacak. Artık İslamcı siyasetin hakimiyet kurduğu Türkiye’de, bu baskının nasıl sonuçlanacağını ise tahmin etmek güç değil. İşte bu nedenlerle artık Bomonti Bira Fabrikası da içinde bulunduğumuz kültürel ve siyasi iklimin, maruz kaldığımız ayrımcılığın yeni bir kurbanı. Kültür Bakanlığı’ndan alınıp Diyanet’e verilen Ayasofya gibi iktidarın tercihlerine dair bir simge…
Bomontiada açıldığında nasıl bir yer olacağını duyuran ilk haber, bundan beş yıl önce Radikal gazetesinde, benim imzamla çıkmıştı. Projenin başındaki üç isimden ikisi, Cem Yegül ve Vasıf Kortun ‘yaratıcı kültür kampüsü’ diye tanımladıkları kompleksi anlatmış, ben de şemalarıyla filan yayımlamıştım. Bu haberden hemen sonra tam da anlatıldığı gibi faaliyete geçmişti Bomontiada. İçinde daha büyük bir Babylon, Kilimanjaro adlı şık restaurant, Alt isimli sanat galerisi, Autoban tarafından yönetilecek ofis ve çalışma alanları o günlerde adı belli olmayan gurme marketi ve butik bira imalathanesini de kapsayan bir eğlence-kültür-sanat alanı… Bana projeyi anlatan, işin başındaki Pozitif ekibi artık görevde değil, Alt adlı galeri Ara Güler Müzesi’ne dönüştü, ilk planda olmayan bir meyhane kompleksin bir köşesinde faaliyete geçti ve Bomontiada projesi irtifa kaybederek değil, tam tersine popülerliğini artırarak günümüze kadar geldi. Burası başarılı oldu çünkü Türkiye’nin artan muhafazakarlığına, sokağın eğlenceye ve içkiye kapatılması eğilimine karşı burası korunaklı bir şato gibi hemen kendi müdavimlerini oluşturdu. Kemerli kapısından girdiğinizde bir tür ‘eğlence avlusu’na ulaşıyorsunuz. Küçük oditoryumda bazen açık hava konserleri, film gösterimleri de oluyor ama insanlar en çok o avluda biralarını içip kendileri gibi insanlarla bir araya gelmek için oraya gidiyor. Adını tarihi bira fabrikalarından alan Bomonti semti, her köşesinden yükselen gökdelen-rezidanslar sayesinde değil ama, organik pazarı, antika çarşısı ve Bomontiadası ile şehrin yaratıcı insanlarını kendine çeken bir yaşam alanına dönüştü. İşte Diyanet’in bir oyunbozan gibi, pişmiş aşa soğuk su misali işin içine katılması da bu nedenle büyük tepki çekti.
Bomontiada’nın hemen yanında, geçen haftaya kadar duran metruk yapıların öğrenci yurdu ve mescit yapılacağı geçen yıl duyulmuş ve hepimiz hayretler içinde kalmıştık. Meğer Diyanet yıllar önce burayı sessiz sedasız devralmış, içinde sergi ve toplantı salonları, sanat atölyeleri, kütüphane, kafe-kitapevi, öğrenci yurdu, mescit ve otoparkın bulunduğu bir projeyi çoktan hazırlatmış, izinleri almış. Projeyi çizen mimar da Gezi Parkı’na yapılmak istenen kışla-AVM’nin mimarı Halil Onur. Belediyenin hazırladığı planlarda kültür alanı olarak görünen bu yere hakikaten bir kültürel tesis yapılacak, ama Bomonti’de yeşeren kültürün tam tersini temsil eden, İslami düşünceyi destekleyen bir kültür merkezi olacak bu. Duruma çoğulculuk ve kültürel zenginlik gözlüğüyle bakmak da mümkün olabilirdi, eğer Türkiye’de uzunca bir süredir farklılıkların ortasından fay hatları geçmiyor olsaydı. Ya da bu binayı yapan Diyanet İşleri’nin başkanı, elinde kılıç hutbeye çıkıp Atatürk’e hakaret tartışmalarına konu olmasaydı…
Bomonti’de yaşadığımız meselenin büyüğü bu kültürel çatışma ihtimali. Bu çatışmadan kimin zarar göreceğini de tahmin etmek güç değil. Ne de olsa hepimiz, yirmi yıldır AKP Türkiyesi'nde yaşıyoruz… Adeta oradaki neşe birilerini rahatsız etti. Kendiliğinden oluşan kültürel ortam, Bomontiada’nın çevresinde sayıları artan lokantalar, kafeler; bölgeyi hafta sonları ya da akşamları uğrak haline getiren genç insanlar, hemen oradaki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi binasının varlığıyla daha da varlığı hissedilen kültür-sanat atmosferi sanki bir an önce dağıtılması gereken bir görüntü arz etti. Üstelik o binaları Diyanet dışında bir başka bir kamu kurumunun nasıl da çok istediğini biliyoruz. Evet, Mimar Sinan Üniversitesi, hemen kendi yerleşkesinin yanındaki bu tarihi yapı kompleksini almak için aday oldu. Hatta devlet nezdinde son dakikaya kadar girişimlerini sürdürdü, ama nasılsa Diyanet’i aşmayı başaramadı…
Yıkımın kültür mirasının korunması bakımından da sorunlu olduğu aşikar. Kentin endüstriyel mirasından çok önemli bir parça kayboldu. Rekonstrüksiyon hakikaten, eski olanı yıkıp, kartondan bir benzerini yapmanın adı Türkiye’de. Eğer o betonarme yapıları ayakta tutmanın hiçbir başka yolu olmasa bile, incelikli bir kültürel yaklaşım güdülse, fabrikanın dış görünümünü, dokusunu yaşatacak bir yöntem bulunabilirdi.
Birkaç sene sonra, Bomontiada’ya gelip giden genç-yaşlı, kadın-erkek ya da değil, içkili ya da ayık eğlence ve sanat insanları tek çıkış kapısının karşısındaki Diyanet Yurdu’nun talebeleriyle aynı sokağı hem de hiç ranatsız olmadan paylaşacak. Ama acaba onların varlığına, o binanın yöneticileri de aynı rahatlığı gösterecek mi? İşte bütün mesele bu. O nedenle Bomonti’de vurulan kazma, bir tarih katliamından çok daha fazlasını ifade ediyor. Bir yaşam biçimine olan tahammülsüzlüğü, Türkiye’deki kültürel farklılıkları birbirine vurdurarak sürekli canlı tutulmaya çalışılan gerilimi ve daha bizi bugün diken üstünde tutan pek çok şeyi simgeliyor. Eski içki fabrikalarının yıkılıp, İslami kültür merkezine dönüştürülmesi bile tek başına iddialı bir sembolizm taşıyor. Görülmemesi imkansız, yeni sahiplerinin de sorumluluğunu artıran ve buraya taşıması zor anlamlar, sorumluluklar yükleyen bir sembolizm…