Blogger Simto Alev'le engellilerin kültür ve sanata erişim sorunlarını konuştuk.
Simto Alev yıllardır blogluyor. Blogunda ülke gündeminden magazine, internet teknolojilerinden günlük hayata kadar birçok konuda yazıyor. Alev'in sıklıkla değindiği konulardan biri de engellilerin toplu ulaşımda ve kültür sanat mekanlarına erişim konusunda yaşadığı sıkıntılar. Alev'le bloggerlığın dönüşümünü, toplumsal yaşamda üzerimize yapışan kimlikleri ve engellilerin kültür ve sanata erişimini konuştuk.
Kaç yıldır bu blogluyorsun? Bu blogu açarken amacın neydi? Sence şu an nereye evrildi?
2009 yılında blogumu kurdum. Facebook ve Twitter bu kadar yoğun kullanılmıyordu ve bir şeyler anlatabilmek için bloglar popülerdi. Gündemdeki meselelerden politikaya kadar, yazmaya değer bulduğum şeyleri yazıyorum. Ancak dün akşam bloga yazmayı üşendiğim bir şeyi Facebook'a ileti olarak yazdım ve Twitter'a da koydum ve çok etkileşim aldı. Bunu bloga koysam o kadar okunmayacaktı. Ama halen devam ediyorum bloga. Çünkü Facebook'a yazdığın bir şeyi tekrar bulman çok zor. Blogumda ise yazılarıma kolayca erişebilirsiniz. İkincisi Facebook'un biteceği bir dönem var ve bunun gibi birçok teknoloji bitti. Ama benim blogum teknik olarak internet bitene kadar orada durabilir. Dolayısıyla düzenli bir arşiv sağlamış oluyorum. Yazınsal olarak ürettiğim ve içerik olarak kıymetli şeylerden oluşuyor. Facebook, Twitter, ekşisözlük'te de hesaplarım var ama hepsinin kullanıcı kitleleri farklı, o nedenle farklı içerikler paylaşıyorum. Blogumda kendi koyduğum kurallar var; okunabilir ve herkesin bir anlam çıkarabileceği içerik üretmek amacım. Derdimi bir iki cümleyle açıklayabiliyorsam bloga yazmıyorum.
O dönem blog açmak kendi sesini duyurma çabasının bir parçasıydı. Bugün Twitter hesabı açmak ya da Youtuber olmak da öyle. O dönem bu konu hakkındaki düşüncelerin neydi?
Aslında mesele 10 yıl önce de böyleydi, şu anda da böyle. Hatta internetten önce de böyle. Doğru ya da yanlış her konuda fikrimiz var ve bunu söylemek istiyoruz. Okulda sınıf arkadaşlarımıza, iş arkadaşlarımıza, mahalledeki arkadaşlarımıza da anlatıyoruz. İnternet daha fazla kişiye ulaşmamızı sağladı. Twitter ve Facebook'u popüler yapan da bu. Benim anlatmak istediklerim her zaman var ve blog iyi bir mecra. Yarın yeni kanallar açılacak belki ve onları kullanacağım ama temel amaç bir şeyler anlatma ihtiyacı ve ego tatmini.
Bloglarda ve sosyal medya hesaplarında kendimizi bir şekilde temsil ediyoruz. Sen kendini yansıtırken nasıl düşünüyorsun?
Aslında blogda her şeyi olduğu gibi aktarıyorum, şu an sana nasıl konuşuyorsam öyle. Sadece şu var, bu persona yaratmak değil, blogda mümkün olduğunca edebiyattan faydalanmak istiyorum. Edebi eser üretmiyorum ama günlük bir şeyden bahsediyor da olsam edebi, okunur bir dil oluşturmaya çalışıyorum. Bu nedenle günlük konuşma dilinden farklı oluyor.
3 Aralık Dünya Engelliler Günü vesilesiyle yazdığın yazıda kimliksizleşmek konusundan bahsetmiştin. Bunu biraz daha açmak istiyorum. Üzerimize yapışan kimliklerin bir süre sonra bizi kimliksizleştirdiğinden bahsetmiştin. Sence kimlik nasıl şekilleniyor? Toplumun belirlediği kimlik nerede duruyor?
Orada anlattığım şey kimlik sahibi olmaktan farklı bir şeydi. Benim için kimlik sahibi olmakta iki farklı anlam var. Birincisi, herkesin bir kimlik sahibi gerektiğine inanıyorum. Düşünen, sorgulayan insanın bulduğu cevaplar karşısında oluşturduğu benlik. Biz genelde bize öğretileni kabul etmeyi tercih ediyoruz. Tuttuğumuz takım babamızın takımı, inandığımız din ailemizin dini, dinlediğimiz müzik arkadaşlarımızın dinlediği müzik. Mutlaka böyle yap, doğrusu budur diyorlar ve onu doğru kabul ediyoruz. Ama diğer yandan ben düşünmeyi, sorgulamayı ve ona göre bir yaşam biçimi belirlemeyi tercih ediyorum. Buna da kimlik sahibi olmak diyorum. Çünkü bunlara ben karar verdim. Ama yazıda bahsettiğim kimliksizleştirme bambaşka bir olay.
Toplumun atadığı kimlikler nerede duruyor?
İnsanların atadığı şey bir kimlik değil, bir sıfat. Dolayısıyla o sıfat senin kimliğini örtüyor. İnsanların kafasında genel bir engelli profili var. Bir insan engelliyse şunları yapamaz diyorlar. İnsanlar benim yaptığım işe şaşırıyor. Benim kod yazabilmeme şaşırıyor; çünkü ben engelliyim. Ama benim engelim tamamen fiziksel, yamuk bir vücudum var ve bacağımı kullanamıyorum. Ama düşünüyorum, okuyabiliyorum, yazabiliyorum, işimi yapmama engel değil. Yazıda da bahsetmiştim, yeni tanıştığım biri benim dinlediğim bir müziğe bile şaşırabiliyor. Bu düşünceler bütünü benim bir kimlik sahibi olabileceğim gerçeğinin üstünü örtüyor. Beni rahatsız eden şey de sürekli engelli sıfatıyla anılmak. Engellilik benim sadece fiziksel bir özelliğim. Bu benim başıma geldi, bu konuda bir çabam yok, bu benim meziyetim de değil, eksikliğim de değil. Şişman ya da zayıf olmak, uzun boylu ya da kısa olmak gibi bir şey.
Engelliler haftasında görürsünüz, televizyona görme engelli bir avukat çıkarırlar. Engelli ama avukatlık yapıyor, diye sunulur. Ama başka bir konuda uzman çağrıldığı zaman engelli kişi çağrılmaz. Biri benim blog yazarı olduğumdan bahsederken, engelli blog yazarı Simto Alev, diyor. Ben blog yazıyorum ama bunun engelimle ne alakası var? Engellilerle ilgili bir toplantı olduğunda konuşmacı olarak çağrılıyorum. Ama neden?
Blogunda engelli erişimi konusunda yazdıkların bu konuda etkili olabilir. Bu konuda yazan başka kişi yok çünkü.
Beni rahatsız eden şey, o aradaki dengenin bozulması. Sonuçta ben bir engelliyim, bunu çok ortada yaşıyorum. Profilime girip fotoğraflarıma baksan engelli olduğumu anlarsın. Hem de bu alanda bir şeyler yapmaya çalışıyorum, şikayet edecek konularda şikayet ediyorum. Dolayısıyla engelli hayatımı ben ortaya koyuyorum. Ama bu benim tek vasfımmış gibi ortaya konulunca rahatsız oluyorum. Benim bir kimliğim, becerilerim ve beceriksizliklerim var.
Peki, engelli erişimi konusunda yazmaya nasıl karar verdin? Türkiye'de insanlar inisiyatif almak konusunda isteksiz. Bir yandan da yaptığın iş tek başına mücadele etmek anlamına geliyor. İnsanların karşılaştıkları sorunlar karşısında inisiyatif alması konusunda ne düşünüyorsun?
İşin doğrusu çok büyük bir sorumluluk bilincim yok. Blogda yazmaya da tamamen kişisel bir deneyim olarak başladım. Bir şeylere ihtiyaç duyup ulaşamayınca o konuda yazmaya başlıyorsun. Bir noktadan sonra bu kendiliğinden, tabii ki mücadeleyle dönüşüyor. İster istemez bir mücadeleye dönüşüyor. Ama ben bunu bireysel bir boyutta tutmaya çalışıyorum, bunun arkasında bir sosyal sorumluluk bilinci yok.
Sürekli şikayet ediyoruz ama diğer yandan şikayet etmeyi, bir şeyler talep etmeyi, haklarımızın peşinde koşmayı bilmiyoruz.
Senin buradaki stratejin ne?
Çok planlı programlı iş yapmıyorum. Mümkün olduğunda organik olmaya çalışıyorum. Başıma gelmeyen ya da ihtiyaç duymadığım bir şeyin peşinden koşmuyorum. Bir yerde muhatap aradığımda benim başıma geldiği şekliyle anlatıyorum. O nedenle erişemeyeceğim yerlerin peşinde koşmaya çalışmıyorum çok fazla. Dediğim gibi sosyal sorumluluk projesi değil, kendi ihtiyaçlarımın peşinde koşuyorum. Ve bunu iyimser bir dille yapıyorum ama bir noktaya kadar.
Blogunda toplu ulaşım araçları ve kültür kurumlarına erişim konusunda yazıyorsun. Bu iki konuyu seçmenin sebebi günlük yaşamında karşılaşman mı? Sence toplu ulaşımın ve kültür kurumlarının karnesi nasıl? Düzeltmek için neler yapılabilir?
Gündelik hayatımda olduğu için bu konular hakkında yazıyorum. Dediğim gibi bireysel olarak neye ihtiyaç duyuyorsam onun peşinde koşuyorum. Karne çok kötü. Şunu söyleyebilirim, toplu taşıma konusunda geçen yıllara göre önemli bir ilerleme var. Özellikle metro neredeyse tamamen sorunsuz. Altyapı tamam ama sıkça asansörler bozuluyor mesela. Diğer şehirleri bilmiyorum ama İstanbul özelinde otobüslerin bir kısmı yenilendi ve yenilenmeye devam ediyor, alçak tabanlı otobüsler geliyor.
Merkezi bir yerde oturman da bunda etkili mi?
Tabii, uzak semtlerde otursam muhtemelen çok bir şey yapamayacağım.
Kültür kurumlarıyla bağın nasıl oluştu?
Bundan beş yıl öncesine kadar hiçbir kültür sanat faaliyetiyle bağım yoktu. Çünkü, nasıl gideceğim ki, diye düşündüğüm için hiç takip etmezdim. Son dönemde toplu taşımanın iyileşmesi, sınırlı sayıda mekanın erişime kolaylaşması ve benim kişisel sebeplerimle daha fazlasını istemeye başladım. Her ay başında gidebildiğim mekanlara bakıyorum ve hangi etkinliklere gidebileceğimi seçiyorum. Diğerlerine hiç bakmıyorum.
Peki, erişim konusunda hangi kültür kurumlarında rahat ediyorsun?
Nerede yüzde yüz rahat ediyorsun diye sorarsan, öyle bir mekan yok. Zorlu PSM bu konuda bir istisna ama orada da bir erişim problemi vardı, metrodan oraya giden yolu kullanamıyordun. Ama bir sene dil döktüm. Salonları yaparken engelli erişimine uygun düşünmüşler, yol sonradan halledildi.
Kanyon AVM'deki konserlere de rahat ulaşabildiğini yazmıştın.
Evet, Kanyon AVM gayet uygun. Kanyon'un avlusunda müthiş caz konserleri oluyor. Önemli caz müzisyenlerini dinledim. Ama şöyle bir saçmalık var. Hangi mekanda daha iyi konser izliyorsun sorusuna bir AVM'nin avlusunu söylemek saçma. Ben en iyi konserlerimi bir AVM avlusunda, o şartlar için iyi olsa bile kötü bir ses sistemiyle dinliyorsam orada bir saçmalık vardır.
İKSV'nin Kültüre Katılım raporunu okudun mu? Ne düşünüyorsun o rapor hakkında?
Aslında orada ne söylendiğini çok umursamıyorum. Rapor yazmaya gerek yok, tek bir cümle yetiyor; engellilerin erişebileceği kültür kurumu yok. Zorlu PSM dışında ikinci bir yer yok. Akbank Sanat'ta mutluyum, giriş kolay ama salonun girişinde küçük bir basamak var. Orada yardım ediyorlar, çok sık gittiğim için çalışanlar kapıda karşılayacak duruma geldi. Ama bu kişisel bir şey. Neden o salonun girişi engellilere uygun olmasın? Yapılması çok zor bir şey değil. Birilerinden yardım almak zorunda kalıyorum ama bu çok inisiyatifli bir şey. Başka biri çalışırsa o yardım etmeyebilir, ki başıma da geliyor.
Peki, bunlar çözülemeyecek teknik sorunlar mı?
Akbank Sanat kesinlikle çözebilir, zaten bina girişi uygun, sadece kapı girişine bir düzenleme yapılacak. Ama bir şekilde çözülmüyor. Akbank Sanat'la bir diyaloğum olmadı. Ama diyalog kurduklarımla da niye çözülmüyor bilmiyorum. Bazen iletişim kuruyorum, iki saat toplantı yapıyoruz, anlaşıyoruz ama sonra olmuyor. Bir noktadan sonra muhatap olmuyor kimse.
Seninle sadece PR amaçlı mı görüşüyorlar?
Keşke PR çalışması olarak kullansalar. Düşünsene İstanbul'da engellilere uygun mekan yok, az bir tadilatla engellilere uygun hale getiriyorsun ve bunu duyuruyorsun. PR olarak kullanılmasında hiçbir sakınca yok, aksine kullanılmalı.
En son Sanat Performance mekanına girişte sorun yaşamıştın. Tam olarak ne oldu? Sonuç ne oldu?
Sanat Performance, Nevizade'de yeni bir mekan, geçen sezonun sonunda duydum. Sezon açılacağı için tekrar baktım programına. Güzel konserler yapıyorlar. Taksim'e gittiğimde kapıdan uğradık, sadece bir garson vardı. Burada konser izleyebilir miyiz, diye sorduk kardeşimle. Garson zaten çok ilgilenmedi. Sahne alt katta ve giremezsiniz, arka kapı var ama orada da güvenlik yok, cevabı verdi. Güvenlik eşliğiyle gireriz dedik, yok olmaz dedi. Yetkili kiminle görüşebiliriz, diye sorduk ve şefe yönlendirdi. Kardeşim çıkıp konuştu ve o da gelirseniz yardımcı oluruz demiş. Twitter ve Facebook'a mekanı etiketleyerek yazdım ama cevap vermediler. Çok basit bir soru aslında, bir mekan açmışsınız, ben de tekerlekli sandalyedeyim ve girebilir miyim? Mimari şartlardan ötürü mekan uygun değildir, derse gitmeyeceğim. Uygunsa da gidip konser izleyeceğim. Yapılabilir ama yapmıyoruz, cevabı verseler, o zaman niye diye soracağım. Tabii ki direkt böyle demiyorlar ama onu anlıyorsun. Kapıda iki basamak var ve gelemezsiniz deniyor, böyle durumlar da oluyor. Niye uygun hale getirmiyorsun o iki basamağı?
İki gün sonra Twitter'dan sorunca bir cep telefonu numarası gönderdiler, kimin numarası bu diye sordum, cevap yok. Google'da arattım numarayı ve başka bir sanat kurumunun telefonu çıktı. Demek ki ilgili birinin telefonu değil bu. Biz bu röportajda orayı anmak zorunda kaldık, yarın Google'da isimlerini aratacaklar ve bu röportaj çıkacak. Oysa üç beş gün önce cevap verselerdi böyle olmayacaktı. Ya ben onlardan cevap almayacak için zorlayacağım ve tartışma çıkacak. Ya bilet alıp gideceğim. Burada da iki şey çıkacak. Ya girebileceğim ya da giremeyeceğim ve tartışma çıkacak.
Ne yapmayı düşünüyorsun peki?
Halen kararsızım.
İstanbul'un inşaat çılgınlığı hakkında ne düşünüyorsun? Yapılı çevre çok bozuldu. Senin yaşamını nasıl etkiledi?
Aslında yapılı çevre bozulmadı. Zaten bozuk bir çevre vardı ve daha da bozuldu. İnşaatlar kaldırımı işgal ediyor ama ben zaten kaldırımları kullanamıyordum. Tabi ki inşaatlar etkiledi ama sadece daha kötü oldu. Kaldırımların birçoğu çıkmaya uygun değil, rampa yok ya da üzerinde araçlar var.
Peki, başka hangi mekanlar var kolaylıkla gidebildiğin?
Tamamen uygun olmasa da kolay erişebildiğim birkaç mekan var. Trump Tower'ın salonu uygun, Akbank Sanat'tan bahsettik, çok uygun olmasa da bazen Jolly Joker'e giriyorum.
Devlet ve Şehir Tiyatroları açısından durum nasıl?
Tüm salonları bilmiyorum ama Devlet Tiyatrolarının bana yakın olanları uygun değil. Şehir Tiyatroları açısındansa bana yakın olan Muhsin Ertuğrul var, orası da yüzde yüz uygun.
Kültür kurumlarının erişilebilirliği konusunda bir listen var. Bu listeyi nasıl hazırlıyorsun?
Aslında kişisel bir liste o. Gittiğim ya da gidemediğim yerler hakkında kısa notlar tutuyorum. Kendimce bir puan veriyorum. Ve sonrasında da paragraf halinde notlar yazıyorum. Zaman zaman sosyal medyada paylaşıyorum bu listeyi. Mekanı da etiketleyerek bunu paylaşıyorum. Yüksek puan verdiysem teşekkür edip RT ediyor kurum ama düşük puan verdiysem cevap yok.
Bunu daha açık bir şekilde sunmayı düşündün mü? Başkalarının da dahil olduğu bir veritabanı listesi gibi...
Düşünmedim çünkü işin içine başkalarını dahil edersem kontrol edilebilir olmayacak. En başta dediğim organik iletişimi de kişisel olarak yapmamı sağlıyor. Rastgele bir yere telefon açıp siz engellilere uygun musunuz, diye sormuyorum. Merak ettiğim, gitmek istediğim yeri arayıp, etkinliğinize gelmek istiyorum, diyorum. Bu raporda da birebir yaşadıklarımı anlattığım için karşımdaki kişiye, sizin mekanınızda bunu yaşadım, diyebiliyorum.
İlgili mekanlar da iyileştirmelere gidebiliyor. Babylon Bomonti bana çok yakın bir konser salonu. Kapının girişinde çok yüksek merdivenler var. Merdivenlerin hemen yanında çok göze çarpmayan bir engelli asansörü var. Asansör zemine indiğinde yerden 20 santimlik bir yüksekliği var zeminden dolayı. Bu nedenle birinin yardımı olmadan kullanamıyorum. İlk deneyimimden sonra rapora bunu yazdım ve rapora ekleyip sosyal medyada paylaştım. Bir dahaki gidişimde orası düzelmişti ve raporda notumu güncelledim. Başka bir sefer gittiğimde de raporda tadilat vardı ve bunu da sonra ekledim.
Olumsuz geri dönüş oluyor mu?
Olumsuz geri dönüş mekanizması yok. Ya olumlu dönüş oluyor ya da hiç geri dönüş olmuyor.
Yaptığın liste daha ortak ve kurumsal bir yerden yapılabilir mi peki?
Yapılabilir ama ben onun bir parçası olmam. Yönetmesi zor bir şey. Orada gerçek deneyimin yazılması önemli. Sen de gidip bir mekana bakıp yazabilirsin ama onu deneyimleyemezsin. İkimizin yazacağı şey çok farklı olur. Bir yandan da mekanları eleştiriyoruz. Ama kültüre ilgi az, engelliler arasında kültüre ilgi daha da az. Engeliler açısından baktığımızda haksız da değiller. Fatih'te oturan birinin ulaşım imkanı çok zor. Muhtemelen çalışmıyor ve maddi gücü az. Biliyor ki gidemeyecek. O nedenle hiç bulaşmıyor. Genel anlamda kültür sanata ilgisizlikle birleştiği zaman facia çıkıyor. Çok az kişi var bununla ilgilenen ve ben de onlardan biriyim. Mekanlar da davetkar değil. Sen açıkça engellilere uygundur diye duyurursan engelliler de belki gelir.
Kurumsal olarak bir şey yapmayı düşünüyor musun?
Engellilere öğretilen kalıplar var. Niye yapılıyor bilmiyorum. Bir şeyler yapmaya çalışan dernekler onları örgütlemek yerine farklı şeyler yapmayı deniyor. Bir para toplama kampanyası var, bir de kendi etkinliklerini düzenliyorlar. Engellileri sosyalleştireceğiz, deyip 20 engelli toplayıp benim tiyatro demeyeceğim bir şeye götürüyorlar. Niye ben o saçma şeye gideyim? Yanımda bir tiyatro salonu var ve Beckett'ten bir şey oynuyor, ben onu görmek istiyorum. Bunu öğretmedikleri için, sen ancak bir grupla bizim ayarladığımız etkinliklere katılabilirsin düşüncesi var. Kasıtlı mı yapılıyor, yoksa o kadar mı cahiller bilmiyorum.
Engeli tiyatrosu diye bir şey var. Bir grup engelliyi toplatıp tiyatro yaptırmaya çalışıyorlar ama ortada profesyonel bir şey yok. Bir yandan izleyenleri kandırıyorlar, bir yandan da engellilerin kendilerini kandırıyorlar. Engellileri bir şeye dahil etmiyor, soyutluyorlar, bir alana sıkıştırıyorlar.
Bireysel olarak yaptıklarını onların yaptıklarından daha kıymetli olarak düşündün mü?
Çok basit bir şekilde sadece kendi sokağımın köşesindeki kaldırım engelliye uygun hale getirirsem sonuç almış olurum. Ama dernekler sadece kampanya yapıyor. Bir tane örgüt var mı ki engelliler için erişimi kolaylaştıracak bir şeyler yapmış olsun? Ama ben şurayla görüştüm ve orayı engelliye uygun hale getirdiler diyebiliyorum. Bir tane örgüt söyleyebilir misin bir yerden kapı girişi için rampa talep almış ve bundan sonuç almış.
Ben engelliyim ve hayatım boyunca böyle. Bana para toplayarak bir şey yapamazsın, en fazla tekerlekli sandalye alabilirsin. Eğer engelli haklarını savunan bir örgütsen, bir mekana gidip, buraya bir engelli girebilir mi, diye sorman lazım.
Sivil aktivist olmak belki de daha kıymetli oluyor.
Onlar hiçbir şey yapmıyor demeyeyim. Tedavisi olan birçok kişi için bir şeyler yapılıyor. Ama benim durumumda olanların hayatını daha kolay hale getirmek için bir şey yapmıyorlarsa ve ben küçük de olsa bir sonuç alabiliyorsam, sen örgütlü olarak daha büyük sonuçlar almalısın.