Kültürel iktidar: Arda’nın ‘doğruları’ ve Bergül’ün saçları
Bir kadının başından söktükleri saçları ‘mendil gibi’ sallayarak Mehter Marşı eşliğinde ‘oynayan’ kolluk güçleri… İktidarın kültürünü ve kültürel iktidarı bir çırpıda anlatmak için bundan daha güçlü bir görüntü bulunamaz herhalde…
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, 28 Mayıs günü Ensar
Vakfı’nın Genel Kurulu’nda konuşurken şöyle diyordu:
“Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok
alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı
zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu
biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü
duyuyorum. (…) Biz 14 yıldır kesintisiz, hamdolsun siyasi
iktidarız; ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidar olma konusunda
sıkıntılar var.”
Bu kısa metinde dikkat çekici iki nokta var. Bunlardan ilki
‘ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişiler’ tanımlamasıyla
yapılan dışlama. Ki bu bahis, ‘sosyal kültürel alanın iktidarı’
meselesine bağlandığından sadece bir dışlama değil örtük bir
tehdit, açık bir tasfiye niyeti de içeriyor.
Erdoğan’ın sözlerinin ikinci ve üzerinde daha çok durulan
noktası ise ‘sosyal ve kültürel iktidar olamadık’ yakınmasıydı. Bu
konu üzerinde iktidar yanlısı kişilerin de aralarında olduğu çok
sayıda kişi değerlendirmede bulundu. Muhalif olanlar da dahil, bu
değerlendirmelerini önemli bir bölümü, Erdoğan’ın sözlerinin ‘bir
hakikati’ dile getirdiği varsayımından yola çıkarak bu varsayılan
‘kültürel iktidarsızlığın’ nedenlerine işaret etti.
Kültürün, sanatsal, estetik ve düşünsel etkinliklerin toplamını
ifade eden kullanımı açısından böyle bir ‘hakikatin’ varlığından
söz edilebilir; ama bu hakikat AKP/Erdoğan’ın 14 yıllık iktidarına
özgü bir handikap değildir. 50’lerdeki uzun vadeli DP/Menderes
hükümetleri de, etkileri ve hatta bir tür ‘reenkarnasyonla’ organik
varlığı halen sürmekte olan 12 Eylül rejimi de bu anlamda ‘kültürel
iktidar’ olamamıştı. Bunlar gibi AKP iktidarı da devletin
(toplumun) maddi-manevi bütün olanaklarını, tam bir siyasal denetim
altında ve kendi etrafında toplanmış kişilere, kurumlara pay
etmesine rağmen ‘kültürel’ bir birikim yaratamadı. Onca imkânın
içinde, ne kayda değer bir film çıkarabildiler ortaya, ne bir
romancı, öykücü, şair vs… Gazetelerinin, televizyonlarının durumu
ortada… Bu anlamda bir ‘kültürel birikim’in, salt imkân, imtiyaz ve
para ile ortaya çıkmadığı malum. Ve kültürel alanda, yaşadığı onca
baskıya, karşı karşıya olduğu imkânsızlıklara rağmen, en geniş
adlandırmayla söylersek ‘sol’un etkinliğinin belirleyici olduğu
açık.
.
Ancak kültürü bir başka anlamıyla, gündelik hayata nüfuz eden ve
yaygınlaşan bazı davranışlar, inanışlar, değerler, normlar vb. ile
aldığımızda Erdoğan’ın sözlerinin bir ‘hakikati’ yansıtması
olanaksızlaşıyor. Nitekim 14 yıl süren ve bu kadar baskın,
denetimci olan bir iktidarın genetik kodlarında ve güncel siyasal
çıkarlarında gizli kültürel eğilimlerini topluma dayatmaması ve bu
dayatmanın bir ‘kitle kültürü’ halinde sirayet etmemesi
düşünülemez. Siyasal iktidar ile temsil edilen yönetim aygıtı ve
iktisadi hegemonya kültürel ‘sonuç’lara yol açar ve kendi
işleyişini bir tür ‘kültüre’ çevirerek toplum içinde yayar. Bu,
AKP’nin 15 yıllık iktidarı için de geçerlidir ve şu anda Türkiye’de
popüler anlamıyla ‘kültürel hegemonya’ –eşyanın tabiatı gereği–
siyasal iktidarın anlık bir görüntüsü, onun topluma bakışının
dolaysız bir sonucudur.
Tekrar etmek pahasına söylenmeli ki, 14 yıllık siyasal iktidarın
kültürel bir iktidar sağlamadığı iddiası doğru değildir. Günümüz
Türkiye'sinin popüler kültür araçları ve aktörleri, bu siyasal
iktidarın ‘kaburgasından’ yapılmadır.
Tam bu noktada dünün, yani 6 Haziran 2017 gününün Türkiye'sinden
birkaç fragman görelim.
Sabah saatlerinde ulusal futbol takımının kaptanının, takımı
taşıyan uçakta bir gazeteciyi darp ettiğini, üstelik onun şu veciz
sözleriyle öğrendik: “Dün yaptığım doğru muydu? Bilmem! Belki doğru
değil ama dürüstçe, onurlu, şerefli bir davranış... Ha cevap aldım
mı? YOK! Kıvırmaca...(klasik)”
‘Milli’ hassasiyetlerin kaynar sular halinde boca edildiği bir
zamanda ‘milli takım’ kaptanının uçakta gazeteci dövmeye
yeltenmesinin ardından söylediği sözler bunlar. Arda Turan’ın,
yetenekleriyle göz kamaştıran bir çocuk olarak başlayan
popülerliği, ‘az gelişmiş bitirim’ lügatiyle konuşan yarım yamalak
bir külhanbeyliğine dönüşüyorsa, bu, siyasal iktidar ve onun
kültürel hegemonyasından bağımsız değildir. “Yaptığım belki doğru
değil ama o da hak etti… Ben onurlu ve şerefliyim, o kıvırıyor”
formülasyonu, bir ucunda “Sen kimsin yaa” kalıbının, diğer ucunda
‘trollük müessesesi’nin durduğu bir ‘kültür’ün ürünüdür. Gezi
protestolarına yönelik şiddetten mühürsüz oy hinliğine, HDP’nin
siyasetten zor yoluyla tasfiye edilmesinden KHK kıyımlarına uzanan
bir dizi olay ve olguda bu ‘kültür’ söz konusudur. ‘Kaptan’ın
gazeteci darp etmesinden birkaç saat önce oynanan maçta ‘milli’
takımın kalesinde, kısa süre önce Rize’de gazeteci döven ve
neredeyse hiçbir yaptırımla karşılaşmayan bir kalecinin olması ve
onun siyasal iktidarla en açık ilişkiye sahip takımın da kalecisi
olması tesadüf değildir.
Buna benzer şekilde dün yaşanan bir başka olay, büyük ilgiye
mahzar olan şarkısının İsrailli bir grubun şarkısından
‘klonlandığı’ ortaya çıkan ve video klibi Youtube tarafından
yayından kaldırılan popçunun ‘savunma’sıdır. Kendisine büyük
popülerlik getiren şarkının ‘çalıntı’ olduğu iddiasıyla karşılaşan
biri için yapılacak şey son derece basittir: Bu iddiayı çürütmek.
Ki zaten iddia doğru değilse bu sorunu çözmek çocuk oyuncağı
olmalı. Ama popçu Çağatay Akman, şarkının telifinin kendilerinde
olduğunu söyleyen grubun İsrailli olmasına ‘basarak’ şöyle diyor:
“(…) herkes kafasını rahat tutsun. Bugün de savaş başladı, kimse
İsrail'den gelip de Türkiye'yle oynamaya çalışmasın, dava savaşları
başladı.”
Bu olayda “iki kere kültür” var: İlki şarkının sahipliğine
ilişkin pişkinlik; ikincisi her skandalını kendisine karşı
girişilmiş bir komplo olarak göstermeye yeltenen bir hamaset.
Toplumda yaygın bir duyarlılık yarattığı bilinen Filistin
trajedisinin ve İsrail hakkındaki yaygın komplocu inanışların şu ya
da bu ‘kişisel çıkar’ için istismarı, pop müzik dünyasına siyasetin
alanından sirayet etmiştir elbette.
Kısa süre içinde ikinci kez “En hayırsever işadamı” ödülü alan
Sedat Peker ve AKP grup toplantısında başbakan konuşurken izleyici
localarında ‘Meksika dalgası’ yapan Ak Gençler de dünün iki
çarpıcı olayı olarak bu ‘kültürel çerçeve’nin içinde yerlerini
aldılar.
Ancak günün en çarpıcı ‘hakikati’, 30 Mayıs günü yapılan polis
baskını sırasında İdil Kültür Merkezi’nden gözaltına alınan ve bir
hafta sonra serbest bırakılan Bergül Varan'ın anlattıklarıydı.
Bergül, gözaltına alındıktan hemen sonra konuldukları otobüste,
saçlarını kökünden sökecek şekilde polis şiddetine uğradığını
anlatıyor ve başını gösteren fotoğraflar bu anlatımları
doğruluyordu: “Saçlarımı çekerken sanki yöntem öğrenmişler.
Saçlarımı tutup çevirip kökünden kopardılar. Elinde kalan saçı
sallayarak mehter marşı ile oyun oynuyorlardı. Saçımı
savuruyorlardı. Koltuğun üzeri saçla dolmuştu.”
Bir kadının başından söktükleri saçları ‘mendil gibi’ sallayarak
Mehter Marşı eşliğinde ‘oynayan’ kolluk güçleri… İktidarın
kültürünü ve kültürel iktidarı bir çırpıda anlatmak için; sağlıklı
bir zihnin hayal gücünü aşan, ama öyle anlaşılıyor ki bir gözaltı
otobüsünün içinde ‘hakikate’ dönüşmüş olan bu görüntüden daha güçlü
bir araç olamazdı herhalde…