“Kendi sanat üretimini yaparken komşusundan bir fincan kahve yanında biraz da ilham alan; ihtiyacı olanı bir telefon değil, karşı pencere kadar yakında bulan; bir arada yaşarken birlik olmayı deneyimleyen sanatçılar Darağaç. Duvarlarında resimler, kapısının önünde oturan komşular ve sokaklarında oynayan çocuklar; üreten sanatçı ve ustaların günlük telaşı ile mahalle, bize her daim iyi gelen, geçmişten alışkın olduğumuz o sıcak his, Darağaç.”
Zeynep Yavuzcezzar, Önsöz - Darağaç_Kitap
Özledik. Karşı penceredeki ya da başka bir semtten bir penceredekiyle kahve içmeyi. Kalabalıklarda yürümeyi. Kalabalıklarla şarkı söylemeyi, dans etmeyi, gülmeyi. Bir bir kapanan tiyatro salonlarına kendimiz kapanıp güzel oyunlar seyretmeyi, hayallere beraber dalmayı.
Birlik ne güzel bir şeymiş. Biliyordum ama şimdi daha iyi biliyorum ve özlüyorum. Artık daha da çok kıymet veriyorum. Sokakta durup beraber aynı şeye baktığımız tanımadığım insana, maskemi indirip “Ben aslında size gülümsüyorum” diyesim geliyor. Bu sebeplerden bir mahalleye kavuşmayı, aylardır planladığım “mahalleli” Darağaç ekibiyle tanışmayı, hikayelerini dinlemeyi, sonbaharın ilk delicesine yağmurlu gününe denk getirmeyi başarmış olsam da, çok keyif aldım.
BU, MAHALLENİN “İNİSİYATİFİ”
Darağaç, İzmir Umurbey Mahallesi’nin eski adını alarak bu mahallede kurulmuş, kâr amacı gütmeyen bir sanat kolektifi. Umurbey Mahallesi, eski adıyla Darağaç, Alsancak Stadyumu ile Halkapınar arasında kalan, geçmişte endüstriyel bir bölge. Anadolu’nun ilk büyük sanayi merkezinin burası olduğuna dikkat çekiyor Darağaç ekibi; İpekyolu’nun sonu burası diyorlar ve bu mirasa saygı gösteriyorlar. Avrupa’da da birçok örneği olduğu üzere, şehrin merkezinde fakat unutulmuş olduğu için uygun kiralarla atölye kurmaya uygun bu mahalle, bugün küçük esnaf, usta, zanaatkar ve onların yanına yerleşivermiş genç sanatçı atölyelerini barındırıyor.
Ali Kanal, Ayşegül Doğan, Cem Sonel, Cenkhan Aksoy, Fatih Altan ve Tuğçe Akay inisiyatifi yürütürken birçok farklı isimden de destek alıyor, yolda birlikte yürüyorlar. Darağaç, sadece sanatçı dostlarıyla değil, mahallesiyle var olan bir inisyatif. İlk mahalleye taşındıklarında komşuları Hüseyin Abi, madem sergileyecek yer bulamıyorsunuz eserlerinizi sokağa koyun işte, demiş ve öyle de başlamışlar. Artık her sokağında bir “Darağaç” izi olan mahallede yürüdükçe herkese selam veriyor, hal hatır soruyor, şu Şaziye Teyze’nin evi, şuradaki Mehmet Amca’nın dükkanın kolonlarını mı boyasak diye konuşuyor arasında ekip.
Hüseyin Abi’nin önerisinden bu yana, 2016’dan beri 5. sergileri Darağaç İnisiyatifi’nin. Birçok konuşma, proje ve performansa da ev sahipliği etmiş mahalle. Sergilere mahalleli “bayram” adını takmış. “Bayram” olunca mahallenin kokoreççisi standı sergi mekanına çekiyor, mahallenin 2 bakkalı fazladan stok yapıyormuş. Altı dönemdir mahallenin muhtarı olan Fatma Teyze, şalvarı ve terliğiyle bir kraliçe gibi alana giriyor, olası gürültü şikayetlerine karşı “çocukları” koruyormuş.
Mahallenin sakinleri, atölyeler yapılan çocukları, hep Darağaç’ın bir parçası. Her hareketlerinde onların rahatsız olmamaları için planlarını gözetiyorlar. Mahallenin sanat sebebiyle soylulaşmasını istemiyorlar. Hayal ettikleri Artist Residency, mahalleliye ekonomik katkı sağlasın, örneğin; İtalya’dan gelebilecek bir Erasmus öğrencisi, mahallenin torna atölyesini kullansın, bakkalına katkı sağlasın istiyorlar. Unuttukları dayanışma kavramı, mahalleli ile ilişkileri sayesinde geri gelmiş. Mahallenin bir parçası olarak, mahallenin her yanındaki murallerin yanı sıra, Yaşar Üniversitesi’nden Emre Yıldız ve öğrencilerinin tabela atölyesine ev sahipliği yapmışlar. Öğrenciler, mahalledeki dükkanların tabelalarını yine oradaki bir ustanın atölyesinde gerçekleşen çalıştayda yenilemişler. Mahallede gezerken tabelaların hangilerini öğrencilerin yaptığını tahmin etmek bir define avı gibi...
VAR
Bugün mahallede 14 sanatçı atölyesi var; bu sanatçıların 8’i mahallede yaşıyor. “İzmir’de kafası açık bir sürü insan, çok yetenekli bir çok sanatçı var” diyor Darağaç ekibinden Cenkhan. Şehirde bir galeri, temsiliyet ortamı olmamasına çözüm olarak genç sanatçıların işlerini gösterebilecekleri bir alan sunuyorlar. Deneysel bir kent enstitüsüne dönüşmek istiyorlar; güzelce de bir yol almışlar. Dernekleşmişler; başta Kültür için Alan olmak üzere farklı organizasyon ve kurumlardan fonlar almışlar; fon olmadığı zaman ceplerinde ne varsa herkes katkı yapmış... Kısacası, her koşulda “var” olmuşlar.
Pandemi döneminde de “VAR” sergileri ile karşımızdalar. Müzeler, galeriler kapalı, gösterimler durmuşken de sanatçılar hep “var”dı, Darağaç orada duruyordu. Umurbey Mahallesi’nin sokaklarında, elinizde harita, tekrar nefes alıyorsunuz karantina sonrası... Diğer sergilerinde dışarıdan da sanatçılar olurken bu kez sadece yerel sanatçılar yer almış; İzmir’de iş üreten sanatçıların ayakta kalması gerek, diyorlar.
VAR sergisi, Demet Bilgen’in perdeleriyle açılıyor. Bu isimsiz eser, mahalleliye bir koruma ve saygı da olarak, ana sergileme sokağını diğerlerinden ayırıyor. Perdeler, bir performansa da olanak vermiş; sağlık görevlileri gibi hem ateş hem mesafe kontrol eden sanatçılar dolaşmış bu açılış alanında; alana pasaport olan sergi kataloglarıyla girilebilmiş. Girerken de çıkarken de “pasaportu” damgalattırmak zorunlu. Burası bir sanat “karantinası”, bir simulasyon.
Diğer yandan, dışarıyla da bağlantıyı keserek VAR’ın asıl vermek istediği mesaja da gönderme yapıyor perdeler:
“Bürokrasi, var.
Her şeyi gören gözler, var.
Denetlenmenin yapay güven(liğ)i, var.”
Bütün dünyanın psikolojisinin bozulduğu, otoriter güçlerin, sağlığı denetleme, karantina “sebepleriyle” gücüne güç kattığı bu dönemde, ben dahil olduğum kitap kulübüyle distopyaları devirir, Orwell’in 1984’ü ile bugün arasında 100 benzerliği saptarken sanatçılar da sorgulamaları eserlerine yansıtıyor. Cenkhan Aksoy’un Yankı Odası, 14 Mart’tan 20 Eylül’e kadar sanatçının günlüğünü tutuyor. Her güne bir çizim/kelime/ruh hali. İncelerken “Bak bu tarihlerde ben de iyice delirmiştim!” diye düşünüyorsunuz. Toplumsal sıkışıklığımız, kişisel notlarda paylaşılıyor. Caner Çoban’ın Telef işinde, toplum, ölü balıklar gibi ağlara yakalanıyor. Nasıl kaçacağız?
Diğer yandan, özlediğimiz bir olma haline göz kırpıyor sergi. Hatırlatıyor: Onlar da hâlâ “VAR”. Tuğçe Akay’ın mahallede çok sevilen rahmetli Vespacı Mustafa’nın onuruna yaptığı Motor Sevdası işinin hikayesine bayıldım; Neşeli Günler filmini izliyormuş gibi oluyorsunuz. Rahmetlinin anılarını mahalleliden dinleyip toparlayan sanatçı, Vespacı Mustafa’nın artık diğer aile bireyleri tarafından işletilen dükkanının yanına hem hikayeleri yazmış, hem de motor sevdalısının yağlıboya bir resmini yapıp yanına yerleştirmiş. Ahmet Yörük, mahallede doğup büyüyen Altaylı futbolcu Gürcan Berk’in anısına futbolcunun doğduğu eve Altay fanatikleriyle beraber bir yerleştirme yapmış. Ali Cem Doğan, karşı komşunun dayanışmasını mahalleye getirip Samothraki Adası'nda bir komün ile yaşadığı günleri Sevginin Katıksızı fotoğraf serisiyle Darağaç’ın duvarlarına asmış. İnsanlar, isimler, hikayeler, unutulmamış, yaşatılmış.
“Mahalle, bir arkeolojik alan gibi” diyor sanatçılar. Sanatçılar için güvenli bir alan olduğu anlaşıldıkça bağımsız sokak sanatçıları da gelip geceleri inisiyatiften bağımsız işler yapmaya başlamış duvarlara. Sergiler açılmış, sergiler kapanmış, duvar kalmayınca duvarlar boyanıp tekrar iş yapılmış. 5. sergide bir duvar dördüncü kez boyanmış, üzerine yeni iş yapılmış. Katman katman çağdaş eser... Kazıdıkça, yeni hikayeler çıkıyor.
“YER”
Darağaç yerinde güzel; ama pandemi sebebiyle İzmir’in bu mevsimdeki tatlı havasına karışamayacaklar için ekip, sergiyi İzmir Ekonomi Üniversitesi ile ortak bir çalışma ile çevrimiçine de almış. Birçok statik sergi düzeneğine göre oldukça başarılı, küçük bir tur tavsiye ederim.
Bu yazıyı, (bunca zamandır ilk kez yer verdiğim için benim ayıbım olarak) hem Darağaç ile tanışma yazısı hem de sergi yazısı olarak kabul edelim. Bundan böyle başarılı işlerinin nicelerine yer vermek amacıyla, sanat tarihçisi, akademisyen Emre Zeytinoğlu’nun Darağaç’ın Mahalle ve Kültür Sanat İlişkisi konuşmalarındaki birkaç cümlesiyle bitirelim: “’Yer’, insanları birbirine çeker. İnsanlar orada yavaş yavaş ortaklılar koymaya başlarlar. Yani bir kimlikten bahsedeceksek, oradan bir ‘yer’den söz ediyoruz demektir.”
Böyle “yer”lerin, kimliklerin çoğalması dileğiyle...