Osmanlı-Türkiye tecrübesinde eğitim ve öğretimin devlet eliyle yürütülmesi fikri ilk kez II. Mahmut döneminde düşünüldü. Bunun kurumsallaşması ise 17 Mart 1857’de Maarif-i Umumiye Nezareti’nin yani bu konuda ilk bakanlığın yapılanmasıyla hayata geçti. Bu konuda ilk kanun ise 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’dir. 1911 yılında gündeme gelen Maarif-i Umumiye ve Teşkilatı Nizamnamesi’yle konuyla ilgili örgütlenme yapısı da kanunlaştı.
23 Nisan 1920’den itibaren bakanlığın adı Maarif Vekâleti oldu ve 1935’e kadar böyle devam etti. 1935-41 arasında kurum Kültür Bakanlığı tabelasını taşıdı. 1941- 1946 arası Maarif Vekilliği’ne dönüşen kurum, 1946-1950 arasında ise Millî Eğitim Bakanlığı adını aldı. 1950-1960 arası tekrar Maarif Vekâleti tabelasına dönen bakanlık, 1960-1983 arası yeniden Millî Eğitim Bakanlığı’na dönüştü. 1983-1989 arasında Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı adını alan kurum 1989’da üçüncü kez Millî Eğitim Bakanlığı tabelasında karar kıldı ve bu tercih günümüze dek devam etti. Yukarıda okuduğunuz somut bilgiler Millî Eğitim Bakanlığının internet sitesinden alınmıştır. Dolayısıyla hepsi resmî malumattır.
Bir bakanlığın tabelasının bir asır içinde dokuz kez değişmesi elbette başlı başına bir semptomdur. Peki neyin semptomu? Kurumsallaşamamanın, istikrasızlığın, büyük değil küçük düşünmenin, gündelik hesaplara fazla gömülmenin, eyyamcılığın vb. Bu seçeneklerden biri, birkaçı ya da hepsi soruya cevap olabilirler. Ama belki de en önemlisi daha adında bile kararlı olamamış bir bakanlığının, uzun vadeli programlar üretebilmesinin oldukça zor olduğunu tespit edilmesidir.
Bu konuda üzerinde durulması gereken ikinci nokta, bakanlığın öncelikle hangi kavramla anılacağı meselesidir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında “maarif” kavramıyla başlayan macera yirminci yüzyılın ortalarında kısa süren bir “kültür” tercihinden sonra 1960’lardan itibaren “millî eğitim”de sabitlenmiştir. Burada ana gerilimin “maarif” ile “millî eğitim” arasında olduğu aşikârdır.
Maarif kavramı öncelikle kültür ve bilgi anlamına gelir. Ama aynı zamanda eğitim ve öğretim sistemine karşılık gelir. Maarif bir anlamda tam da Almancadaki o meşhur Bildung ile eşdeğerdir. Fransa’da icat edildiği varsayılan “civilisation”un karşısında “Kultur”u koyan geç modernlik toplumu Almanya’da “kültür” yerine aynı zamanda “eğitim/öğretim” anlamını da içeren Bildung kavramı kullanılmıştır. Bu açıdan bakıldığında Almancadaki Bildung’un inşacılığı Fransızca ve İngilizcedeki “culture”den daha güçlüdür. Belki de bu nedenle Almancada “Bildungsbürgertum”, yani eğitim/öğretim/kültür burjuvazisi diye çevirebileceğimiz bir kavram mevcuttur. Böylesi bir kavramın Fransızca ve İngilizcede tam olarak mevcut olmaması dikkat çekicidir. Bunun sebebi birer modernlik toplumu olan Fransa ve İngiltere’ye göre Almanya’nın göreli bir geç modernlik toplumu olmasıdır. Almanya tecrübesinde kamu, sivil toplum, hatta burjuvazinin tarihselleşmesinde Bildung, yani eğitim, öğretim, kültürün etkisi diğer iki tecrübeden daha belirgindir. Bu aslında şu anlama da gelir: Almanya’da kamu, sivil toplum ve burjuvazinin oluşumunda ekonomi politiğin rolü diğer iki ülkeye nazaran daha düşüktür ve bu açık, Bildung ile rektifiye edilmiştir.
Daha çok bir modernleşme tecrübesi olan Osmanlı-Türkiye tarihinde söz konusu bakanlığın, bir anlamda devletin böylesi bir idrake sahip olduğu kuşkuludur. Bu tarihsellikte eğitim/öğretimin yakın zamanlara kadar bir sosyal mobilite rolü oynamış olması bir cümle önce ifade ettiğim kuşkuyu gidermez. Çünkü Osmanlı-Türkiye tecrübesi eğitim/öğretimi kronik bir kültürel inşa faaliyeti olarak değil, daha çok akut bir mesleklendirme/uzmanlaştırma faaliyeti olarak görmüştür. Bu gelenekte kişi başına düşen diploma, kişi başına düşen idrak kapasitesi genişliğinden her zaman daha önemli olmuştur örneğin. Belki de bu nedenle bu ülkede diplomalı hödüklerle karşılaşma olasılığı her zaman yüksek olmuştur. Daha önce Gazete Duvar’da “Hödüklüğün Sosyolojisi” diye bir yazı yazmıştım. Bu meselenin ayrıntısına oradan bakılabilir.
Ancak yazının başından beri tartışmaya çalıştığım bakanlığın tarihi açısından en stratejik değişim “maarif”ten vazgeçme ve “millî eğitim”e odaklanmadır. Bu dönüşüm bence öncelikle kavramsal, ufuksal, zihniyetsel bir daralmaya işaret eder. Çünkü daha önce de ifade ettiğim gibi eğitim sadece eğitim iken maarif kültür, bilgi, eğitim, öğretim anlamlarını da içerir. Yani bu tercihle birlikte devlet yurttaş üretimde kullanacağı aşının kalitesini düşürmüştür! Etken madde sayısını azaltmıştır. İşi ucuzlatmıştır. Bu meselenin kavramsal açıdan nasıl göründüğüyle ilgili olan kısmıdır.
Ancak konuya daha realist bir pencereden bakıldığında maariften millî eğitime yapılan kavramsal yolculuk aslında yapılan işin tabiatına daha uygun, daha dürüst bir tabeladır. Çünkü III. Selim’den beri Osmanlı-Türkiye eğitim/öğretim tecrübesi maarif, Bildung, kültürel inşa odaklı kurulmamıştır. İlgili kurumların tabelasında maarif yazdığı dönemlerde bile. Bu yapı her zaman meslek ve uzmanlık formasyonunu daha fazla önemsemiştir. Kaliteli yurttaş üretmekten önce, acil uzman, meslek erbabı yetiştirmeye öncelik vermiştir. Bu açıdan bakıldığında söz konusu bakanlığın tabelası içerde yapılan işe daha layık gibi gözükmektedir. Sonuç olarak, Osmanlı-Türkiye eğitim/öğretim tarihi bir tür “kültürsüz maarif”in tarihidir.
Eğer becerebilirsem bu konuda yazmaya devam edeceğim. “Kültür”ün başka bir bakanlığa ödünç verilmesi ve tabelada eğitimin önünde yer alan “millî”lik meselesi hakkında da edecek birkaç lafım var çünkü.