Kumbaracıbaşı: İnsanlığın tek bir çabası vardır

Oyuncu, müzisyen Teoman Kumbaracıbaşı, Duvar'a konuştu. Kumbaracıbaşı, "Devlet organizmasının kendisi bütün dünyada aynıdır. Eninde sonunda insanlık özgürlüğe ulaşacaktır. İnsanlığın tek bir çabası vardır, özgürleşme çabası..." dedi.

Abone ol

DUVAR - Türkiye’de son dönemde adından söz ettiren oyunculardan biri de; Teoman Kumbaracıbaşı. Tiyatro, sinema ve dizilerde oyunculuk yapan Kumbarcıbaşı’nın müzikle de içli dışlı olduğunu söyleyelim. Uzun yıllardır Acaipademler grubuyla müzik kaydediyor. Doğu ile batıyı harmanlayarak hakikatin peşine düşüyor. Bu hakikat yolunda da inandığı işleri yapmaya, kendi deyimiyle teslim olmayarak üretmeye devam ediyor.

Teoman Kumbaracıbaşı’yı sadece sanat alanında da görmüyoruz. Kendi atölyesinde yine üretimle başka bir öze ulaşmaya çalışıyor. Küçücük kavanozlardaki süt reçelini gösteriyor, “Bunu hazırlamak büyük bir sabır işi” diyor. Sonra Kaktüs reçelinden tattırıyor, çeşitli baharatlarla hazırlanan ve büyük emek harcanan bu reçelleri anlatırken, aralık ayı içinde kendi ürettiği Teo’nun Reçelleri’ni pazarda satışa sunacağını söylüyor.

Reçellerimizi tattık, müziğimizi açtık. Biz de bir gerçeğin peşine düştük söyleşimiz boyunca...

-Farklı bir tarzınız var... Oyunculuk ve müzisyenlik. Müzikte de ozanların eserlerini yorumluyorsunuz, neden?

Hayatı anlamlandırmak için.  Hayatın kelimesi boşluk olabilir. Ben duyularımıza hitap edecek gerçekliklerimizi arıyorum… Ses, duyu, koku (görsellik, işitsellik ve tat alma)…  En az bir tanesi fonksiyonlarını yerine getirebiliyorsa varoluşumuzu etkiler, geliştirir. İnsan bir oluşumdur. Yaratılışı olsa da… Doğumdan ölüme kadar süreç geçiriyor. Bu süreci hakikat peşinde araştırma yaparak  geçiriyorum.

-Hakikatin sizde farklı bir anlamı olmalı...

Hakikat dediğimiz geniş bir kavram. Bunu doldurmak, anlamlandırmak ve bunu topraklarımızdan aldığımız ilhamla geliştirme çabasıdır benim mücadelem. Çünkü sanat insanı  ince düşüncelere sevk eder, çok çalışma ister. Karşılığında pek de fazla bir şey alamayız.

-Sanatçı dediğimiz de beklentisi olandır, öyle değil mi?

Hayır… Ama tepki beklersiniz, her sanatçı gibi, yorumla ilgili, ilgi, alaka… Ama bunun için de yapmazsınız, ilgi beklemek için değil, farkındalıktır sizi sanatta tutan şey…  Sanatçılık meslek değildir, oluşumdur.

-Nasıl?

İncelik, yarattığınız eserin inceliğine dair bir şeydir. Entelektüel birikim sonucunda oluşan hakikatten değil, oluşumdan söz ediyoruz… İnsanların davranış biçimlerinin kökeni maalesef çocukluğumuza dayanıyor… “Sen anlamazsın, sen yapamazsın” yaklaşımlarının, devletin evdeki polislerinin çocukları zapturapt altında tutması. Aile sistemin en küçük parçası olarak, devletin vatandaşına ilk sınır koyduğu mecra…

Anadolu’da 73 millet var, bu farklılıkları kendi kültüründeki güzellikleri birleştirip, farkına varmak, refah içinde, dayanışma içinde adım adım ulaşabiliriz…

-Burada sanat devreye giriyor değil mi? En azından toplumlara yön veriyor.

Hayır, sadece toplumun gitmeye yeltenemediği, karanlıklara yürüme cesareti olan kişidir sanatçı. Ancak, büyük kitleleri peşinden sürükleyen şey siyasettir. Sanatın belirginleştirdiği şeyler vardır elbette ama böyle bir belirleyiciliği yoktur. Farkına vardırmak için elinden geleni yapsa da. Bu anlamda siyaset sanatla ters kasları çalıştırır. Siyaset kitleleri peşinden sürüklemek için insani, ahlaksal yeterlilik zemini oluşturmak mecburiyetinde hissetmez kendini. Şu anda siyasetin yaptığı şey bu… Sanatçı bunu yapmaz. Sanatçının yaptığı şeyin başka bir ahlak zeminine oturması lazım.

-Burada da sanat ve siyasetin birbirinden ayrıldığı net bir çizgi var...

Sanatın etrafında tek yönlü bir örgütlenme söz konusu değil…  Sanat çok yönlüdür. Siyaset gibi çıkarlar üzerine kurulu değildir.

-Bir yandan da sanatçı ‘güzel’ olana yönelir değil mi?

Herkes sanatçı olmak ister ama bu cesareti, gösterecek kişi azdır. Çünkü baskılar var. Gittiğiniz yerde bile aydınlık varsa daha tehlikeli… Madımak’ta olduğu gibigibi yakarlar sizi! Neden, sazıyla sözüyle bir gerçekliği ifade ettiği için… Çünkü elinde silah yok, top tüfek yok…

-93 Madımak gerçekten bu ülkenin kara lekelerinden biri. Belki de bir dönüm noktası... Burada yüksek siyasetin korkularından söz edebilir miyiz?

Devletin sadece sanattan korktuğunu düşünmüyorum. Devleti burada belki kendi açımdan tanımlamam gerek; bizim ülkemizdeki en büyük sıkıntı rejimle devletin aynı şey olduğunu düşünmemiz…

Bunu da bir örnekle açıklayayım; İran’da çok önemli bir ressamın hakkında ölüm fetvası çıkarıldığı için ülkesini terk ediyor ve Fransa’ya kaçıyor. İki yıl sonra bir sergi açıyor bu sergiye ilk gelen kişi Paris İran Büyükelçisi… Apar topar bu ressamı arka kapıdan kaçırıyorlar, Büyükelçide sergide en kıymetli resimleri toplayıp İran’a yolluyor. İki yıl sonra bir sergi daha açılıyor, Büyükelçi yine geliyor aynı olay yeniden tezahür ediyor. Üçüncü sergisinde bu durumu taşıyamaz hale geliyor, hakkında ölüm fetvası var, bu bir çelişki gibi, bu durumla yüzleşmeye karar veriyor. Resaam Büyükelçinin bu kez karşısına çıkıyor, “Siz nasıl olur da hakkında ölüm fetvası verilmiş bir ressamın resimlerini satın alıp İran’a yolluyorsunuz” diyor. Büyükelçi diyor ki, “Siz çok büyük bir sanatçısınız ama İran’ın büyüklüğünü anlayamamışsınız. Hakkınızda ölüm fetvasını veren İran rejimidir, ama ben İran devleti adına resimlerinizi satın alıyorum” diyor.

-Burada biraz da sanatçının duygu durumunun daha geniş olmasıyla alakalı bir histen söz edebilir miyiz?

Yaşadığınız toplumun gerçekliklerini, yalanlarını çalışarak, değerlendirerek bunu felsefi değerlere oturtarak, mutlak suretle yaptığınız işlerle harmanlayarak, biz buna  gönül diyelim… Gönül özel bir güzelliktir. Her anlama gelir; sevdiceğiniz olabilir, yakınınız olabilir, arkadaşınız, dostunuz olabilir, aklınızın ve vicdanınızın damıtılmış hali olabilir. Avrupa’nın böldüğü bu duygu durumunu birleştiren kelimedir. Bu kavganın ortasındadır, iki tarafa da el verir.

-Sizin yaptığınız müzik biraz böyle sanıyorum. Pir Sultan Abdal’dan bir eser yaparken Puşkin’i , Neruda’yı da unutmuyorsunuz...

Ben oraya doğru evrilmeye çalışıyorum. Bunu açığa çıkartacak tek şey birikimdir. Dünya kültürüdür. Neruda, Nazım Hikmet, Kaygusuz, Puşkin… Bütün güzel ozanlara bakmak gerekir. Bu insanların söylemeye çalıştıkları cümleleri birlikte söylediğimizde bir yol alırız.

-Her sanatçı bu birikimle mi yol almalı diyorsunuz?

Yani kendi yaşadığımız günün gerçeklerini tam olarak idrak edersek gelecek ilgili sezgimiz oluşur. Bireyin kendisinden bahsediyorum. Çünkü insanın yaşam süresi dünya birikiminialgılamak için çok kısa… Böyle olduğu için birikimlerle beraber o birikimleri harmanlayarak yeniyi;eskiyi söylüyorsanız yeni bir biçim katarak…  Buradaki verimliği sanatçı kendisi tayin eder, sanatçının özgürlük alanı budur, birey olarak karar vermiştir.

-Bu karar kendi kararı, dış güçlerden etkilenmez diyorsunuz?

Bu kararı verirken toplumun normlarından, baskısından, devletin baskısından ve vatandaşına karşı göstermiş olduğu inanılmaz tahammülsüzlükten uzaklaşarak  verir. Bunu ne derece gerçekleştirirse toplumda da o derece yer bulacaktır. Çünkü toplum baskı istemez ki, kimse istemez. Kimse hapse düşmek istemez, kimse yazdıklarından dolayı yargılanmak istemez, yargılanmamak için başka şeyler yazarsınız, inanmadığınız şeyleri yazarsınız. Ama bunu düşünmek lazım, neden acaba bir insan inanmadığı bir şeyi yazar?

-Çünkü bedel ödemek istemez...

Evet, çok güzel… Abdal sözcüğünün kökenine gidelim o zaman, “aptal mısın sen niye reçelle uğraşıyorsun, aptal mısın sen niye müzik, niye oyunculuk” der toplum size. Aptal sözcüğünün kökeni abdal; abdal sözcüğünün kökeni bedeldir. Bedel ödeyen kişiye Abdal denir. Toplum çok haklıdır bu konuda, ama sözcüğün ilk kökenini bilmeden söyler bunu. Günaydın dediğinizde ‘günün aydın olsun’dur söylenmek istenen, aslında bir temennidir. Ancak öze dair hiçbir şey hissetmeden söylenmeye yüz tutmuştur.Bu da ezberlenmiş bir harekettir. Bu hale gelmesinin sebebi de düzen için çalışmanın verdiği duyarsızlaşmadan kaynaklanır. Sözün manası uçup gitmiştir. Ne yazık!

İyi ev, bir araba, daha iyi tatil gibi… Sistemin sizi oyaladığı şeylerdir bunlar. Arzularınızın peşinden koşuyorsunuz… Bu sur içi davranış modeli Ortaçağ’dır. Sur içi Ortaçağ’ın, ahlaksızlığıyla ve vicdansızlığıyla yoğrulmuş yaptırımlarına maruz kalıyoruz. Bu maruzluğu farkındalığa çevirmek sadece sanatçının işi olamaz. Bu aynı zamanda bilimin, basının ve demokratik kitle örgütlerinin de işidir. Yani devlet demek ki sadece sanatçıdan korkmuyor. Bilim adamından korkuyor, gazeteciden korkuyor.

-Niye?

Gerçeklik üzerine kurulmamış her şey gerçeklikten korkar çünkü. Hakikatten korkuyor. Hakikati söyleyebilecek insanların ortaya çıkmasından kokuyor. Saklanması gereken bir sürü şey var. Bunu sadece kendi devletimiz için söylemiyorum. Devlet organizmasının kendisi bütün dünyada aynıdır. Siz millet olma yolunda devlet politikası sürdürüyorsanız bu bir birini besler. Tek tip bir millet olmak için zaten devletin tek tip davranışı. Bu da demokrasiye aykırıdır. Önünde sonunda insanlık özgürlüğe ulaşacaktır. İnsanlığın tek bir çabası vardır, özgürleşme çabası…

-Bu tek tipleşme modeli özgürleşmenin de önünde engel mi diyorsunuz?

Çocukların öldürülmediği bir dünya mümkün, gerçekten mümkün. Ekonomi var, imkan var… Bu kafayı buna yormazsınız tek tipleşme üzerinden yürüseniz çocuklar da ölür, bebekler de…

-O halde genel bir sistem sorunu...

Sistem sorununu tek bir çerçeve içine alıp duvara asamayız. Bunun karşısında ne yapıyoruz bunu konuşmalıyız. O yüzden de her zaman sanat siyasetle karşı karşıya olacaktır. Çünkü siyasetin ulaşamadığı her yere sanat ulaşır. Öyle ya da böyle ulaşır.

-Rock grubunuza gelirsek... Nereden çıktı?

Pir Sultan’ın şiiri…  Be Hey Acayip Adem der Pir… Kendini eleştiren kişidir. Havalı bir grup adımız var gibi ama alakası yok. Kendisini eleştiren insanlardır. Sorgular hep kendini, sorgulamayı bitirdiğin an bir şeye teslim olmuşsunuz demektir. Hangi düşüncede olursanız olun.

-Siz bu yolda yürümeye devam ederek teslimiyeti kabul etmiyorsunuz anlaşılan?

Anadolu’nun kendine ait bir hızı olduğunu düşünüyorum, bu hızda  Araplarında,  Osmanlı İmparatorluğu’nun da, Cumhuriyet’inde ve bugünkü iktidarında devede kulak olduğunu düşünüyorum.  Burada bireylerin başına gelenlerden dolayı üzülüyoruz ve gündemin içinde mutlaka bunlarla ilgilenmek gerekir,  bunu yüzyıllara bırakmak doğru değil ama ben Anadolu halkının kendimi de içinde sayarak, uzun vadede hata yapmadığını düşünüyorum. Henüz biz emekleme çağında olan devletiz, emekleme çağında da sehpadan düşüyoruz, başka çocuğun gözüne parmağımızı sokuyoruz, bunu söylerken yaşanılan acıları hafifletmek adına söylemiyorum. Devletin korkunç tezahürleri var ve bu herkesin başına gelebilecek bir şey.  Victor Jara’nın başına aynı şeyler gelmiştir. Gitar çalması parmakları kırılarak engellenmiştir. Bunları unutmadan söylüyorum, engel olunana kadar ben üretmeye devam edeceğim. Çünkü hedefiniz odur… Bugünün gündemi Ahmet HamdiTanpınar, Kaygusuz, Pir Sultan, Puşkin… Karacaoğlan, Baki, sayısız şairden etkilenmemi, onların gerçeklerini anlamaya çalışmamı engellemez.

-Sohbetimizin başından beri hep bir hakikatten söz ettiniz... Bunu oyunculukta da, müzikte de yapmaya çalışıyorsunuz ama bir de sizin reçelleriniz var...

Mesela kendi içeriğinden emin olmadığım bir reçeli kimseyle paylaşmam.

-Buna nasıl karar veriyorsunuz?

Vicdanımla… İnsan vicdanının kolektif olduğunu düşünüyorum. Bütün insanların kardeş olduğunu düşünüyorum. O kolektif  vicdanımın sesini dinliyorum. Ben bu reçeli çocuğuma yedirir miyim? Çok basit, evet ya da hayır… Bence hakikat o kadar da karışık bir durum değil.

-Peki bu ülkede en büyük vicdansızlık nedir desem?

İnsanın bir tane yazgısı vardır o da ölümdür. Dünyadan örnekler verilebilir işçi ölümleriyle alakalı, buna engel olabilme olasılığı çok yüksekken, bunu kaderin kendisine teslim etmeyi çok büyük bir vicdansızlık olarak düşünüyorum. Burada kolektif bilinçten, insani bilinçten kendisini kıymetli görüp başkasını değersiz görmekten başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Bu ülkenin bana sorarsanız bütünsel bir yönetime ihtiyacı var ama herhangi bir partiye ihtiyacı yok. Bütünsel bir yönetime ihtiyaç var. Gerçekten kendi kendimizi yönetmek istediğimiz ve bunu talep ettiğimiz gün bu sorunların hiçbirini yaşamayacağız.

-Siz nasıl bu sorunların üstesinden gelebiliyorsunuz?

Bu toplumun sorunu hepimizin sorunu, konuşarak çözebiliriz meseleleri, konuşmayıp üzerini örtüp, mezar taşı dikersek, karşımızdakini yargısız infazla öldürmüş oluruz. Devlet bugün insana ne yapıyorsa emin olun toplumda yanındakine büyük önyargılarla aynı şeyi yapıyor. Bunlardan uzak durmak için müthiş bir çabam var. Ve arkadaşlarıma da,sevdiğime de, çocuğuma da hakikatten başka  hiçbir güzellik olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Bunu yine ‘eksiklik kendi özümdedir’ deyip Pir’in sözüyle söylüyorum…

-Bu mesele biraz yüzleşme meselesi sanıyorum. Toplumlar geçmişiyle hiçbir zaman yüzleşmedi, o değil mi?

Kendi tarihiyle yüzleşmeyen toplumlar bu karanlıkların içinde debelenmeye mahkumdur. 6- 7 Eylül’le ve tarihimizin karanlık olaylarıyla gerçekten yüzleşemediğiniz takdirde hiçbir zaman aydınlığa yürümezsiniz. Bir özür borcunuz varsa bir yere o özrü verirsiniz, el uzatırsınız; madem büyük devletsiniz, tarihinizde yaptığınız yanlışlıkları masaya koyarsınız, koymazsanız aynısını bir gün size yaparlar. Ve o gün sizin dilinizi anlayacak kimseyi bulamazsınız. Çünkü daha önce de siz kimseyi dinlemediniz.

KİMSE ÇOK ÇALIŞMAKTAN ŞİKAYET ETMİYOR

-Dizilerde de oynuyorsunuz... Çok uzun çalışma saatlerinden şikayet ediliyor, siz nasıl yorumluyorsunuz?

Ben Türkiye’de kimsenin çok çalışmaktan şikayet ettiğini düşünmüyorum. Etmiyorlar. Fazla mesai talebinde bulunduğu gün herkes 16 saat çalışacak emin olun. Ama fazla mesaiye ödemeye mecbur olan yapımcılar setleri bu kadar uzun çalıştırmayacaklar. Çünkü bu şekilde daha pahalıya gelecek çekimler. Kimse kimseyi kandırmasın. Çalışma saatleri çok uzun, doğru. Sette çalışanlar için durum vahim. Bu uzun saatlerde ‘Set çalışanları için saatle alakalı iş kanunu çalışma saatleri belirlensin, fazla mesai yazılsın’ demiştim. Herkes karşı çıkmıştı. Fazla mesai gelmeden çalışma saatleri kısalmaz zaten.

-Bunun için çalışan sendikalar var ama...

Güzel çalışan sendikamız var. Buna yapımcıların da el vermesi gerekiyor. ‘Yapımcılar kapitalizmin eseridir’ demek de yanlış.

-Oyuncular Sendikası mı?

O değil. Asla ondan bahsetmiyorum. Daha fazla bir şey söylemeyeceğim. Set işçileri hangi sendikadan söz ettiğimi biliyorlar. Ben oyuncular sendikasına üye değilim. Öyle tarif etmiyorum kendimi.