Küresel güç mücadelesinin yeni adresi: Asya-Pasifik IV
Her geçen gün bölgesel hegemonyasını sağlamlaştırmaya yaklaşan Çin, Doğu ve Güney Çin Denizi’ni dünyanın kalbi olarak görüyor ve buraya hakim olmaya çalışıyor.
İngiliz coğrafyacı John Mackinder 1904’te yayınlanan “Tarihin Coğrafi Mihveri” isimli eserinde kara hakimiyeti üzerinden özellikle Avrasya’nın altını çizerek “kalpgah (heartland)” -dünyanın kalbi- tanımı kullanmış ve kalpgaha sahip olanın dünyaya hâkim olacağını iddia etmişti. Muhtemel bir Alman-Rus ittifakıyla İngiliz hegemonyasının kaybedilmesi korkusuna dayanan bu eser 21'inci yüzyılda Asya-Pasifik’te hayat buluyor. Her geçen gün bölgesel hegemonyasını sağlamlaştırmaya yaklaşan Çin, Doğu ve Güney Çin Denizi’ni dünyanın kalbi olarak görüyor ve buraya hakim olmaya çalışıyor. Kurduğu ittifaklar ve bölgesel oluşumlarla Pasfik’teki varlığını korumaya çalışan ABD’yse Japonya ve Avusturalya’yla birlikte bu girişimin önüne set çekme gayretinde. Taraflar şimdilik, karşılıklı gövde gösterileri, BM’yi kullanma ve askeri yığınakla yetinse de çatışma riski ve bunun boyutları akıllarda soru işareti olarak kalmaya devam ediyor. Çin Denizi’nde neler oluyor ve kim istiyor?
PİMİ ÇEKİLMİŞ BOMBA: GÜNEY ÇİN DENİZİ
Gerilimin üst seviyede olduğu merkezlerin başında Güney Çin Denizi geliyor. Güney Çin Denizi sorununun bir tarafında Çin, bir ucunda hızla büyüyen ve kendi içlerinde de anlaşmazlıklar olan Güneydoğu Asya ülkeleri (Vietnam, Malezya, Tayvan, Brunei, Filipinler) var. Anlaşmazlığın temelinde Paracels ve Spratlys takımadalarının tamamı ya da bir kısmı üzerinde tüm tarafların egemenlik hakkı iddia etmesi, karşılıklı olarak denizi doldurarak yapay adalar inşası ve bölgeyi silahlandırma suçlamaları var. Sorun bölgesel gibi görünse de Asya-Pasifik’te bunun pek bölgeyle sınırlı kalmayacağı açık. ABD, Japonya, Avustralya ve Rusya’nın bölgede kritik bir rol oynama gayretleri de bu argümanı destekliyor. Dahası bu ülkelerin varlığı sorunun çözümünün yakın olmadığını gösterdiği gibi yapılan askeri sevkiyatlar ve karşılıklı gövde gösterileri çözümün barışçıl olmayacağına dair kaygı verici işaretler taşıyor. Peki Güney Çin Denizi’ndeki bu iki takımadayı paylaşılmaz kılan nedir?
Güney Çin Denizi'ndeki ihtilaflar bağlamında öne çıkan unsurlar arasında Çin’in egemenlik iddiası var. Çin, yaklaşık beş yüz yıl, kaynaklarda daha da uzak geçmişe uzanan ‘tarih’ referansıyla Güney Çin Denizi’nin yüzde 80’ine talip. Yani, Pekin’in 2'nci Dünya Savaşı sonrasının belirsizliklerle dolu küresel politikada boşluktan yararlanarak oluşturduğu ‘ toprak genişletme stratejisi’, son otuz yılda sergilediği ekonomik kalkınmanın dış politikada karşılık bulması, küresel güç olma hedefi ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak bölgesel hegemonya çabaları bulunuyor. Ancak bu yine de durumu açıklamak için yeterli değil. İlk olarak coğrafi konumdan başlanacak olursa, Güney Çin Denizi, Hint Okyanusu ile Batı Pasifik arasında bir boğaz konumunda. Dolayısıyla bu bölgeye Çin’in tek başına hakim olması, ABD’nin hem ittifak sistemi hem de Pasifik’teki varlığı açısından tehdit oluşturuyor. Hem Obama hem de Trump döneminde yüksek perdeden verilen mesajlar ve seyr-ü sefer serbesitisi vurgusu bunun açık kanıtı. Dahası, ekonomi ve enerji yine bu yüzleşmede pay sahibi. Şöyle ki Güney Çin Denizi küresel ticaretin 5 trilyon Euro gibi devasa bir ekonomik boyutuna ev sahipliği yapıyor. Üstelik dünyadaki kargo sevkiyatının yarısı yine buradan geçiyor. Dolayısıyla bölge dünya ticaretinin selameti açısından hem ekonomik hem de stratejik açıdan vazgeçilmez. Dolayısıyla Pekin’in talebi, dünya ticaret yollarını da kuşatmayı kapsıyor.
Enerji kaynakları açısından durum değerlendirildiğinde aslında bu kadar büyük bir çatışmayı tetikleyecek bir rezervin olmadığı görülüyor. ABD Enerji Bilgi Dairesi verilerine göre, Güney Çin Denizi’nde yaklaşık olarak 11 milyar varil petrol ve 190 trilyon metreküp doğal gaz olduğu tahmin ediliyor. Suudi Arabistan’ın 268 milyar varil petrolü ve Rusya’nın 1688 trilyon feet küp doğal gazı olduğu dikkate alındığında abartılı bir enerji vurgusunun yanlışlığı açığa çıkar. Her ne kadar veriler bölgesel gerilim sebebiyle net değilse de Çin kaynaklarının iddia ettiği kadar öneme sahip değil. Pekin’in verileri abartılı göstermesiyse özellikle çok uluslu şirketlerle anlaşmalar yapılarak bölgenin egemenliğini de facto elde etme gayretiyle ilişkili olduğu söylenebilir. Nitekim enerji rezervi olan Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin benzer uygulamalarına daha önce de tanıklık edilmişti.
Sorunun diğer tarafı on üyeli ASEAN’ın (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) ‘birlik’ ruhunun bölgesel ve küresel politikalara yön verebilecek bir siyasi oryantasyon sağlayamaması, söz konusu ülkelerin bireysel kapasitelerinin Çin’le mücadelede yetersiz oluşu, kendi jeo-stratejik hesapları olan ABD ile Rusya gibi ülkelere adeta davetiye çıkarıyor.
Yine de taraf ülkeler özellikle Vietnam ve Filipinler, Çin karşısında masaya dönelim talebinde ısrarlı. Ancak Çin 2014 yılı Mayıs ayında dev petrol sondaj platformunu Vietnam açıklarına taşıdı ve bu hamle Vietnam kamuoyunda Çin karşıtlığına dönüştü. Öte yandan balıkçılığın önemli bir ekonomi kalemi olduğu Filipinler, 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca konuyu tahkime götürmüştü. 2016’da tahkim Çin’in iddialarını yetersiz bulmuş ve diğer beş ülkenin münhasıran ekonomik bölge taleplerinin haklılığını tescillemişti. Ancak çok geçmeden Pekin taraf olmadığı bu anlaşma uyarınca çıkan kararı tanımadığını ilan etti. Üstelik diğer beş ülkenin taraf olduğu ASEAN yerine ikili görüşmelerle sorunu müzakere edeceğini söyledi. Özetle Pekin “teker teker gelin” mesajını verdi.
DOĞU ÇİN DENİZİ’NDE DE TANSİYON DÜŞMÜYOR
Çin’in bölgede yaşadığı jeopolitik gerilim ve toprak anlaşmazlıklarının bir diğer alanı Doğu Çin Denizi. Buradaki anlaşmazlığın taraftarları Çin ve Japonya. Bölgesel toprak anlaşmazlıklarına karışmayacağını ilan etmiş olmakla beraber bir çatışma durumunda Obama’nın 2014’teki konuşmasında vurguladığı gibi ABD’nin ABD-Japonya Karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik Antlaşması uyarınca anlaşmazlığa müdahil olacağı açık. Güney Çin Denizi’yle beraber düşünüldüğünde Çin’in burada istediğini alması, Amerika'nın Pasifik Okyanusu'nu kaybetme ihtimalini güçlendiriyor.
Çin ve Japonya’yı Doğu Çin Denizi’nde karşı karşıya getiren, Japonya’nın Senkaku, Çin’in Diaoyu olarak adlandırdığı takımadalar. Bölge dünya ticareti açısından önemli güzergahlar arasında olup, enerji kaynakları ve balıkçılık alanlarıyla ekonomik ve jeopolitik bir önem taşıyor. Adalar, Japonya’nın güneyinde ve ABD askeri üslerinin olduğu Okinawa Adası'nın 370 kilometre güneybatısında, Çin ana karasının 350 kilometre doğusunda, Tayvan’ın ise 170 kilometre kuzeydoğusunda bulunuyor.
Tarihsel olarak duruma kısaca bakılacak olursa; Pekin, adaların Ming Hanedanlığı döneminden beri kendilerine ait olduğunu ileri sürüyor. Buna karşın Tokyo, 1895’te Çin-Japon Savaşı’nı sonlandıran anlaşmayla kendilerine geçtiğini söylüyor. 2'nci Dünya Savaşı’na kadar Japon egemenliğindeki adalar, savaş sonrasından 1971’e kadar ABD vesayeti altında kaldı. Aynı yıl imzalanan Okinawa Reversion Treaty ile adalar Japon Koga Ailesi'ne bırakıldı. 1970 itibariyle de Çin adalar üzerindeki hak iddiasını gündeme taşıdı. Halihazırda daha önce özel mülk olan adalar, 2012’de Japon Hükümeti tarafından kamulaştırıldı ve hâlâ Japonya egemenliğinde. Bu hamleyi tanımadığını ilan eden ve protesto gösterileri düzenleyen Çin 2012’den bu yana sahil güvenlik botları, balıkçı tekneleri ve alçak uçan savaş uçaklarıyla adaları bırakmayacağını ima ediyor.
Söz konusu gerginlik deniz feneri inşası ve karşılıklı savaş gemilerinin boy göstermesi eşliğinde devam ediyor. Çin’le yaşadığı bu gerilim karşısında Tokyo 2'nci Dünya Savaşı’ndan sonra dış ülkelere müdahaleye kapalı olan anayasasını değiştirmiş, “müttefiklerle kolektif savunma” maddesini eklemişti. Ayrıca Abe Hükümeti, geçtiğimiz yıl 67 milyar dolarlık savunma bütçesi hazırlamıştı. Bu bütçenin büyük bir kısmıyla gelişmiş balistik füzeler ve amfibi botları alınması gündemde. Ancak güncel olarak adaları paylaşılmaz kılan jeopolitik konumu kadar, adalara yakın bölgede olduğu iddia edilen 6 milyar dolar değerindeki doğal gaz ve petrol. Pekin ve Tokyo, 2008’de bir anlaşma yaparak, adaların etrafındaki doğal gazın bir konsorsiyum tarafından çıkarılmasını kararlaştırmıştı ancak bu ortaklık yalnızca kağıt üstünde kalmışa benziyor.
Sonuç olarak Pekin ekonomik büyümesini ve müstakbel hegemon yakıştırmasını haklı çıkaracak şekilde gücünü bölgesel olarak perçinleme gayretinde. Öte yandan Japonya haricinde ASEAN’ın beş üyesi, kullanım hakları BM’ce de tasdiklenen ve onlar için hayati olan Çin Denizi’nde varlıklarını Çin’in yayılmasına karşı korumak istiyor. ABD, Rusya gibi aktörlerse jeo-stratejik hesaplarla Çin’i frenleme çabasında. Tarihsel olarak her hegemon değişiminde hegemon adayının yakın çevresinden başlaması ve sonuçları tekerrür ediyor. Umutlar ASEAN üyelerinin Çin karşısında, ABD karşısındaki Latin Amerika’ya dönüşmemesi yönünde. Haftaya Asya-Pasifik’e ara ara adını andığımız Moskova’nın penceresinden bakacağız.