Küresel spiral ve borç krizi

Pandeminin yarattığı dalgalanmalara, Rusya’nın işgal girişiminin katladığı petrol fiyatı artışı ve iklim krizinden, tedarik zincirlerindeki aksamalara birçok alanda biriken sorunların derinleştirdiği gıda krizi eklendi. Birçok ülke uçurumun kıyısından aşağı bakıyor. Bu spiralden çıkışın zaman alacağı görülüyor.

Ali Rıza Güngen argungen@yahoo.com

Dünya Bankası’nın düşük gelirli kategorisine yerleştirdiği ülkelerin yarısı devlet borçlarını çevirme sıkıntısı yaşıyor. Birkaç aydır uluslararası gündemi işgal eden devletlerin borç krizi tartışması hem geçmiş dönemleri akla getiriyor hem de sorunun ağır deneyimleniyor olmasının nedenlerini tartışmayı gereksiniyor. Bu yazıda kısaca neden şimdi ve neden borç krizi ağır geçmeye aday sorularının cevabını vereceğim.

Ancak önce Türkiye’nin durumuna değinmeli.

YAKINDA?  

Ek bütçe yasasını meclisten geçirten Erdoğan yönetimi, büyük vergi artışları ile harcamaları karşılamayı planlıyor. Kur korumalı mevduat için Mart-Mayıs aylarında aktüalize olmuş 21.1 milyar TL farkın Hazine’den ödendiğini duyuran Bakan Nebati ek bütçeye konulan 40 milyar TL’lik KKM ödemesi kalemiyle ve faiz giderlerinin 89 milyar TL artırılmasıyla pek bir sorun yokmuş gibi davranabilir. Ancak Türkiye bir süredir borçlarını ödememe ihtimali artmış ülkeler arasında gösteriliyor.

Uluslararası finansal kuruluşlarda 1970’ler sonu ve 1980’lerle karşılaştırılan bir dönemin içinden geçiyorken devletin döviz borç stokunu toplam stok içinde 2020’de yüzde 50 civarından 2022 Mayıs’ında yüzde 67 üzerine taşımış Hazine’nin artık düşük borç stoku oranı avantajı (eskisine nazaran) bulunmuyor, ancak hem oran, hem de borcun vadeye kalan ortalama süresi birçok Güney ülkesine nazaran Türkiye’nin daha iyi konumda görünmesini sağlıyor. Bu nedenle listeye alt sıralardan girmiş bulunsa ve mevcut ekonomi yönelimi son hasarlarını henüz vermemişse dahi, Türkiye’nin devlet borcu ödeme sıkıntısı kısa vadede bulunmuyor. Orta vadenin 2023 yazında başladığını ve o döneme kadar her şeyin değişebileceğini belirterek geçelim.

KUSURSUZ FIRTINA

Dünya Bankası verilerine göre 2020 yılında düşük gelirli ülkelerin borç stoku 166 milyar ABD dolarına, orta gelir düzeyindeki ülkelerin borç stoku da 8,5 trilyon ABD dolarına vardı. Borç stokunda düşük gelirli ülkelerde yüzde 10’u aşan nominal artış ve orta gelirli ülkelerde yüzde 5 civarında kaydedilen nominal artış ekonomik daralma nedeniyle en önemli gösterge kabul edilen borç/GSYH oranlarında sıçramaya neden oldu. 2020 yılında devreye sokulan ve düşük gelirli ülkeleri göz önünde bulunduran borç askıya alma inisiyatifi (2021 yılı sonunda vadesi doldu) ve 2021 yılında bir önceki yıla oranla kaydedilen büyüme oranları borç çevirme sorunlarının bu kadar uzun süre ertelenebilmesinde rol oynadılar. Ancak artık mızrak çuvala sığmıyor.

Pandeminin yarattığı dalgalanmalara, Rusya’nın işgal girişiminin katladığı petrol fiyatı artışı ve iklim krizinden, tedarik zincirlerindeki aksamalara birçok alanda biriken sorunların derinleştirdiği gıda krizi eklendi. Sonuç 2022’de bazı kilit alanlarda ithalat bağımlısı olan ülkelerde daha ağır hissedilecek ancak bütün Güney’i sarsacak bir durağanlaşma. Enflasyonla mücadele adı altında merkez ülkelerdeki faiz artışlarının yaratacağı merkezdeki durgunlukla bir araya geldiğinde bağımlı ülkeler için zehirli bir karışıma yol açan bu finansal koşullar haliyle 1970’ler sonunu ve 1980’leri hatırlatıyor.

Peki, bir borç krizi dalgasının öyle ya da böyle geleceği 2020 baharından itibaren açıkken neden önlem alınamadı?

BORÇ YÖNETİŞİMİ 

Küresel piyasalarda aslında olmayan bir rasyonalite peşine düşmek değil gücün nerede yoğunlaştığına bakmak daha açıklayıcı sonuçlar doğuruyor. Bu nedenle iki yıldır içine sürüklendiğimiz borç spiraline karşı bir şey yapılamayacağını değil, bir şey yapılmadığını hatırlamalı.

Bugün tekrar tekrar akla gelen 1980’ler uluslararası borç krizi önemli bir değişime aracı oldu. 1980’lerde ABD’de çeşitli mahkeme kararları ile biçimlenmeye başlayan ancak tam anlamıyla zaferini 1990’larda ilan eden bir borç yönetişim çerçevesinden söz etmek mümkün. Birleşik Krallık’ta City’nin ayrıcalıklı finansal konumunu koruma doğrultusunda verilen kararlar ve 20. yüzyılda ABD hegemonyası devlet borcu sözleşmelerinin büyük kısmının ABD ve Birleşik Krallık yasalarına tabi yazılmasına neden oldu. 1980’lerdeki çerçevenin en önemli unsuru kendi istikrar programı kredilerini öneren Uluslararası Para Fonunun borç krizlerinde gözetmen ve çözücü konumunu dayatması idi. Her ülkenin makroekonomik verilerine ve borç stokuna göre değişen müzakerelerde borç veren tarafın gönüllü olarak yapılandırmaya katılması bir ilke haline geldi. Ancak bu aynı zamanda, yapılandırmaya katılmayıp, daha sonrasında silinmiş borcu isteyen yatırım fonlarının yüzyıl sonunda pıtrak gibi çoğalmalarına zemin hazırladı. ABD ve Birleşik Krallık Mahkemeleri yapılandırmalar sonrasında borcun toplam değerini talep eden kreditörleri çoğunlukla haklı buldular. Sonuç 21. yüzyıla gelindiğinde çokça şikâyet edilen ve ancak enformel bir şekilde varlığını sürdüren bir borç yönetişim çerçevesiydi.

Yapılandırmalara katılmayan kreditörlerin finansal koşullar ve muhatap oldukları ülkenin durumuna göre güç devşirebildiği, içinden çıkılmaz hale gelen borç krizlerinde yapılandırma sürecinin netleşmesinin uluslararası finansal kuruluşlarca dahi talep edildiği ve fakat çerçevenin sabit kaldığı iki on yıl geçti. İyi niyet ilkeleri doğrultusunda tarafların birbirlerinin koşullarını göz önünde bulundurması ve aşamalı olarak borç krizlerinin çözümü bugün dahi birçok uzmanın ufkunu biçimlendiriyor, ancak mevcut karmaşık sorunları yönetmeye yetmiyor. Yapılandırmaları reddedenlerin başvurabileceği hukuki mekanizmalar devletlerin daha etkili bir borç düzenlemesi talep etmelerini engellerken, esasında kreditörlerin gücünün korunduğu mevcut yönetişim çerçevesi de krizleri derinleştirmeye ve uzatmaya aday haline geliyor.

GİDİŞAT 

Rusya, Bolşevik Devrimi sonrasında ilk kez 27 Haziran Pazartesi günü dış borçlarını ödemedi. Rusya Maliye Bakanlığı borç faiz ödemelerinin aktarım talimatının verildiğini, ancak paranın Euroclear hesabından ileri gitmediğini (engellendiğini) açıkladı. Bu durumun temerrüt sayılıp sayılmayacağı uluslararası bir tartışma konusu olduğu için Rusya bir paranteze alınabilir. Ancak tarihinde ilk defa bu yılın mayıs ayında temerrüde düşen ve büyük bir krizin içine savrulan Sri Lanka’dan, hükümeti bu hafta başında iflastan döndük açıklaması yapan Pakistan’a birçok ülke uçurumun kıyısından aşağı bakıyor. Bu spiralden çıkışın zaman alacağı görülüyor.

1980’lerle günümüz arasındaki farklara da dikkat etmek gerek. 2000’lerde yerli para cinsinden borçlanarak kendilerine alan yaratmış ülkeler, bu alanı 2010’larda hızla aşındırdılar. Lakin, bugün 1980’lere nazaran daha parçalı (irili ufaklı ve çok sayıda aktör barındıran) bir kreditör kesimi var. Madalyonun diğer tarafı ise hukuki süreç ve yine 1980’lerden farklılık arz ediyor: Bugün bu parçalı kreditörler kesimi hukuki olarak daha avantajlılar. Pandemi nedeniyle ekonomik çöküşü gerekçe gösteren ve yapılandırma niyetini açık eden devletler iyi niyet ilkeleri uyarınca muhataplarına zamanında ve uygun bilgilendirme yaptıklarını ve düzenli bir geçiş kotarabileceklerini düşünebilirler. Ancak yapılandırmaya niyetli olmadığını söyleyip 2020’de Zambia’nın isteğini geri çeviren ve yatırım yaptığı tahvillerden yüzde 100’ün üzerine getiri elde edeceği ülkeyi uçurumdan aşağı atmaktan çekinmeyen BlackRock’ın yaptıkları bir uyarı işlevi görmeli. Kısacası kreditörler kesiminde bazı fonlar ve aktörlerin ne yapacakları diğerlerinden daha fazla önem taşıyor. Elbette kendisine hızla borçlanmış ülkelerin teker teker borç krizleri yaşamaya başlaması karşısında Çin’in atacağı adımlar da dikkatle izleniyor.  

Tüm yazılarını göster