Kurgunun estetik direnci: Karşı Salgın
Ozan Eren'in derlediği, birçok yazar ve sanatçının katılımıyla biçimlenen kolektif çalışma 'Karşı Salgın', Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Karşı salgın metaforu etrafında birleşen sosyolojik analiz, öykü, deneme, şiir, çizgi öykü, illüstrasyon ve resim gibi estetik düzlemleri farklı metin ve görsellerden oluşan kitap, karantina sürecini deneyimlemiş yazar ve sanatçıların bu süreçte meydana getirdiği eserlerden oluşuyor.
Hande Balkız
“Yazmak, dünyanın anlamını sarsmak, ortaya dolaylı bir sorgulama koymak ve yazarın son bir gerilim daha yaratmasıyla soruyu yanıtsız bırakmaktır.”(1) Sorular; yazarın yaratım evrenindeki malzeme kadar yapıtın denk geldiği tarihsel sürecin koşullarıyla da ilintilidir. Olası yanıtlar ise her okurun kişisel tarihine, kendi öyküsüne, birikimine ve tasarımlarına göre değişecektir. Estetik analiz bağlamında her okuma/izleme/görme/dinleme bireysel ve özgün yorumlar, biçimsel kalıplar geliştirir. Zira sanat yapıtları üretildiği mekân-zamanın çok çok uzağına ulaşabilecek açık veya örtük iletiler taşımaktadır. Ozan Eren’in çağrı metniyle ivmelenen 'Karşı Salgın'; Ekin Metin Sozüpek, Erkan Karakiraz, Ezgi Eren, Nilay Özer ve Seran Demiral’dan oluşan editör ekibinin verdiği karşılık ve daha birçok yazar ve sanatçının katılımıyla biçimlenen kolektif bir çalışma.
“Salgın hızla yayılmaya devam ederken dünya sisteminin işleyişi bir kez daha sorgulanır hale gelmiştir. İnsanın bencilliğe eğilimi, ekosisteme verilen zararlar, uzaklaşılan temel değerler... Evvelden beri tartışılanlar bugün yine tartışılmakta; ama günbegün artan farklı bir dünya özlemi bizi hala bir araya getirebilmektedir... Acaba ne kadar umut kaldı? Bu salgından kurtulsak bile dünyayı daha yaşanılabilir bir yer haline getirmeye gücümüz yetecek mi? Bir taraftan insanın çaresizliği, bir taraftan yeni anlamlar üretme cabası... İşte tam da bu noktada sizi çağırmak ve sormak istedik: Hastalıklara, karanlıklara, kötülüklere, değersizliklere ya da değersizleştirmelere rağmen bir karşı salgın yaratmak ve bu salgını yaymak ne kadar mümkün olabilir? İnanın, biz de bilmiyoruz. Kime dokunacak, nereye ulaşacak bu kitap? Kimleri enfekte edebilecek ya da dünyayı ne kadar değiştirebilecek?”(2)
Karşı salgın metaforu etrafında birleşen sosyolojik analiz, öykü, deneme, şiir, çizgi öykü, illüstrasyon ve resim gibi estetik düzlemleri farklı metin ve görsellerden oluşan 'Karşı Salgın', karantina sürecini deneyimlemiş yazar ve sanatçıların bu süreçte meydana getirdiği eserlerden oluşuyor. “Yeni normal” tanımları tüm dünyada tartışılır ve tanımlanırken belirleyici egemen söylem sorgulanıyor. Nedir normal?
“Disipline edici özellikleriyle modern toplum muydu normal olan? Yine Foucault’nun uzerinde durduğu biyoiktidarın ilişkilendiği normalizasyon sureclerine hapsolmak mıydı normal?” (s. 12)
'Karşı Salgın'da bireysel-toplumsal dönüşüm hedefi ve dayanışma fikriyle yola çıkan yazar ve sanatçılar, insanlığı eylemsizliğe sürükleyen durağanlığı yaratma eylemine dönüştürüyor. Ortak tanıklık farklı seslerle, farklı türlerle edilgenliği kırıyor ve bir kitaba evriliyor. Ozan Eren’in kök metnindeki izlekten hareketle ‘bir’den ‘biz’e uzanan süreçte her yazar ve sanatçıda bağımsız parçalar halinde üretilen anlamlar yan yana gelip bütüncül bir anlama ulaşıyor. İzleksel düzeyde birbiriyle bağlantılı metin ve görseller farklı tasarımlarla farklı anlam ağlarına dönüşüyor. Birbirini çağıran biçimler kitabı yeni üretimlere, yorumlara genişletilebilecek açık yapıt kimliğine taşıyor. Ali Akay’ın "Karşı Salgın Metaforu" başlıklı yazısı kitap için bir çerçeve metin oluşturuyor. İzolasyon sözcüğünün etimolojisi ve kullanım alanlarına dair bilgi veren Akay, sözcüğün bugüne ulaşan anlamlarından yola çıkarak Dadaistlere, arafta olmanın içeriğine, mimetik estetiğe, edebi zemine yansıyan ‘absürt’ fikrine değiniyor. Çerçeve metinden hemen önceki Nur Yavuz’a ait karakalem çalışmaysa kitabın içeriğini, hedefini ve metodunu görsel bir temsille sunuyor. Dünya figüründen çıkan, yayılan köklerde kitapta çalışmaları bulunan, enfekte olan yazar ve sanatçıların isimleri yer alıyor.
KENDİSİ VE BİR/OZAN EREN
Anlatı, -çoğu zaman- yazarın amacından bağımsız özgün çağrışım alanları kurar. Karşı salgın bağlamında düşünüldüğünde kitabın kök metnini oluşturan "Kendisi ve Bir" öyküsü de ilk kıvılcımın çıkış noktası olması bakımından hem bir yol haritası hem de çoğalabilecek bir yapı özelliği gösterir. Kendisi ve Birisi arasındaki ilişkinin sembolik bir dille estetize edildiği öykü, “Bir kez daha yüzünü insana döndü aynalar... Belki de son kez... Evvelki bir zamanda “hiç vaktim yok” diyordu Birisi. “Seni sonra da görebilirim, derdini sonra da dinleyebilirim.” (s. 29) cümleleriyle açılır. Birisi’nin taşı yontması, bir heykelci bulması, ertesi güne, sonraki haftaya yetişmesi lazımdır. İsimleri; Diğeri ve Birisi’ne dönüştüren, tek tipleştiren hayat uğuldayan sesleriyle insanlar arasındaki mesafeyi açar; korkular, kaygılar, soyut duvarlar örer. Diğerini günbegün hissizleştirerek bir heykele dönüştüren bir başkasına dokunamamaktır. İletişimsizlik, sevgisizlik yok edici bir virüse evrilmiştir. Son aşama taş kesilmektir. Ancak ses söze, insan insana, şehir köye ulaşırsa zafer gelecektir. Asal sayılardan geriye doğru giden bir hastalıktır bu. Asal sayıların düzensiz ilerleyen seyri ve aralarındaki mesafenin belirsizliği metaforik anlamda öykünün simgesel alt yapısıyla birleşir. Her bir asal sayıda bir parmağını kaybetmektedir Diğeri. Veba’yı düşündükçe, taşlaşan parmaklarını gördükçe üzülen Diğeri bir taraftan da kendisinden sonrasına dair umut taşır.
“Yüzyıllar sonra bir resme dönüşebilirdi Diğeri; kim bilir bir şiire ya da bir sayıya... Yaşayamadığı tutkular o zaman Diğeri’ne bakan bir gözde, Diğeri’ni seslendiren başka bir şairde ya da onu ileri bir tarihten geriye sayan narin parmaklarda hayat bulacaktı belki de.” (s.30)
Oluş, dönüşüm Diğeri’nin dışında, onu geride bırakarak devam edecektir. Sadece sesinin taşlaşmadığı anlarda Birisi’ne “Artık heykeltıraş sensin” (s. 31) diyebilecektir. Birisi salgının şiddetine, yayılma hızına inat umutla yapar ‘Kendisi ve Bir’ adını verdiği eserini. İçtenlikle dokunan herkesle oluşan bağışıklık mesafelerin ve virüsün sonunu getirir. Birisi Diğeri’ni bulur, Diğeri Kendisi’ni… Alegorik kurgu düzlemi örtük iletilerle özgün imgelere kapı açar. Dönüşüme de…
RAŞAMONLAR TARİHİ: BİR PAZAR SALGINI/NAZLI KARABIYIKOĞLU
Nazlı Karabıyıkoğlu’nun, eril kültürel örüntüleri sarstığı, kadın-doğa arasındaki uzlaşıyı odağa aldığı "Raşamonlar Tarihi: Bir Pazar Salgını", “Elfiye’nin büyük büyük büyükannesinin bir cadı olduğu doğruydu; cadı büyükannenin maceraları çocuklara uyumaları için anlatılan bir hikâyeydi” (s.39 ) cümleleriyle başlar. Kendi içinde üç bölümden oluşan öykü, yazarın henüz tamamlamadığını ve belki de hiç tamamlanmayacağını belirttiği 'Elfiye' adlı romanından bir parçadır. Elfiye; annesini hiç tanımamış, üvey annesi ve onun iki çocuğuyla ve de silik karakterli babasıyla birlikte üniversiteye dek yaşamış biri. Kendine dair keşiflerinde kadınlardan hoşlandığını ve annesinin de Raşamon soyundan geldiğini öğrenmiş biri. 'Karşı Salgın’a ulaşan kısmı ise Elfiye’nin büyük büyük büyük annesi Goşemef’in hikâyesi.
İlk bölümde kapkara bir Habeşli’nin kucağında parlak yeşil gözleri ve kaymak teniyle daha üç yaşındayken gelir hareme Goşemef. Yazgısının şekilleneceği toprak kendisi gibi Çerkes bir cariyenin gözetimidir. Karnındaki bebeğin şehzade olacağı ümidiyle gün sayan cariye, kesenin içinde yeşil, ölü bir oğlan doğurur. Tahttaki payını, hiyerarşideki sözünü kaybetmiştir. Uğursuz akıbeti Goşemef’in yeşil gözlerine yorar. Lanetler hemcinsini. Konuşmayan, sesi duyulmayan Goşemef’in cariyeden devşirilen laneti dallanır budaklanır. Korkulan, sessiz bir hayalete dönüşür Goşemef. Biyolojik cinsiyetinin dayatacağı rollerle karşılaşma ânında, ilk kanamasında tembihlenir ne yapması gerektiği. Aidiyet alanı belirlenmiş, cinsel davranış eğilimlerinin sınırlarının altı çizilmiştir. Aldırmaz Goşemef topluluğun kurallarına ve içindeki Raşamon sesiyle ritüelini kendisi yaratır. Sembolik mekân haremin sınırları/kuralları Goşemef’in soy kütüğündeki büyülü imgelerle baş edemeyecek kadar zayıftır.
“Goşemef hepsini dikkatle dinledi ve başını salladı. O gece kıvırıp orasına koydukları bezleri donundan çıkardı. Bahçeye çıktı, sessizce. Güllerin arasına girip bekledi. Sonra yatağına dönüp kanını direkt donuna saldı. Bunu kanadığı her ayın ilk günün gecesi yaptı.” ( s. 41)
Goşemef aykırı adımları ezberlenmiş, doğruluğu sorgulanmamış kodlarla yaftalanır. Cin çarpmıştır, iyi saatte olsunlar’a karışmıştır. Çözüm cezalardır, yoksun bırakmaktır, topluluğa uydurmaktır. Uymaz ama. Kendi yarattığı eylem alanında, öteki olmanın özgürlük tarafında yaşamaya devam eder. Goşemef’in efsunu hareme gelen falcı kadınla aydınlanır. Sırrı çözülür, dile gelir.
“Ben bir Raşamon’um, her zamanların/ Her yerlerin ve her şeylerin/Kadınıyım./ Raşamon kadınlarının soykırımlardan/ Ve salgınlardan kalan son birkaçından biri.” (s. 44)
İkinci bölümde zaman çok daha geriye gider. Raşamonlar’ın tarihine. Kendini ormanın ruhu olarak tanıtan cinsiyetsiz bir ben anlatıcı alır sözü.
“Ben, ormanın ruhu, yeşil derili, ağaç kovuğunda yaşayan, olumsuz, karbonun dağıldığı ilk andan itibaren dengeyi iki ayağının üzerinde doğrulanı tüketerek yerküreye faydası dokunan.
Ne zaman doğduğumu bilmem, ne yılan gibi yumurtadan, ne fil gibi kuyruğun altından.”, “Ben, ormanın ruhu, yeşil gözlü, ağacı içinden yiyip bitiren, olumsuz. Varlığım hepsine karşı bir salgın.” (s.49)
İki ayağının üzerinde duranlarla beslenen hepsine karşı bir salgın… Ben anlatıcının ruh emerek, kan emerek işleyen yaşam döngüsü son dişinin yavrusuyla sekteye uğrar. Anneyi kaburgalarına kadar söker ancak yavruyu yaşatmaya çalışır. İlk önce nedensiz, amaçsız… İçinde uyanan bir şefkatin peşinde…
“Onu kovukta bıraktım, sadece artıkla doydum, kimin ne dili varsa içimde sakladım. Her dönüşümde ona kendi dilimden bir şeyler öğrettim. Sonunda kovuğu terk edişini izledim.” (s.50)
Üçüncü bölüm Elfiye’nin çocukluğudur. Raşamon kadınlarının kendi içlerine kapalı yaşam formlarının anlatıldığı bölümde anaerkil yapı dikkat çeker. Yazılı/yazısız yasaların yapı taşı erk ve onun görünür biçimi baba/erkek figürünün yaşam alanında bulunmayışı ile aynı figür yazınsal söylemin de dışında bırakılır. Anneler içinde büyüyen Elfiye’nin hikâyesi de Goşamef gibi ötekileştirilen birinin hikâyesidir. Hopa’nın çıkışına yakın kayalık bir tepede, gül ağaçları arasında yaşayan Raşamon kadınları için her mayısın beşinde ettikleri dua ve üzerinden atladıkları ateş yeterlidir. Hıdrellez geleneğinin kültürel sürekliliği içinde, doğayla uyumlu, kentten uzak hayatı bölen ise gül, gül suyu ve şarap satmak için gidilen pazarlardır.
Kuzamen’le şehre iniş Elfiye için hem ötekilerle hem de kendi içindeki tılsımla karşılaşmalar içerir. Çocuk gözüyle iştah açan ve izinsiz alınan bir elma hoyratlığın, acımasızlığın yüzünü gösterir. “Pis orospu Raşamon piçi, hem de hırsız!” cümleleriyle üstüne yüklenen adamlar ve sessizce izleyen kadınlar ‘ötekileştirme’yi görünür kılar. Şiddetin çirkinliği karşı salgını harekete geçirir. Anatomik olanaklar ihlal edilir ve karşı duruş tılsımı Elfiye’nin üzerindeki tüm erkekleri heykele dönüştürür.
“Pazar arabalarını süren kadınlar, tezgâh arkasındaki sebzeciler, limon satıcıları, hepsi sessizdi; Elfiye’nin etrafındaki öfkeli erkeklerin taş kesilişini izliyorlardı. Elfiye erkek çemberinin içinden çıktı. Perişan görünüyordu fakat gözleri közde ısınan yeşim taşları gibi parlıyor, saçları başının çevresinde diken diken, devasa bir hale meydana getiriyordu.” (s.50 51)
Taş kesilen bedenlerin arasından çıkan Elfiye, “Onları bedenlerinden çıkan bir salgına bıraktım annem” der. Onları her mayısta gül ağaçlarının dibine kanayan erkeklerden kılmıştır.
Y-A-S/EZGİ EREN
“Şekilsiz tırtılın alımlı kelebeğe dönüşmesini birkaç kere yaşatıyor hayat. Kimileyin doğanın masumluğuna kaçıyorum, alacaklı yaban oluyorum. Kimileyin betonla çevrili, doğaya borçlu şehirli oluyorum. Kelebek tırtıla, tırtıl insana, insan doğaya, doğa şehre dönüşüyor işte o zamanlar. Ben kabuğuma çekiliyorum” (s.141) cümleleriyle bitirir Ezgi Eren “Y-A-S” başlıklı öyküsünü. Ancak öykü kabuktan çıkışla, ‘oluş’ imgesi/metaforuyla ve “Her şey dansla başladı” (s.138) cümlesiyle başlar, ritimle… Hem öykünün iç gerçekliğindeki düzleme hem de doğanın özgün akışına, eylemliliğine bir göndermedir ritim algısı. Oluş, bekleyiş, tükeniş, reddediş, unutuş, oluş alt başlıklarına bölünen öykü döngüsel bir yapıyla inşa edilir. “Biliyordum, bu sonsuz arayış başlatacaktı ‘oluş’u, ben de yürüdüm yürüdüm...” (s.138) cümlesindeki adımlarla açılan öykü 'Kahramanın Sonsuz Yolculuğu'nu(3) akla getirir. Monomitin çekirdeği ayrılma-erginlenme-dönüş ekseninde tırtıl kelebeğe, doğa izleyen göze dönüşür. Anlatıların temel metaforlarından biri olan yola çıkma, içinde bir başkalaşım ihtimali taşır. Anlam arayışındaki varlık yola çıkacak, varoluş karmaşasında ötekilerle tanışacak, kendini belki bulacak/bulmayacak, yanılacak ancak anlayacaktır. Estetik derinliğin mitsel göndermelerle kurulduğu öyküde kahraman ‘öteki’ konumuyla ‘insan’ı izler. Bekleyiş’te yeşilden griye ulaşan kahraman, kutucuklarda yaşayan, kutucuklara bakarak, yazarak iletişim kuran, soyut kalabalıkta ama yalnız bireyle karşılaşır. Adeta bir simülasyon içinde ve tek tipleşen kişiler içindeki bebek ise bir umuda kapı açar. Kahraman bekler büyümesini. Tükeniş’te büyüyen bebeğin davranış örüntülerinin de kendilerinden öncekiler gibi olduğu gözlenir. .
“Sahip olduğu yeni oyuncakları göstermek için kendi gibi birçok büyük bebekle görüştü. Tanıştığı kimselerin de başarılı olabildiğini, kendisinin daha büyük işler yapacağını, insanları iyileştireceğini, insanları öldüreceğini, tekrar insanları iyileştireceğini söyler durur oldu. Virüs dedi, hastalık dedi, ilaç dedi, yaşam dedi, olum dedi...” (s.140)
Teknolojinin hızıyla ilerleyen gündeliğin fiziksel ritmi virüsle sekteye uğramıştır. Reddediş’te kutucuklarda çözüm arayan bireyin durumu kahramanın umudunun tükenişini gösterir. Unutuş’ta evler gezen, ev içlerini izleyen kahraman silmeye başlar hafızasına işleyen görüntüleri. Pupasından çıkmış bir kelebek gibi özgür, yeni uyanan bir bebek gibi şaşkın ilerler. Oluş, kendi gerçekliğine dönüştür. Kahramanın kanatlarıyla inşa ettiği hikâye döngüyü tamamlar. Hayatın insana dair materyalist çizgisi gride kalır. İnsanın hayatla kurduğu ilişkinin yüzeyselleşmesi doğadan kopuşu işaret eder. Ritmin, akışın, anlamın yitimi, varoluşun izlerini silebilecek virüslerle sembolize edilir.
KAPAN TIRNAĞI/EKİN METİN SOZÜPEK
Kendi içinde dokuz parçadan oluşan "Kapan Tırnağı", zamanın ateş ile ölçüldüğü bir metin. Vücut ısısının yükselişiyle bulanıklaşan zihnin koridorlarında, puslu bir alanda tınısı anbean değişen sesler. İç sesin yankılarıyla, sanrılarla biçimlenen bir anlatı düzlemi…
“Fısılda kendine. “Sanrılara sebep oluyor”. “Fizyolojik belirtiler atlatılsa dahi akli melekelerde oluşan hasar ciddi boyutlara varabiliyor”, “kalıcı hale gelebiliyor”. Bu cümleleri işitince tuhaf bir çekim hasıl olmamış mıydı iskeletime?” (s.170)
Karmaşık bir zihnin oyun alanına dönüşen kurgu hattında zihnin hızına yetişemeyen dil sürekli kırılır, dağılır, form değiştirir. Sözcüklerin bölündüğü, kısa, kesik cümleler ve ünlemlerin kaotik duygu durumu labirentlerinde anlatıcının kimliği de değişir. ‘O’nun mesafeli duruşu zaman zaman yerini aynaya konuşan bir ‘Sen’e bırakır.
Anlatıcının kendi gerçekliğine, olağan yaşama dair algıları virüs egemenliğiyle olağandışının sınırlarına çekilmiştir. Sınırların tekinsizliğinde zihin hem ontolojik kaygılar hem de fiziksel kaygılar üretir. Her gün yayımlanan ölüm tabloları, kaybedilen sayılara dönüşen hayatlar… Değer yitimi… Tabloda yer alma ihtimali, hayatı ekranda bir sayı ile değiştirme ihtimali…
“41 41 41 41. Gün 1 gün 2 gün 3 gün 3 gün 6 gün. 6 gün, 7 gün 8 gün 8. Ölen 1000 ölen 2000 ölen 200000 ölen binlerce yüz. Dünyanın halinin beni zerre ilgilendirmediği noktadayım. Ben kim miyim? “Ölebilecek 1”. Elinin kiri.” (s.170)
Art alanda yükselen ateşin ele geçirdiği anlatıcının travması, edilgen öfkesi bilinç akışının kaygan zemininde verilir. Teknolojinin hızı, doğaya verilen zarar, güncellenen iktidar ağları, maskeli gezen hiyerarşiler, insan haklarının, hayvan haklarının deforme edilişi anlatıcının farklı farklı bağlamlarda yüzleştiği konular olarak belirir.
“Tahammül. Ya yalnızlık? Yalnızlık iyi. Temassızlık? ‘Sana dokunan hiçbir şey yok’u soluyorsun. Hiçbir şey dokunmuyor sana bu yüzden her şey dokunuyor; gidiyor ağırına, alamıyorsun hafife. Ağırca bir yorgan bile, gece çöküyor ya üstüne; bundan büyük mutluluk olur mu / hiçbir şeyi taşımak istemiyorum, kaldıramıyorum ama bedenimde bir temasın yükünü istiyorum, bir temasın yükünden mahrumum işte.” (s.171)
21. yüzyılın kalabalık yalnızlığı… Çok renkli, çok hızlı, çok sahte, çok mesafeli ilişkiler yumağı. Belirsiz bir bekleyişin içindedir anlatıcı. İletişimsizlik, sevgisizlik, insanlar arasındaki boşluklar hayatı anlamsızlaştırmıştır. Anlamsızlık salgın sürecinde eve kapanmayla, hastalığa yakalanma ve kurtulamama korkusuyla görünür hale gelir. Hayata, insanın kendisine, etrafındakilere dair ıskaladığı, kaçırdığı değerler ifşa edilir.
“(Kağıda rakamlar yazmak bitsin. Yazmakla direniş fikrim bitsin. Şöyle bir durup, etrafa, bakmayı ıskaladım. Bunlar, bitsin.)” (s.171)
ÇEVRİMİÇİ MÜZE GEZİSİ VE UZAYAN ÜZÜNTÜNÜN ŞARKISI/NİLAY ÖZER
“Edebi-bilimsel inşalar olarak metaforlar bir çağın, bir kültürün, bir ortamın yansımalarıdır aynı zamanda.”(4) 21. yüzyılın akışını durağanlaştıran, farklı sapma noktaları oluşturan salgın süreci insanı da sınırları belli konumlara hapseder. Evlerin, odaların mikro alanlarına sıkışan birey, dünyayla iletişimini virtüel mekânlar üzerinden kurar. Başkalaşan entelektüel iklim metaforları da bellekteki farklı coğrafyalara çağırır. "Çevrimiçi Müze Gezisi ve Uzayan Üzüntünün Şarkısı"nda fiziksel deneyim çevrimiçi, zihinsel bir deneyime dönüşür. Nilay Özer’in şiir hattını yeni yaşam pratiklerinin zemininde ördüğü görülür.
“kendi evlerine kapandıkça kapanan / kapandıkça kapanmanın illüzyonunu kıran / gözlerimizin müzesi oldu dünya / çok parlak / saykodelik / fraktal...” (s.179)
Dünya, zamanın biriktiği, katmanlaştığı bir mekân olan müzeler gibi seyirlik bir hale gelmiştir. İnsan ve hayat arasındaki iletişimin yeni formu, karmaşık geometrik biçimlere göndermeler içeren fraktal sözcüğüyle ilişkilendirilir.
“evde, oturduğun yerden gezerken bir müzeyi / şiddete ve şehvete çağıran /
organsız bedenler ve bedensiz organlar” (s.175)
Nilay Özer, anlama dair sorgularında Deleuze’ün 'Anlamın Mantığı’nda ele aldığı ‘organsız beden’ kavramını kullanır. İmgelemin fay hatlarında artık derinliği değişen anlam örüntüleri vardır. Yüzeyden derine ilerleyen doğayla, dirimle, mitlerle çoğalan odaklarda şiir erk’in yıkıcı eylemlerini İsa ve Meryem üzerinden aktarır. “Meryem mi söylüyor uzayan üzüntünün şarkısını/ben mi söylüyorum Meryem’e inanmadığım yerden” (s.177) Meryem’e inanmadığı yerden söyler Nilay Özer. “ağaç kökleri bana kanımı hatırlatır” (s.174 ) der şiir öznesi. Arketipsel imgeler, kolektif bellekten aktarılan kök yargılar erkeklerin kurguladığı bir tarihin yanıldığını gösterir
“her şey ait olduğu hikâyeyi arıyor / kadınların taşıdığı otlar rüyalar getirecek / savaşlar getirecek erkeklerin tarttığı kalpler / ne tartarlarsa tartsınlar adil değiller / onlar mı söyletiyor uzayan üzüntünün şarkısını” (s.176)
YASAĞA ÇIKMA SOKAĞI/SEVDA ZEYNEP KARADAĞ
Şiir, şair ve dünya arasındaki ulaktır. Şairin, bilinç /bilinçaltından gelen imgeleri dünya diline çevirmesidir. Mekândaki sıkışmışlığın özgün metaforlara dönüştüğü "Yasağa Çıkma Sokağı"nda içeride veya dışarıda olmanın çıkışsızlığı anlatılır. Şiir, içerisi ve dışarısı arasındaki zihinsel gerginliğinin bulanık arafında ilerler. Salgının sarstığı, yerinden oynattığı yaşam pratikleri, değerler; insanın doğaya, başka insanlara ve kendine yabancılaşması temel izlekler olarak belirir.
“ ‒dışarıdayım‒ / aynada birbirinin aynı zamanlar / sırlar / sınırlar / ki henüz çizilmemiş olanlar da var / ve çözülmemiş./ Araftayız” (s.91) dizelerinde birbirini yankılayan günler dile getirilirken, yalnızlaşan, kendine çekilen insanın karşılaştığı benlerle yüzleştiği anlara değinilir.
Çözüm bulma yöntemleri başka başka da olsa, ait olunan coğrafyaya, sosyo-ekonomik koşullara göre değişebilecek olsa da ‘sorun’ herkesi eşitlemiştir.
“kurtlar / kuzular / bir de çoban / bir ihtimalin ucunda / ilk kez aynı taraftayız.” (s.91)
Hayatın akışını bozan virüsün bulaşma konusunda adil bir tavrı vardır ancak süreç yine kadim eşitsizliklerin altını çizerek ilerler. Günlerin ölümlerle karardığı, nabzın kayıplarla attığı bir zaman diliminde hayatta kalma dürtüsüyle sevdiklerini kaybetme korkusu arasında bocalayan insanın çaresizliği… Sokağın, gökyüzünün, denizin gündelik hayatın paçası olmaktan çıkışı… Kendisiyle, içinde yaşadığı toplumla, tarihle yüzleşen insanın şaşkınlığı, hep aynı yerden aynı hayretle kırılması…
“ve aklımda karanlık sorular / şefkatle saydığım bozuk paralar neden hiç birikmiyor? / sağ kalınmışlığın mahcubiyeti ve cevaplar / şuraya bir ben deşelim / turna kuşu uçurmak varken şimdi göğsümde / kendi kafesimi örüyorum. / ne dışarıda, ne içeride / korkarım hep aynı yerdeyim.” (s.94)
KURGUNUN ESTETİK DİRENCİ
Umberto Eco, 'Açık Yapıt'ta estetik değer taşıyan metinlerin yorumlanmasında okurun rolüne değinir. Müzik, edebiyat ve görsel sanat ürünlerinden harekete geçerek oluşturduğu metodolojide çoğul yorumlara açıklığı ileri sürer. Bir metnin sınırsız yorumlanabileceğini ancak her yorumun eşit düzeyde doğru olamayacağını da belirtir. Metni algılayan özneyle estetik uyaran arasındaki etkileşimin odağa alındığı eserde sanat ürünleri ‘açıklık’ kategorisinde analiz edilir. Eco’ya göre her sanatçı özgün bir eser üretir ancak uyaran ve tepki örüntülerinin algılanmasında muhatabın eğilimleri, birikimi, beğeni perspektifi de anlamlandırma sürecinde etkindir. “Bu nedenle bir sanat yapıtıyla olan tüm etkileşimler hem yorum hem icradır çünkü her etkileşim farklı bir bakış açısı taşır.”(5) Bu bağlamda 'Karşı Salgın' çağrı alanı genişledikçe, yazdıkça, okundukça çoğalacak; yazar ve okurlarda kişisel deneyimler, bakış açıları üretebilecek bir açık yapıt özelliği göstermekte.
“Bu çağrı metnini 15 Nisan 2020’de yirmi iki kişiden oluşan bir grup yazar ve sanatçıyla paylaşmış; editörler olarak 15 Haziran 2020’ye kadar bize ürünlerin gönderilmesini rica etmiştik. Çağrı metnindeki ilk iki maddemiz şöyleydi:
Dileyen “karşı salgın” ve ilişkisel temalar hakkında, dileyen ortaya konan eserlerden etkilenerek bir şeyler yazabilir. Bu yüzden eser dosyasının son durumu ‒yeni eserler gönderildikçe‒ katılımcılarla paylaşılacaktır. Gönderilen eserlerin edebiyat, sanat ve kurgu çizgisinden çıkmaması beklenmektedir.” ( s.12)
Fiziksel sınırlılığın, durağanlığın, düşünsel ürünlere dönüştüğü Karşı Salgın’da metinlerin denklemleri karşı salgın metaforu ekseninde kuruluyor. Çerçeve metnin Ali Akay tarafından yazıldığı kitapta Ozan Eren, Gizem Malkoç, Nazlı Karabıyıkoğlu, Yusuf Uğur Uğurel, Fergun Özelli, Dolunay Aker, Uğur Engin Deniz, Murat S. Dural, Neslihan Yalman, Esen Kunt, Aydın Afacan, Belma Fırat, Ezgi Eren, Gökçenur Ç., Ekin Deniz Kaya, İbrahim Karaoğlu, Ekin Metin Sozüpek, Nilay Özer, Erkan Karakiraz, Batur Osmanoğlu, Selcan Peksan, Seran Demiral, Sevda Zeynep Karadağ, Can Gürses, Nur Yavuz, Raşel Meseri, Sevinç Çalhanoğlu, Emre Zeytinoğlu’ndan oluşan yirmi dokuz ismin farklı türlerdeki çalışması yer alıyor. 'Karşı Salgın'da metin ve görsellere ek olarak anonim yazılan dipnotlar da dikkat çekiyor. Sayılara atfedilen anlamlar salgın sürecinde sayılara dönüşen, sayılarla ifade edilen insan hayatına dair metaforik göndermeler içeriyor.
sıfır
“Yokluğu, hiçliği, cansızlığı andırır şekli ve bunları var sandırır şemali. Kalan her rakam bir güçle anılırken yutanlıkla yaftalanır ismi. Varoluşun mazgallarından gelen fısıltılara kulak asıldığında: Bütün öyküyü kuran, sebepsiz, önsüz, ilksiz sihir; o’dur oysaki.
sekiz
“Yedinci günden sonra, yaratılmış bir dünya, tastamam... değil elbet: İki sıfırın üst üste binmesinden bir tam çıkmaz. Üst üste kondukça yükselir ama, daha yukarıya... İyisi mi, yan yana koyalım sıfırları, geleceğe doğru ilerledikçe 00000... 1 yere varır mutlaka.”
on dört
“O’ndan beslenip, on’u aşmaya yeltenebilir. ON’a eklenip, O’nu da değiştirebilir. “ Sadece 14” diyen yanılabilir.”
Son olarak, 'Karşı Salgın'a dair detaylı bir incelemenin bu yazının sınırlarını aştığını söylemekte yarar var. Değerlendirmede metinsel analize yoğunlaşıldığı için görsellere dair yorumlar eksik kalmıştır. Birçok farklı türün bir araya geldiği 'Karşı Salgın'daki tüm içeriği yansıtacak bir analiz daha hacimli bir çalışma gerektirmektedir. Ancak, Raşel Meseri’nin ‘oje-resim’ tekniğini kullanarak oluşturduğu, 'Karşı Salgın'ın yüzü haline gelen cinsiyetsiz figürün kitabın gücüne olan etkisine değinmeden geçmemek gerekir. Ayrıca, Gizem Malkoç’un türler arası geçişe olanak sağlayan çizgi öyküsünün metin ve görsel arasındaki sınırları esnettiği söylenebilir. Bir çağrı metniyle oluşmaya, çoğalmaya başlayan ve gelirinin HAYTAP-Hayvan Hakları Federasyonu’na bağışlanacağı 'Karşı Salgın', kanımca çağımızda dengesi bozulan birçok şeye karşı kolektif, kurgusal, estetik bir direnç.
Dipnotlar
- Roland Barthes’tan aktr. Umberto Eco, Açık Yapıt (çev. Tolga Esmer), Can Yayınları, İstanbul, 2016, s. 66
- Ozan EREN (der.) Karşı Salgın, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2021 s.11 (Alıntılar bu baskıdandır.)
- Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu (çev Sabri Gürses), İthaki Yayınları, İstanbul, 2017
- Douwe Draaisma, Bellek Metaforları: Zihinle İlgili Fikirlerin Tarihi (çev. Gürol Koca), Metis Yayınları, İstanbul, 2007, s. 21
- Umberto Eco, Açık Yapıt (çev. Tolga Esmer), Can Yayınları, İstanbul, 2016, s.66