Kürt siyasi iradesini yok sayma, yok etme girişimlerinin yıllardır iktidar eliyle sürdürüldüğü malum. Kürtlerin varlığını inkar edemez olanların geldiği son nokta olan Kürt siyasetini inkar politikası, 6-8 Ekim Kobane olaylarından bu yana ülke siyasetini şekillendiren temel argümanlardan birisiydi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) kriminalize edilerek Kürt siyasetinden diskalifiye edilmeye çalışıldı yıllarca. İktidar partisinin ve ortağının siyasi hedefleriyle örtüşen ve Kürtleri inkara dayalı eski devlet politikası, bu defa Kürt siyasetinin başat aktörü HDP üzerine yoğunlaşmıştı.
Terör suçuyla ilişkilendirildiği her propagandayla, meclis televizyonu karartılmakla, ana akım medyadaki görünürlüğü engellenmekle oy kaybedeceği varsayımı üzerine yürütüldü iktidar politikası. Ancak propaganda imkanları bile hayli kısıtlanan HDP umulanın aksine oy potansiyelini koruduğu gibi Türkiye siyasetindeki anlamlı yerini de korumaya devam etti. İnkar politikası vaktiyle Kürt kimliğini pekiştirmeye yardımcı olduğu gibi günümüzde Kürt siyasetini inkar politikası da HDP’nin Kürt siyasetindeki başat konumunu pekiştirmesine yaradı. Kullanabilecek bir siyasi akıl olsa ülkemizde bu durum sosyal barışımız için ele geçebilecek en büyük şans. Fakat sürdürülen inkar politikasıyla mümkün değil tabii.
HDP’yi kriminalize etme politikası başladığı günden bu yana her seçim, biraz da bu politikanın iflasını ilan niteliğindeydi. Son yerel seçimler de pekiştirdi bu iflası. Ancak iktidar hâlâ iflasını ilan etmeye yanaşmıyor. Bir önceki dönemde uygulanan kayyım politikasının ikinci dalgayla sürdürülmesi, müflis tüccarın kör inadı gibi…
Hem güvenlik öncelikli devlet politikalarını inatla sürdürmeye çalışmak hem de bundan iktidar ortakları için siyasi fayda ummak yönünde bir halkla inatlaşmaktan ibaret, kayyım darbeleri. Ancak HDP’yi Kürt siyasetinden silmeye yetmediği de anlaşılmış olacak ki kamuoyu desteği aranıyor. Eğer kamu diplomasisi bağlamında bir operasyon değilse bile iktidar politikası için kamuoyu desteği mahiyetinde aranan kan, Hacire Akar’ın eylemiyle bulunmuş görünüyor. Annelerle anılan Kürt ailelerin dağdaki oğullarını, kızlarını HDP aracılığıyla kurtarma, geri alma girişimi, HDP’yi terörle irtibatlı gösterme çabalarının yeni bir aşamaya geçtiğinin göstergesi. Adeta şapkadan tavşan çıkarma hamlesiyle iflas eden politikaya can vermeye çalışılıyor.
Fakat bu siyaseti tersinden okuduğumuzda arzu edilenin aksine HDP için güçlendirici etkiyle sonuçlanacağı söylenebilir. İflas ettiği halde kayyım darbeleriyle sürüklenmeye çalışılan Kürt siyasetini inkar politikası şimdi “Kürt Anaları” aracılığıyla harbiden yerle yeksan ediliyor. Kürt Meselesinin legal zeminde yürütülen siyasi mücadele ile çözümü için son arayışın adresi sayılmış olmalı ki Mehmet Akar, dağa çıkmadan önce son olarak HDP binasında görülmüş. Meşru siyaset zemini Kürtlere kapatılmaya çalışıldıkça silahlı mücadele güç ve önem kazanıyor olmalı gençlerin gözünde. Aileler de kamu düzeni adıyla güvenlik politikalarını önceleyen devletten ziyade umutlarını Kürt siyaseti temsilcilerine bağlamış görünüyorlar. Evet bu bir tersinde okuma. Çoklarına zorlama gibi de gelebilir. Ancak siyasetin, gerçekleri ters yüz etme özelliğini dikkate alarak bu eylemlerin sonucunda HDP güçlenecek diyebiliriz. Çünkü devletin yapamadığını yaptı, Mehmet Akar olayında.
HDP’ye kızarak, suçlayarak, terör örgütü PKK destekçisi görüp göstererek dahi olsa devletten değil, partilerinden medet umdukları açık. Kürtçe mesajlarını, ağıtlarını hangi kamu kurumu binası önünde HDP Diyarbakır İl Başkanlığı girişindeki kadar rahatça seslendirebilirlerdi? Devlet kurumları önündeki oturma eylemlerinin hangisine açık kamu desteği verildi bugüne kadar? Galatasaray Meydanı'ndaki Cumartesi Anneleri'nin, annelik açısından gazlı, coplu, gözaltılı ve yasaklı güvenlik(?) tedbirleriyle kutsanışı(!) hatırlarında elbet. Biliyoruz annelik de bir yere kadar kutsal devletimiz nezdinde. O kutsiyet, devlet politikalarının ve kamu görevlilerinin suçlarını görünür kılan sınır aşımıyla yok oluyor bir anda. Suçlayarak dahi olsa kendilerini en rahat ifade edip, meramlarının anlaşılacağı yer olan HDP kapısına gidiyorlar.
Nitekim Meral Akşener de örtük biçimde olumsuzlayarak bile olsa bu eylemlerin HDP için taşıdığı önemi görmüş: “Evlatlarımızı korumak ve kollamakla görevli bir devlet varken, vatandaşı bir siyasi partiden talepte bulunmak zorunda bırakmak ciddiyetsizliktir, yönetim zafiyetidir. O annelerin vicdanı üzerinden kurgu yapanları uyarıyorum; annelerimiz, devletin kapısı yerine parti kapısına gittikçe o partiye “Devlet” misyonu biçiyorsunuz.” Görünen ise biçilen rolün, devlet misyonu değil ama HDP’nin siyasetin başat aktörü olduğu yönünde. HDP Kürt siyasetinin başat aktörü ve Türkiye siyasetinin vazgeçilmez parçası. Eylemler, bugün değilse yarın bu gerçeğin kabulüne hizmet edecektir.
Umulansa silahlı mücadeleyi önlemenin biricik yolunun meşru siyaset zemininde yapılacak mücadele olduğunu devletin de anlaması. Kürt siyasetini inkar aracı olarak kullanmak yerine Halkların Demokratik Partisi'yle Türkiye siyasetinin bütünleşmesi sayesinde toplumsal barışın kurulacağını görmesi. Yoksul Kürtlerin çocuklarıyla yoksul Türklerin çocuklarını aynı çatışmalarda ölüme sürükleyen, Kürt analarıyla Türk analarına aynı acıyı yaşatan bu örtük savaşın bitirilmesi için devlet müzakere masalarını yeniden kurmalı. Kürt siyaseti ve Kürt halkının siyasi tercihi yok sayılarak gerçekleşemez bu müzakere masaları da. Ezcümle şu an HDP barış umudunun gözbebeği ve HDP’yi yok sayma ve Kürt siyasetini inkar politikası bugün değilse yarın iflasını ilan etmeye mahkum.