Kürt çocuklarının üstün yararı nedir?
İnkâr ve bastırma yollarıyla Kürtçe’yi boğmaya çalışan siyaset bunun mümkün olmayacağını anladıktan sonra unutturma ve değersizleştirme yoluna başvurdu.
Hamza Aktan
“Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.” Çocuk koruma hukukunun en temel ilkelerinden olan çocuğun üstün yararının gözetilmesi ilkesi Türkiye’nin de tarafı olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de bu şekilde vurgulanıyor. Ayrım gözetmeme ilkesi, çocuğun kimliğinin korunması hakkı, görüşünün alınması ve ifade özgürlüğü de bu hukuk dalının diğer temel ilkelerinden. Her ne kadar bu ilkelerle Türkiye’deki Kürt çocuklarını bir arada resmetmek mümkün değilse de, ilkeleri hatırlamaya ve hatırlatmaya olan ihtiyaç varlığını koruyor.
Milyonlarca Kürt çocuğu 2022-2023 eğitim yılına yine anadillerinde eğitim alma imkânı olmadan girdi. 2012’den bu yana sunulan seçmeli ders hakkının bir kazanım olsa da istatistik tutmanın ötesinde fayda sağlamadığı (2021-2022 döneminde 20 bin 265, 2020-2021 döneminde 21 bin 592 çocuk bu dersi almış), bu derslerde çocukların anadillerini gerçekten öğrenip geliştirebilmelerinin mümkün olmadığı uzun süre önce anlaşıldı.
'YAŞAYAN DİLLER'İ YAŞATMAMA ÇABASI
Tüm derslerin Türkçe verildiği bir eğitim sisteminde ayrıca zorunlu Türkçe dersi verip buna haftada 6 saat, yabancı dile haftada 3 ile 4 saat ayıran Milli Eğitim Bakanlığı, Kürtçe’yi “yaşayan diller ve lehçeler” başlığı altında muhtemelen “çocuğun üstün yararını” da gözeterek seçmeli olarak veriyor ve 'ne kadar az Kürtçe o kadar üstün yarar' dercesine sadece 2 saat ayırıyor. Bunun da ötesinde okula yeni başlayana değil, 5. sınıfa kadar gelmiş, anadilinden bu sürede olabildiğince uzaklaşmış çocuğa bu dersi uygun görüyor.
Çözüm sürecinin bir parçası olarak 2012’de başlatılan seçmeli ders uygulamasına olan ilgi son 10 yılda siyasi konjonktürdeki gelgitlere göre şekillendi. Çözüm sürecinde ana akım medyadaki görünürlüğü ve promosyonu yüksekken 2015’ten sonra mümkünse medyada gösterilmemeye çalışılan bir konuya dönüştü. Bunun da etkisiyle “Yaşayan diller ve lehçeler” dersleri geçen 10 yıl içinde giderek daha az ilgi görmeye başladı. 2015’te -çözüm süreci henüz devam ederken- 85 bin öğrenci bu dersleri seçmişken[1] sadece yedi yıl içinde bu rakam 20 bine kadar düşmüş durumda.[2] Öyle görünüyor ki devlet, kendi açtığı dersleri, öğretmen sağlamayarak[3] sınıf açmayarak,[4] velileri yanlış yönlendirerek veya hiç yönlendirmeyerek,[5] yarattığı siyasi iklim dolayısıyla insanların bu dersleri tercih etmesini zorlaştırarak ortadan kaldırmaya çalışacak. Bunun adını da “kendileri istemedi” koyacak.
Bu derslere olan “ilgisizliğin” kaynağında devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemesi, dolayısıyla bilinçli birtakım politikalarının olduğu sonucu yalnızca İstanbul’a bakılarak bile anlaşılabilir. Nitekim, HDP’nin 2015 Haziran seçimlerindeki İstanbul oyu 1 milyon 69 bin iken aynı yıl İstanbul’da Kürtçe seçmeli dersi tercih eden öğrenci sayısı sadece 108. Eşit şartlar, fırsatlar ve imkânların olduğu bir ortamda bir milyon seçmenden sadece 108’inin Kürtçe’yi seçmiş olabileceğine inanmak imkânsız. Ya da ülke genelinde 6 milyonu bulan HDP seçmeni arasından yalnızca 20 bininin –normalde- bu dersi seçeceğini düşünmek sadece akıldışı olur. O halde ortada görünmeyen ve konuşulmayan yapısal başka sorunlar olmalı.
2012’den bu yana özellikle batı kentlerindeki on binlerce Kürt ebeveynin çocuğunun veya kendisinin fişlenmesinden, çocuğunun okulunda sırf bu nedenle ayrımcılığa veya akran zorbalığına maruz kalmasından çekindiği yahut kendisi de çocuğunun başka “üstün yararlarını” düşündüğü için bu dersi seçtirmediği herkesin malumu bir kamusal sır. Birçok yerde okul müdürlerinin bu dersi gizlediği, kayıt imkânının olmadığını beyan ettiği, bu dersi seçecek çocukları başka derslere yönlendirdiğine dair de sayısız kamusal sır basına yansıdı ancak sadece yansımakla kaldı. Tüm bunlara rağmen bu dersleri ve derslere olan ilgiyi iyileştirme veya geliştirmeye dönük adımlar atılmadı.
1990’lara kadar inkâr ve bastırma yollarıyla Kürtçe’yi boğmaya çalışan siyaset bunun mümkün olmayacağını anladıktan sonra unutturma ve değersizleştirme yoluna başvurdu. Ne kadar az bahsedilir, ne kadar üzerinde az durulursa dil de o ölçüde gerileyecek, dile olan ilgi de o derecede azalacak. Pazarı, medyası, sosyo-ekonomik getirisi olmayan bir dili kim ne yapsın neticede.
DİĞER DİLLER DE AYNI DURUMDA
Seçmeli derslere olan ilgide yıllara göre ortaya çıkan istikrarlı azalma diğer diller açısından da geçerli. Örneğin Lazca’da 2015-2016 eğitim-öğretim yılında 71 olan öğrenci sayısı, 2016-2017’de 31’e geriliyor, 2017-2018 eğitim-öğretim yılındaysa hiç Lazca sınıfı açılamıyor. 2018-2019’da sayı 15’e çıkıyor, 2019-2020 yılında yine sınıf açılamıyor, 2020-2021’de ise 47 öğrenci bu dersi alabiliyor.[6] Sadece 6 eğitim yılında iki defa sınıfın dahi açılamadığı bir durumda hangi çocuk hakkıyla Lazca’yı öğrenebilir, bu dile dair bilgi ve yetkinliğini geliştirebilir?
Abhazca ve Adigece yönünden net rakamlar yok ancak benzer bir durumun olduğu anlaşılıyor; Kafkas Kültür Derneği Sözcüsü Mutlu Akkaya, 2019’daki açıklamasında şöyle anlatıyor: “(…) Bir dilin öğretilmesinin haftalık 2 saate indirgenmesi, gerekli materyallerin tedarik edilmemesi, eğitim öğretim faaliyeti için yeterince alt yapının oluşturulmaması, bu uygulamanın işlerliğini azaltmaktadır. (…) Ders seçmek isteyen öğrenciler ve aileleri ile bizler, yerelde birçok sorun ile karşı karşıya kaldık. Okul idarecilerinin öğrencilerin anayasal haklarını kullandırmama yönündeki gayretleri, bu sorunun başında gelmektedir.”[7]
Haftada 2 saatlik ders ile anadilinin öğrenilip öğrenilemeyeceğine dair bir Gürcüce öğretmeninin şu vurguları da önemli: “Haftada iki saat bir dili öğrenmek için imkânsız denebilir aslında. İki ders saati demek daha doğru olur ki bu da 80 dakikaya tekabül ediyor, yine söylüyorum imkânsız... Ancak bir çocuğun çok özel ilgi göstermesi ile kendini geliştirmesi mümkün olabilir. Bunun oranı nedir ben de merak ediyorum açıkçası.”[8]
Son 10 yılda “yaşayan diller ve lehçeler” derslerinin seçildiği dönemlerde her kimlikten ilgili/duyarlı kişi ve kuruluşlar bu derslere olan katılımı artırmak için kampanyalar düzenlemek zorunda kalıyor. Ancak en azından ilk 10 yılda ortaya çıkan durum ve rakamlar bu çabaların sonuca etki etmediğini anlatıyor. Bu da ortada sivil toplumdan değil kamu idaresinden kaynaklı bir sorun olduğunu gösteriyor.
ÇEKİNCELER ÜLKESİ
Bu arada medeni dünyanın hukuk evrenine dâhil olma çabasından geri durmayan Türkiye, o hukukun kendi dünyasında değişiklikler yaratmaması için ufak dokunuşlar yapmayı da kendi “üstün yararı” dolayısıyla hiçbir zaman ihmal etmedi. Toplamda 94 uluslararası sözleşmeden 70’ine taraf olan Türkiye’nin bunların 17’sinde çeşitli nedenlerle çekinceleri bulunuyor.[9] İhtirazi kayıt olarak da geçen çekince kavramı uluslararası hukukta bir ülkenin sözleşmenin ilgili maddesiyle bağlı olmayacağı anlamına geliyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi Türkiye’nin çekince koyduğu sözleşmeler arasında bulunuyor.
Türkiye’nin çekince koyduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 3 maddesinden biri olan 30. maddesini birlikte okuyalım: “Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.” BM Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 27. maddesi de yukarıdaki maddeye benzerdir ve Türkiye bu maddeyi de uygulamayacağını belirtmiştir.
“Çocukların üstün yararını” önceleyeceğini kendi mevzuatında da (Anayasa md 41, Çocuk Koruma Kanunu md. 4, ) vurgulayan Türkiye’nin bu üstün yararlardan belki de en üstünü olan anadilde eğitim hakkının üzerinden böyle kolayca ve açıkça atlamasına on yıllardır bir-iki siyasi parti dışında pek kimsenin ses etmemesi çocuk haklarında dahi ayrımcılığın ne ölçüde toplumsal bir konsensüse oturduğunu göstermesi açısından ibretlik.
Oysa Türkiye’nin ilgili sözleşmelerdeki çekincelerini kaldırması doğrudan iç mevzuatta da yansımasını bulacak ve bugünkü korunaksız, belirsiz ve istikrarsız seçmeli dersin ötesinde yapılandırılmış, temelleri sağlam kurulmuş bir anadilde eğitimin olanaklarına kapı aralanmış olacak. Dolayısıyla Türkiye’deki her kimlikten çocuğun üstün yararının hatırlanmasına belki de her zamandan daha fazla ihtiyaç var. Bu üstün yararın da yukarıda anılan sözleşmelere konulan çekincelerin kaldırılmasından başlanmak üzere Kürtçe ve diğer dillerdeki eğitimin yapısının değiştirilerek çerçevesinin genişletilmesi, katılımının teşvik edilip kolaylaştırılması, eğitimci-kitap gibi araçların artırılmasıyla sağlanabileceği onca yılın deneyiminden sonra ortada.
[1] Bkz; Yaşayan diller ve lehçeler dersini 85 bin öğrenci seçti, Hürriyet, 25.01.2015 https://www.hurriyet.com.tr/egitim/yasayan-diller-ve-lehceler-dersini-85-bin-ogrenci-secti-28045465
[2] Bkz; Milli Eğitim Bakanı Özer açıkladı: 20 bin 265 öğrenci Kürtçe'yi tercih etti, Cumhuriyet, 20.02.2022, https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/milli-egitim-bakani-ozer-acikladi-20-bin-265-ogrenci-kurtceyi-tercih-etti-1909456
[3] Bkz; 20 bin öğrenciye 3 öğretmen, Birgün, 16.07.2022,
https://www.birgun.net/haber/20-bin-ogrenciye-3-ogretmen-395445
[4] Bkz; Güneş: Kürtçe seçmeli ders engelleniyor, öğrenciler din dersine yönlendiriliyor, Vecdi Erbay, Gazete Duvar, 19.01.2022 https://www.gazeteduvar.com.tr/gunes-kurtce-secmeli-ders-engelleniyor-ogrenciler-din-dersine-yonlendiriliyor-haber-1549785
[5] Bu konuda ayrıntılı bir çalışma için bkz: Öğretmenlerin, Aktivistlerin ve Medyanın Gözünden Yaşayan Diller ve Lehçeler Seçmeli Dersi, Bülent Bilmez, İrfan Çağatay, Serhat Arslan, Kültürel İncelemeler ve Toplumsal Araştırmalar Derneği, 2022. Raporun sonuç bölümünden: “(…) anadilinde eğitim hakkı uluslararası hukuk tarafından korunan temel bir haktır. Bu normun bir çeşit yansıması olarak Türkiye’de gündeme alınan YDL seçmeli dersi bu evrensel hakkın gereklerini karşılamadığı gibi aslında hiçbir şekilde “anadilinde eğitim” olarak ileri sürülemez. Bu sebeple bu dersler Türkiye’de azınlık dilleri üzerinde dil politikalarında bir iyileşme olarak görülse de Türkiye’de bu bağlamda yapılacak çok iş vardır. Bunların en önemlisi de yasal değişikliklerle anadili kavramının yeniden tanımlanması ve dünyadaki olumlu örneklerden yararlanarak anadilinde eğitim konusunda ciddi, sonuç verici ve kalıcı adımlar atılmasıdır.”
[6] Bkz; Sahipsiz Bir Hak, Dil Hakları Bağlamında Yaşayan Diller Ve Lehçeler Seçmeli Dersi, Lazca Örneği (2012-2021) https://www.turkiyekulturleri.org/dokuman/20210319-47_raporlkdmaster.pdf
[7] Bkz; Çerkeslerin ‘Adigece-Abazaca seçmeli ders’ üzüntüsü, Eda Özdoğan, Kayseri Deniz Postası, 22.02.2019, https://www.denizpostasi.com/haber/20-gundem-haberleri/33930-%C3%A7erkeslerin-%E2%80%98adigece-abazaca-se%C3%A7meli-ders%E2%80%99-%C3%BCz%C3%BCnt%C3%BCs%C3%BC
[8] Bkz; Öğretmenler Seçmeli Anadili Dersini Anlatıyor; "50 Yıl Önce Anadili Sınıfı Açmak İçin 10 Değil, 20 Öğrenci Bile Bulunurdu", Ayşegül Özbek, Bianet, 19.02.2020 https://bianet.org/bianet/diger/220086-50-yil-once-anadili-sinifi-acmak-icin-10-degil-20-ogrenci-bile-bulunurdu
[9] Bkz; Türkiye’nin Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerine Koyduğu Çekinceler, Zeynep Elibol, İnsan Hakları Ortak Platformu. http://www.ihop.org.tr/wp-content/uploads/2015/10/ZeynepElibol_CekincelerRaporu.pdf