Siyasetin ortasında büyük bir kaya var, Kürt kayası. İstanbul
seçiminin orta yerine Kürt kayası oturdu. Demokrasi isteyenlerin
Kürtlerle iş birliği içinde olması gerektiği hayli zaman önce iyice
anlaşılmıştı, şimdi diktatörlük isteyenlerin de aynısını yapmaya
mecbur olduğu iyice anlaşıldı. Dahası, belediye başkanlığı
isteyenler de aynı mecburiyetle karşı karşıya.
Bir de Kürt lokması var, kolay lokma kabilinden. Devlet mesela,
daha 1920’lerde “Kürtlerin temsili kolaydır” yollu raporlarla iş
görmeye yönelirken bu anlayışla çalışıyordu. O eski günleri
geçelim, son on yıla gelelim.
Çözüm süreci denilen şey, Kürt kayasını eline alıp rakipleri saf
dışı bırakma fikri ile Kürt lokmasını kolayca yutma fikri arasında
gelgitlerle yürütüldü. Beni destekledikçe can ciğer din iman millet
kardeşimsin, kendi bildiğini yaptıkça hain, terörist, vatan millet
düşmanı. Son etap, 7 Haziran seçimlerinden sonraki etap, Türkçü
İslamcı ittifakın bir lokmada yutarım seni Kürt şiarlı
koalisyonuyla geçildi. Gel gelelim, lokma boğazda tahribat yaptı,
tahriş etti. Kolay lokma değil kaya olduğu anlaşıldı yine.
“Başkanlık” modelinin getirdiği yüzde 50 artı bir mecburiyeti,
iktidarın kendi kendisine koyduğu ve Türkçü-İslamcı ortaklıkla
kolay aşılmayacak bir baraj haline geldi. Etme bulma dünyası.
Barajın arkasında biriken su öyle korkutucu hale geldi ki, ne
birilerinin Kürdistan demesi ne Kürtçe cümle kurmaya çabalaması
gerilimi tahliye edecek bir akar bulduramadı. O zaman, Roma’da oyun
bitmez, “Öcalan kartı” oyuna sürüldü.
Oyunun en son epizotu, düzenleyicilerini kabustan kurtarmayacak
kadar alelacele ve gerçeklerden kopuk bir sezon finali
niteliğinde.
Kısaca: Öcalan’dan İstanbullu Kürt seçmenin kafasını
karıştıracak bir açıklama alma fikrine dayanıyordu oyun.
Avukatlarla gelecek mesajın, önce “muhataplarına” yani en azından
HDP’ye ulaştırılması, ardından açıklanması gerektiği, bunun “İmralı
teamülü” olduğu bilinmiyormuş gibi yapıldı. Muhataplar, açıklamayı
gördükten sonra, “Biz zaten üçüncü yolda gidiyoruz. Stratejik
pozisyon olarak iki ittifakla da işimiz yok esasen. Taktik olarak
aldığımız Türkçü-İslamcı koalisyon karşıtı kararımız da değişmez”
diyebilirdi. Bu ihtimali engellemek için cin fikirli bir yola baş
vuruldu: Bilgilendirilme koşulları tamamen kendi taraflarından
belirlenen Öcalan’a mutat olmayan bir ziyaretçi gönderilerek,
“yorumlanmamış açıklama”nın kamuoyunca duyulması sağlandı. Üstelik
söz konusu ziyaretçi, kısa sürede siyasette yeni aktör, yeni bir
kanaat önderi, yeni bir akil insan olarak sunulmak istenince,
beklenmedik komplikasyonlar çıkıverdi. Yeni aktör, yaygın izlenen
bir TV kanalında, “Öcalan isyan lideridir” ve “yerli ve millidir”
görüşlerini açıklayınca, vitrin ömrünü başlamadan bitirdi. Besbelli
yeni aktör, iktidarın resmi ya da yarı resmi ajansları kadar
“devlet dili”ni ve “kaya-lokma” ikiliğini bilen biri değildi,
hayallerin sosyolojisi ile gerçeklerin hukuku örtüşemedi.
“Kürdistan” deyip kayayı eline almak, sonra “Kürdistan diye bir
yer yok” deyip lokmayı yutuvermek metin üzerinde kolay duruyor,
sahnelemede de sanki işe yarıyor gibiydi 7 Haziran öncesine kadar.
Ama işte kurduğunuz oyun iyice kabak tadı vermeye başladıktan
sonra, ele alınan kaya mı lokma mı bilmek o kadar kolay
olmuyor.