Kürt meselesinde bir asrı aşan çözümsüzlük girdabı ve barış arayışı

Dünyadaki bütün çözüm deneyimleri bizim için rehber olmalı, artık sürdürülemez bir noktaya gelmiş olan Kürt meselesindeki çözümsüzlük politikaları en hızlı biçimde terk edilmelidir. Barış hemen şimdi!

Abone ol

Dünya hanedanlığa dayalı imparatorluklar çağını geride bırakıp yeni siyasal düzeni ulus kavramı üzerine inşa etmeye başladığında yıkılan imparatorluklardan geriye kalan halklar ve inançlar çoğu zaman birer “sorun” olarak görülmeye başlandı. İlk dönem ırkçı fikirlerin de etkisiyle halklar arası sıkıntılar genellikle büyük savaşlar, soykırımlar ve zorla göç ettirme pratikleriyle sonuçlandı. Nitekim 20. yüzyılın ortalarına geldiğimizde geride milyonlarca ölüm, büyük bir yıkım ve barbarlık sonrası kısmi demokratik sistemler oluşmaya başladı. Sonrasında barış ve hak mücadeleleri sonucu Amerika’da kölelik kalktı, Güney Afrika’da Apartheid rejimine son verildi, Şili’de Pinochet diktatörlüğü, İspanya’da Franco rejimi son buldu. İngiltere İRA ile çözüme ulaştı, Guatemala, Nepal, Kolombiya ve Endonezya gibi birçok yerde 40-50 yıllık kanlı sorunlar birer birer müzakereler yoluyla ya çözüme ulaştı ya da çözüm aşamasında. Son olarak Filipinler’de Moro İslami Kurtuluş Cephesi gerillaları ile Filipinler hükümeti Türkiye’nin de arabuluculuğunda 50 yıllık silahlı çatışma sonunda büyük oranda nihai çözüme ulaştı.

Dünyada hal böyleyken maalesef Türkiye Kürt meselesinde 100 yıl önceki durumun gerisinde. İlk mecliste Kürt milletvekilleri Kürdistan mebusları diye çağrılırken şimdi mecliste Kürdistan lafzı ceza sebebi. İlk mecliste Kürt kıyafetiyle çıkılıp Kürtçe konuşmalar yapılırken şimdi Kürtçe tek kelime duyulunca mikrofonlar kapatılıyor. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin devasa güvenlik bürokrasisi asfalta yazılan iki kelime Kürtçe trafik uyarısının nöbetini tutuyor. Bir asır boyunca az gittik uz gittik bir arpa boyu yol gidemedik. Dünya sorunlarını geride bırakırken Türkiye neredeyse 100 yıl içinde tek bir siyasal sorununu halledemedi. Devletin yönetici elitleri Kürt sorununda şiddete dayalı yok etme politikalarını hep en temel yöntem olarak seçti. Şeyh Said Efendi, Dağkapı Meydanı’nda idam edildiğinde dönemin gazeteleri Kürt defterinin sonsuza kadar kapandığını yazdılar, 1930 Zilan Deresinde yapılan katliamdan sonra Cumhuriyet Gazetesi bir karikatür eşliğinde Ağrı Dağına bir mezar çizip “Hayali Kürdistan burada meftundur” diye başlık atacaktı. Son 40 yıllık savaşta iktidar sahipleri Kürt sorununun bittiğini ya da böyle bir sorun olmadığını her söylediğinde Kürt sorunu daha da büyüdü. On binlerce insan acılar içinde yakınlarını kaybetti, köyler yakıldı, zorla göçler, infazlar, adaletsizlikler, hukuksuzluklar arşa ulaştı. Ülke her defasında derin bir yoksulluğun pençesinde kıvranırken bu puslu havayı fırsat bilenler devletin kasasından servetlerine servet kattı. Bu topraklar insani olarak en ağır acıları yaşarken, çürümüşlük içinde yoksulluğa mahkûm edildi. Savaşa harcanan kaynaklarla Türkiye defalarca yeniden kurulurdu. Devlet Bahçeli 3 yıl önce, 5 Ekim 2021 tarihinde yaptığı grup konuşmasında şu ana kadar devletin bu savaşta dolaylı ve doğrudan 2 trilyon 256 milyar 48 milyon dolar harcadığını açıklayarak bu savaşa harcanan para ile her bir ülke ferdinin kişi başına düşen gelirden 1.585 dolar kaybettiğini belirtti. Ne yazık ki bu hesaplar barış için değil daha fazla savaş uğruna dile getirildi.

Şiddete dayalı kanlı bastırma stratejisi her defasında başarısızlığa uğradığı halde Kürt meselesinde bir asırdır temel politika olmayı sürdürüyor. Kemalist, ulusalcı, İslamcı, milliyetçi, NATO’cu, Avrasyacı bilumum zevatın iktidarın bir köşesine oturunca ilk denediği şey Kürt halkının taleplerini bastırmaya çalışmak oldu. Her güç sahibi tank paletlerinin, uçakların, bombaların Kürt meselesini bitireceği fikrinden iktidar devşirdi. Günümüzde Türkiye’nin Kürt meselesine bakışı, kendisini Ortadoğu’da bütün Kürt nüfusuyla mücadele eder hale getirmiştir. Kürt meselesi önceleri Türkiye için daha lokal ve hızlı çözülebilecekken şimdi artık bölgesel ve küresel bir mesele haline gelmiştir. Bugün bırakın Esad’ı, Irak’ı, İran’ı, Amerika’yı, Instagramla yapılan görüşmelerin bile ana gündemi Kürtler olmaya başlamıştır.

Türkiye bir asrı savaş politikalarıyla bitirirken barışın, çözümün konuşulduğu zaman dilimi toplamda 2 yılı geçmemiştir. 90’lı yıllarda Özal barışa niyetlendiği için bedelini canıyla ödedi.[1] Türkiye’de barış mücadelesi hep uçurumun kenarında olmayı gerektiriyor. Savaş isteyenler el üstünde tutulurken barış için çabalayanlar ağır bedeller ödedi, ödüyor. Daha 10 yıl önce hepi topu 2 yıllık bir çözüm süreci sonrası ülke, tarihinin en antidemokratik dönemlerinden birini yaşadı, çözüm için çabalayan herkes yine bunun bedelini ödedi. Devletin bilgisi ve isteği ile yapılan görüşmelerin tamamı suç sayıldı. Barış sözcüğü fiilen yasak ilan edildi. Kısa süreli bir çözüm çabası bile bugün iktidar-muhalefet bütün ana akım mecralarda bahsedilmemesi gereken lanetli bir zaman aralığı gibi muamele görmekte.  Oysaki Türkiye’nin çok önemli bir arabulucu aktör olduğu Filipinler’de Moro gerillalarıyla süren görüşmeler defalarca çatışmaya dönüşmüş sonrasında nihai olarak barışa evrilmişti, devlet tek bir müzakereyle nihai çözüme ulaşamayacağını gayette iyi biliyordu. Barışın yolu her zaman savaşın yolundan çok daha uzun ve meşakkatli oluyor. Dünyada on yılları aşmayan çözüm deneyimi yok denecek kadar az.

Sedat Yurttaş, Sırrı Sakık, Hemreş Reşo, Celal Talabani, Abdullah Öcalan, Kemal Burkay, Ahmet Türk- 1993 Ateşkes yapılmasına dair basın açıklaması- Şam

Ez cümle geldiğimiz noktada bu ülke binlerce insanını kaybetmiş, servetini heba etmiş, enerjisini ölümcül bir döngünün içinde bitirmiştir. 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle tekrardan ülkenin barıştan başka seçeneği olmadığını söylemek istiyorum. Kürt meselesinde çözümsüzlük içinde geçen her saniye nefreti, kanı, yoksulluğu, umutsuzluğu arttırmakta, çözümün maliyetini katlayarak yükseltmektedir. Dünyadaki bütün çözüm deneyimleri bizim için rehber olmalı ve artık sürdürülemez bir noktaya gelmiş olan Kürt meselesindeki çözümsüzlük politikaları en hızlı biçimde terk edilmelidir. Barış hemen şimdi!

NOTLAR:

(1) Turgut Özal 1993 yılında benim de içinde olduğum bir grup milletvekili arkadaşımı Çankaya köşküne çağırmış, Kürt meselesini çözmek istediğini söylemiş ve bize ateşkes görüşmeleri için Şama gitme önerisinde bulunmuştu. Biz ateşkes ve çözüm müzakereleri kapsamında Şam’da iken Özal’ın ölüm haberi geldi. Sonrasında Adnan Kahveci ve Eşref Bitlis’in şaibeli ölümleri gerçekleşti. Biz Türkiye’ye döndükten sonra demokratik siyasetin tasfiye süreci başladı ve idamla yargılandık, meclis kapısından cezaevine götürüldük.