Kürt meselesinde söz üretme tekeli

Araştırmayı bilimsel olmaktan çıkarıp politik hale getiren, dolayısıyla etik sorunları gündeme getiren hususlardan biri soruları, sorulma biçimleri ve formülasyonları kadar sorulmayan veya sorulamayan sorulardı. Kürt meselesi konusundaki çalışmalarıyla göz ardı edilemeyecek bir katkı sunmuş olan Yeğen’in söz konusu araştırmaya yönelik eleştirileri bu zaviyeden okuması, dolayısıyla daha yapıcı bir tartışmaya katkı sunması beklenirdi.

Hamza Aktan hamzaaktan@gmail.com

Rawest Araştırma şirketinin Mayıs ayında yaptığı “Kürt Meselesi, Kürt Siyaseti ve Demirtaş” başlıklı araştırmasını yöntemi, kurgusu ve ürettiği son derece iddialı, basın ve kamuoyu için de “catchy” sayılabilecek tezleri nedeniyle eleştirmiştim. Araştırma sadece anadilde eğitim, Kürt kimliği gibi son derece hassas ve manipüle edilmeye de aynı oranda müsait hususlara olan özensiz yaklaşımıyla değil güncel politik meselelere müdahil olma hevesi gösteren, bir nevi siyasi mühendislik çabası olarak yorumlanabilecek çıkarımlarıyla da dikkat çekiyordu.

Eleştirimin çıkış noktasını temel hak ve hürriyetlerin anketlere konu edilmesinin doğurabileceği etik problemler oluşturuyordu. Bunu da özetle “Temiz suya erişimi olmayan bir mahalleye 'temiz su hattının çekilmesini ister misiniz' diye sormak ne ölçüde ahlaki ise Kürtlere de 'anadilde eğitim ister misiniz' veya 'eğitim dili nasıl olmalı?' diye sormak o ölçüde ahlaki” diye ifade etmiştim. Ancak bunu bir adım ileri taşıyıp cümleyi muhtemelen şu şekilde kurmak gerekiyordu; anadilde eğitim hakkı için tam olarak bir yüzyıldır sayısız isyan çıkarmış, bu mücadelesinde on binlerce insanını kaybetmiş bir halka hala “eğitim dili nasıl olmalı” diye sormak -dalga geçme saiki yoksa- olsa olsa ve en naif ifadeyle düşüncesizlik olmalı. Kürtlerin, eğitim dilinin ne ve nasıl olması gerektiğine dair sayısız deklarasyonu, sayısız çalışması varken bunları göz ardı edip üstüne de muhtemelen bir araştırmanın sınırlarını zorlayacak iddialı çıkarımlar yapılması bu nedenle dikkat çekiciydi ve müsaade buyurulursa eleştiriyi hak ediyordu.  

***

Dünyada temel sorunları ve bu sorunlardan kaynaklı siyasal talepleri Kürtler kadar net olan az toplum vardır. Bu sorun ve taleplerin açıklığı ile bu sorun ve talepleri bastırmaya, manipüle etmeye çalışan devletlerin varlığı karşısında temel hak ve hürriyetlerin anket/plebisit konusu yapılmasının doğurabileceği etik sorunlara dikkat çekmek de ayrıca bir hak olmalı.

Ancak “araştırmanın tasarlanması aşamasında yer almamış olmakla birlikte benzer araştırmaları tasarladığını” söyleyen Mesut Yeğen, bu eleştirilere “Kürtleri ve Demirtaş’ı Araştırmak” başlıklı bir yazıyla cevap verdi. Yeğen’in yazısı ne yazık ki araştırmadaki özensizliklerden ve üzülerek ifade etmek gerekiyor ki manipülatif karakterden uzak değildi.

Zira, Yeğen öyle bir ima ve niyeti olmayan yazıyı “Kürtler ne zaman, hangi şartlarda araştırılabilir konusundaki destur verme girişimi” olarak sunup okurunu yanıltıyordu. Bir eleştiri yazısını “destur verme girişimi” olarak görmek için hiç eleştiri beklemiyor veya istemiyor olmak gerekir. Veya Yeğen “destur verme girişimi” ifadesiyle tam olarak neyi ima ediyor olabilir? Bir destur makamı olmadığımı bilmesine rağmen ana akım Türk medyasının kod ve ifadelerine sığınıp bu tür imalarda bulunmasının eleştiri ahlakıyla da bağdaşır bir yanı olmadığını ifade etmek gerekiyor. Bu imanın bir başka amacı asıl destur makamının AKP/devlet olduğunu, araştırmasının sınır ve karakterinin de -yazısındaki zimni kabulle- bu destur makamınca çizildiğini gizlemek olabilir mi?

Yeğen’in yazısındaki bir başka sıkıntı tartışmayı etik problemlerden çekip “Kürtlerin ne zaman araştırılabileceği” gibi yine polemikçi bir çerçeve sunmasıydı. Kürtlerin temel hak ve hürriyetlerinin anket konusu yapılması ile Kürtlerin bugünü, geleceği veya tarihi hakkında araştırma yapmak aynı şeyler değildir. Kürtler herhalde hakkında en fazla araştırma yapılan, metin üretilen halklardan biri, buna itiraz eden de yok, aksine bunun daha fazla teşvik edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla bir anketteki etik problemleri tartışmayı “Kürtler şu anda araştırılamaz” diye çerçeveleyip sunmak okurunu yanıltma, tartışmayı da deforme etme çabasından başka bir şey olamaz.

Eğitim, seçme ve seçilme gibi haklarından mahrum bırakıldıkları bir ülkede kadınların bu ayrımcı politikalar nedeniyle neler yaşadığını, bu durumun hangi sorunları doğurduğunu veya bu sorunun ne şekilde aşılabileceğini araştırmak başka bir şeydir, insan muamelesi görmeyen kadınlara “seçme hakkınızın olmasını ister misiniz, okula gitmek ister misiniz” diye sormak ayrı bir şeydir. İkinci yaklaşım ve tercihte etik bir problem ve ölçüt vardır, bu ölçütü gözetmeyen, önemsemeyen her araştırma da Rawest’in araştırmasındaki gibi etik bir yükle baş başa kalacaktır.

Kaldı ki ben yazıda kimseye hangi konuda ne tür bir araştırma yapması gerektiğine dair bir ölçü de sunmadım, mevcut antidemokratik şartlarda, hele ki anadil gibi temel haklara dair anketlerin farklı birçok etik sorunu gündeme getirebileceğini vurguladım. Yeğen, buna “hayır, bizim araştırmalarımız her türlü etik ve politik problemden azadedir” diyorsa o ayrı tabii. Ancak buna kendisi dışında birilerinin inanacağı bir argüman üretmesi beklenir.  

***

Yeğen, “Kürtler ve Kürt meselesiyle ilgili bilgimizi, görgümüzü artıran araştırmalar halen ve epey bir zamandır yapılabiliyor ve iyi ki de yapılabiliyor” diyor.

Peki tartışmaya konu araştırma tuhaf soruları ve tespitleri dışında Kürtlere dair hangi bilgi ve görgümüzü artırmaya katkı sağlıyor? Mesela Kürtlerin anadilde eğitim gibi kimsenin bilmediği, nihayet bu araştırmayla gün yüzüne çıkmış bir problemi olduğunu mu keşfediyor? Bu bilgi ve görgü şu an İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de yaşayan kimde yok ki? Ya da “kendinizi ne kadar Kürt olarak görüyorsunuz?” sorusu hangi bilgi ve görgümüzü artırıyor olabilir?

***

“Az biraz sosyal bilim formasyonuna sahip olanlar araştırma sonuçlarını bir ‘mesafeyle’ okumak gerektiğini, araştırma sonuçlarının mevzu edilen konunun hakikatini resmetmediğini, konu hakkında epey dolayımlanmış bir bilgiyi ortaya çıkardığını bilir” diyor Yeğen.

Ancak savunduğu araştırmada “Kürtler, Türklerden farklı olarak: seküler değil özgürlükçüler, ya da sekülerleri kendilerini özgürlükçü olarak görüyor.” “Kürtler siyasete eskisi kadar ilgili değiller”, “Demirtaş’ın itibarını olumsuz etkileyen faktörler: 1. Örgütten kopmuş değil”, “Türkiyelileşme talebi yükseliyor: Direnç azalmış, beklentiye dönüşmüş. Kürtlerin kahir ekseriyeti Kürt siyasetinin Türkiyelileşme yönünü destekliyor görünüyor” Demirtaş Kürtlerin ilk sivil lideri” gibi pek de dolayımlanmış bilgiyi yansıtıyor gibi görünmeyen her biri bir politik “statement”, ve “doğru” iddiasında olan tespitler birbirini izliyordu. Eğer araştırma sonuçları “mevzu edilen konunun hakikatini resmetmiyorsa” yukarıdaki birbirinden iddialı tespitleri nereye koymak gerekiyor? Bu iddialı tespitler hakikati resmetmiyor ama yeni, umulan bir “hakikati” mi yaratıyor? Ya da yeni bir hakikati mi yaratmak istiyor?

***

“Soruların nasıl formüle edildiği, araştırmanın hangi ortamda yapıldığı vs. çok önemli ve lakin bunlar her araştırmanın elifbasından” diyor Yeğen. Ancak bu elifba’da “Demirtaş; orduevi, polis evi gibi yerlere yapılan bir terör saldırısını kınamış mıdır?” “Demirtaş Ramazan ayında oruç tutuyor mudur?” “Demirtaş mı Dem mi?”, “Kendinizi ne kadar Kürt olarak görüyorsunuz?” gibi soruların ne aradığını sormamızı araştırmacıları sigaya çekmek olarak yansıtıyor. Bu nasıl bir elifba ki anadilde eğitime olan talep oranını yüzdelik olarak yansıtmaktan Demirtaş- DEM ikiliği yaratmaya, Kürtlük hissiyatının oranından siyasete olan ilgiye büyük bir genişlik ve rahatlıkta soru üretip tespit fabrikası gibi sonuçlar doğurabiliyor ama herhangi bir etik eleştirisini de destur çabası gibi yansıtıp itibarsızlaştırmaya çalışabiliyor.

***
Rawest’in araştırması Kürtlerle ilgili bir araştırma yapılıyor olması, “bilgi ve görgümüzü artıran” sonuçlar sunması nedeniyle değil, her biri diğerinden iddialı ve bir tür umulan siyaseti oluşturmaya dönük bir izlenim bıraktığı için de eleştiri konusu oldu. Özellikle Selahattin Demirtaş üzerinden yapılan tespitlerin bir tür siyasi mühendislik tınısı vardı. Yaklaşık yarım yüzyıldır çeşit çeşit mühendislik çabalarının konusu yapılan bir siyasi hareketin varlığı nedeniyle bu tespitlerin de dikkat çekmesi ve tepki doğurması son derece olağan. Yeğen, “sonuç olarak Demirtaş Kürtlerin ilk sivil lideri” gibi büyük bir lafın ortaya atılması karşısında herkesten “peki efendim” cevabı bekliyor olmalı ki tepkilere anlam veremediğini söylüyor.

Önceki yazılarında kullandığı “Kürt mahallesi”, “Kürt sokağı” gibi nereden türediği belirsiz ifadelere son yazısında İngilizce’den doğrudan çeviri sonucu üretildiği anlaşılan (muhtemelen) “Kürt kalabalıkları”nı da ekleyen Yeğen, bu kalabalıkların Demirtaş’ı eski başkanlardan biri olarak görmediğini (ama telaşlanmayın) sağolsunlar Demirtaş’a yakıştırdığı başka bir yerin de olmadığını gösteriyormuş.

Araştırma, “Kürtleri birleştiriyor, Türkleri uzaklaştırmıyor”, “Kürtlere çok yakın, Türklere uzak değil…”, “DEM’den ayrı bir ‘hayatiyeti’ var”, “Birlikte yaşama fikrinin temsilcisi”, “DEM’den daha popüler” gibi iyi, güzel her türlü hasleti Demirtaş’a, bu önermelerdeki olumsuz hasletleri de haliyle Demirtaş’ın partisine bırakıyordu.

Araştırma Yeğen’e göre “eski ve güçlü bir siyasi hareket, bu hareketin alışkanlıkları ve bildikleri” karşısında bilinenlere uymayan bir sonuç üretmişti. Oysa Demirtaş’ın DEM Parti'den ayrı bir hayatiyetinin olduğundan DEM’den daha popüler olduğuna yukarıdaki ve araştırmadaki diğer birçok önerme son derece tartışmaya açık ve aksini söylemenin önünde de herhangi bir engel yok. Sadece 2018 seçimlerinde Demirtaş’ın yüzde 8.4, HDP’nin yüzde 11.7 oy aldığını hatırlamak bile bu önermeleri tartışmaya açabilecekken biri kapalı cezaevinde, diğeri de her an kapatılma, gözaltı, kayyım vs baskıları altındaki iki özneyi bu şekilde yarıştırmanın, ya da on yıllardır bir tarafı şahin, bir tarafı güvercin gösteren ana akım siyaseti hatırlatan yaklaşımın etik bir tarafının olmadığını hatırlatmak “arkaik” görülebiliyor.

***

Araştırmayı bilimsel olmaktan çıkarıp politik hale getiren, dolayısıyla etik sorunları gündeme getiren hususlardan biri de soruları, sorulma biçimleri ve formülasyonları kadar sorulmayan veya sorulamayan sorulardı da. Benzer şekilde araştırmayı herhangi bir bilimsel çalışmadan ayıran şey, devletin son dönem politikalarının, ekonominin ve benzer birçok faktörün Kürtler üzerindeki etkisini göz ardı edip toplumsal, siyasal, askeri, iktisadi koşulların içinde şekillenmiş anlık his ve düşünceleri, bir toplumun “geldiği nokta” olarak sunmaktı. Kürt meselesi konusundaki çalışmalarıyla göz ardı edilemeyecek bir katkı sunmuş olan Yeğen’in söz konusu araştırmaya yönelik eleştirileri bu zaviyeden okuması, dolayısıyla daha yapıcı bir tartışmaya katkı sunması beklenirdi.

Özetle konu ne birilerinin Demirtaş’ın popülaritesine hazırlıksız yakalanmış olması, ne de Kürt meselesindeki araştırma çabalarının önünü kapatmak istemesi. Tartışma baştan aşağı etik bir/çok ölçütün gözetilip gözetilmediği noktasında toplanıyor, bu ölçütleri önemsiz görüp “biz işimize bakarız” demek ya da tartışmayı bu bağlamdan okuyup yansıtmak elbette mümkün. Ancak bu yaklaşım, araştırmadan çıkan yukarıdaki alıntılar gibi daha pek çok iddialı tespiti hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğru kabul edip bu araştırma doğrultusunda siyaset okuması yapılmasının da beklendiği anlamına geliyor. Durum bu ise Kürt meselesiyle ilgilenecek kişilerin söz üretmeden önce ya da Yeğen’in ifadesiyle “sözlerini dinlenir kılmak istiyorlarsa” bu tür “destur verilmiş”, bilgi ve görgümüzü artıracak araştırmaları beklemesi gerekecek. 

Tüm yazılarını göster