Zamanın fiyakalı dergilerinden Aktüel, 2001 yılında Yılmaz Erdoğan’a böyle demişti: “Kürt Şarlo”. Bu iki kelimeyi bir araya getirme fikri dergi editörlerine pek zekice gelmiş, böylece yerelden evrensele uzanan seçkinleşmiş bir magazin dili yakalamışlardı.
O zamanlar bu pek modaydı; kıvrak danslarıyla dikkat çeken popçu hakkında yazmak fazla avam kaçmasın diye “postmodern köçek” yakıştırması yapılır, sıradan bir arabeskçiyi beğenmenin utancından sakınmak için ona “varoşların bluescusu” denirdi.
Çünkü memleketin okumuş yazmışı için yapılırdı o magazin. Dolayısıyla, anlatılacak olanı kendi gerçekliği içinde yalın halde anlatmak yerine, zekâya vurgu yapacak bir buluşa ihtiyaç duyulurdu. O buluş da illaki entelektüel dünyadan devşirme bir ad, bir kavram, bir terim vs olurdu.
Bu cilalanmış bayağılık o zamanki Yılmaz Erdoğan’ı doğru biçimde ifade etmiyordu. Şüphesiz bir beğeni ifadesi olarak kullanılmıştı. Ama ölçüsüzce bir beğeninin.
Yılmaz Erdoğan, o zamanlar, etnik kimliği ve duyarlılığıyla popüler kültür içinde önemsenmesi gereken bir alternatifti. Kendisinin de söylemiş olduğu gibi, gençliğinde “ş” harfinden orak-çekiç resmi yapmış bir Kürt’tü o. Piyasanın ucuzlaştırıcı etkisine çok fazla teslim olmamaya gayret ediyordu; yaşanan hayatın yozlaştırıcı etkisinden uzak kalmaya çalışarak bizi bize yalansız hilesiz anlatmaya çalışan işler yapıyordu. Şikayet ettiğimiz bir kültürün umut vaad eden simasıydı. Bu yönlerinin üzerinde durulması onu beğenmek için yeterli olurdu ve zaten beğenmenin doğru yolu da buydu.
Ama o zamandan bu zamana köprünün altından çok sular aktı.
O zamanlar “Delikanlı Mükremin”di, iktidar partisine yakın Cumhur Abi’nin hükümetten aldığı ballı inşaat ihalelerinde ucuz emek olarak çalışan Spartakist Vedat’tan yanaydı. Şimdi Cumhur Abi’den yana.
Yakın zamanlarda galiba en son, birkaç yıl önce de (2019’da) imza koyduğu yönetmenler bildirisinin medyada “maksadını aşan bir şekilde sunulduğu”nu söylemesiyle dikkat çekmişti. Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan sinema yasasıyla ilgili Türkiyeli yönetmenler bir bildiri kaleme almış Yılmaz Erdoğan da imzasını koymuştu. Erdoğan, bildiriyi “Yönetmenlerden bakanlığa ‘yeni yasa’ eleştirisi: Sansürcü ve yasakçı” başlığıyla haber yapan kültürservisi.com sitesini, meseleyi “maksadını aşan bir şekilde sunduğu” gerekçesiyle eleştirmişti. Kişisel Twitter hesabından bir açıklamada bulunarak, “Yeni sinema yasasını desteklediğini, bunun için Bakanlığa teşekkür ettiğini" söylemişti. Bu açıklamaya tepki gösteren, Türkiye İşçi Partisi milletvekili ve oyuncu Barış Atay Twitter yoluyla, “40 yılın başı, kendi mesleğinle ilgili bir tek bildiriye attığın imza için bile af diliyorsun” diye çıkışmıştı.
Yılmaz Erdoğan, önceki gün Twitter hesabından, 6 Şubat ve 20 Şubat depremleri için yazdığı Hatay şiirini müzik eşliğinde seslendirdiği bir videoyla yayınladı. Şiir şöyle:
Ah benim güzel Antakya’m…
Sen üzme kendini bu kadar.
Olan bize olur,
Coğrafya kendini tazeler.
Dağılır gene kara bulutlar.
Bilirsin güneş
Bizim Hatay’ı çok sever.
Biraz sabır,
Biraz yağmur,
Biraz da zahter…
Bu şiir sosyal medyada gündem oldu. Pek çok kullanıcı “deprem suskunluğunu” bu şekilde bozmasına sinirlenmişti, Erdoğan’ı topa tuttu.
Biri, elli gün sonra gelen bu şiir için “Sen niye bu kadar acele ettin reis? Marmara depremini bekleseydin” dedi.
Biri, “Uyanmış ‘Bana bişey olmasıncı’. Doğayı suçlayıp MUKTEDİR’e dokunmadan” dedi.
Biri de bu “muktedir” meselesi yüzünden “Lisedeyken kanıyorduk sana Mükremin abi, biz büyüdük ve akepelendi dünya, senin delikanlılığın da orda bitti…” demiş.
Kimisi “Bu organize bir kötülüğün sonucuydu ve sen de yıllardır bunun ortağıydın” demiş.
Kimileri de “Böyle buğulu sesle şiir okuyunca acılar paylaşılmış mı oluyor” demiş.
Vs... vs..
Yılmaz Erdoğan, yetenekliydi, okurunu/izleyicisini hafife değil ciddiye alan şeyler yazardı eskiden.
Başından beri Yılmaz Erdoğan’ın duyarlılığına ilgi duymuştuk biz. Ama galiba o bunun böyle olduğunu fark edemedi. Neyi başardığını bilmediği ve başarının ne demek olduğunu da yanlış anladığı için, tutkuları da yanlış yolda ilerledi. Modern çağda insanca şeyler sürekli olmuyor.
Yılmaz Erdoğan, popüler olandaki özgürleşimci potansiyeli sezmiş biriydi, bunu derinleştirebilirdi; hiçleşmeyi tercih etti.
Yirmi iki yıl önceki “Kürt Şarlo” yakıştırması, insanların beğeniyle izledikleri biriyle gerçek anlamda tanışmalarının önüne geçen bir ifadeydi. “Kürt Şarlo” demek, Yılmaz Erdoğan’ı popüler kültür pazarındaki benzerlerinden ayrı kılanın ne olduğunu ele vermiyor, en fazla, pazardaki satışını kuvvetlendiriyordu.
Buna asıl şimdi ihtiyacı var.